Blogda Ara

30.06.2008

ATATÜRK SÖZLERİ


AHLAK
Tehdide dayanan ahlak, bir erdemlilik olmadığından başka, güvenilmeye de layık değildir.
Birtakım kuşbeyinli kimselere kendinizi beğendirmek hevesine düşmeyiniz; bunun hiçbir kıymeti ve önemi yoktur.
Bir milletin ahlak değeri, o milletin yükselmesini sağlar.
Bir millet, zenginliğiyle değil, ahlak değeriyle ölçülür.
Saygısızlığın, saldırının küçüğü, büyüğü yoktur.
Samimiyetin lisanı yoktur. Samimiyet sözlerle açıklanamaz. O, gözlerden ve tavırlardan anlaşılır.
Medeniyetin esası, ilerlemesi ve kuvvetin temeli, aile hayatındadır. Bu hayattaki fenalık mutlaka toplumsal, ekonomik ve politik beceriksizliği doğurur.
Bir millette, özellikle bir milletin iş başında bulunan yöneticilerinde özel istek ve çıkar duygusu, vatanın yüce görevlerinin gerektirdiği duygulardan üstün olursa, memleketin yıkılıp kaybolması kaçınılmaz bir sondur.

BAĞIMSIZLIK
Egemenlik, kayıtsız şartsız ulusundur.
Ulusal egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur.
İnsaf ve merhamet dilenmekle millet işleri görülemez; millet ve devletin şeref ve bağımsızlığı elde edilemez, insaf ve merhamet dilenmek gibi bir kural yoktur. Türk milleti ve Türkiye'nin çocukları, bunu bir an akıldan çıkarmamalıdır.
Bağımsızlık, uğruna ölmesini bilen toplumların hakkıdır.
Dünyada ve dünya milletleri arasında sükun, huzur ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın, huzurdan mahrumdur.
Türkiye'nin güvenini amaç edinen, hiçbir başka ulusun aleyhinde olmayan bir barış yolu, her zaman bizim ilkemiz olacaktır.
Biz Türkler, tarih boyunca hürriyet ve istiklal timsali olmuş bir milletiz.
Tam bağımsızlık denildiği zaman, doğal, siyasal, mali, adli, askeri, kültürel ve her alanda tam bağımsızlık anlaşılır.
Bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak olmaktan kurtulamaz.
Bilelim ki, milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlerin avıdır.
Ulusun bağımsızlığını, yine ulusun kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır.
Ben yaşayabilmek için, kesin olarak bağımsız bir ulusun evladı kalmalıyım. Bu yüzden ulusal bağımsızlık bence bir hayat sorunudur.
Ya istiklal, ya ölüm.

BİLİM
Bilim, gerçeği bilmektir.
Bilim ve fen nerede ise oradan alacağız ve ulusun her bireyinin kafasına koyacağız.
Hayatta en hakiki mürşit, ilimdir.

BİRLİK - BERABERLİK
Birlik ve beraberlik; ölümden başka her şeyi yener.
Bir ulus, sımsıkı birbirine bağlı olmayı bildikçe yeryüzünde onu dağıtabilecek bir güç düşünülemez.
Bugün vatanımızda bir milli kudret varsa, o cereyan, felaketlerden ders alan ulusun kalp ve dimağından doğmuştur.
Milli sınırlar içinde bulunan yurt parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz.

CUMHURİYET
Cumhuriyet, düşüncesi hür, anlayışı hür, vicdanı hür nesiller . ister.
Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu devam ettirecek sizlersiniz.
Cumhuriyet düşüncede, bilgide, sağlıkta güçlü ve yüksek karakterli koruyucular ister.
Cumhuriyet, demokratik idarenin tam ve mükemmel bir ifadesidir. Bu rejim, halkın gelişimini ve yükselişini sağlayan, onlardan esirlik, soysuzluk, dalkavukluk hislerini uzaklaştıran bir yoldur.
Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur.
Cumhuriyet, fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre hürmet ederiz.
Cumhuriyet fazilettir.

ÇALIŞMAK
Kendiniz için değil, bağlı bulunduğunuz ulus için elbirliği ile çalışınız. Çalışmaların en yükseği budur.
Denebilir ki, hiçbir şeye muhtaç değiliz, yalnız bir tek şeye ihtiyacımız var: Çalışkan olmak! Servet ve onun doğal sonucu olan rahat yaşamak ve mutluluk, yalnız ve ancak çalışanların hakkıdır. . Yaşamak demek çalışmak demektir.
Türk, öğün, çalış, güven.

DEĞİŞİM
Türk milletinin istidadı ve kesin kararı, medeniyet yolunda durmadan, yılmadan ilerlemektir.
Medeniyet yolunda başarı, yenileşmeye bağlıdır.
İnkılap, Türk ulusunun son asırlarda geri bırakılmış kurumlarını yıkarak yerlerine, ulusun en yüksek uygarlık düzeyine ilerlemesini sağlayacak yeni kurumlar koymaktır.
Türk milletinin son yıllarda gösterdiği harikaların, yaptığı siyasi ve sosyal inkılapların gerçek sahibi kendisidir.
Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.

DİL
Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.
Türk milletindenim diyen insanlar her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır.
Türk dili, dillerin en zenginlerindendir.

EĞİTİM
Okul sayesinde, okulun vereceği ilim ve fen sayesindedir ki, Türk milleti, Türk sanatı, Türk ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir.
Bir millet, savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla kaimdir.
Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder.

EKONOMİ
Ekonomisi zayıf bir ulus, yoksulluktan ve düşkünlükten kurtulamaz; güçlü bir uygarlığa, kalkınma ve mutluluğa kavuşamaz; toplumsal ve siyasal yıkımlardan kaçamaz. •
Ekonomik kalkınma, Türkiye'nin hür, bağımsız, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin bel kemiğidir.
Tam bağımsızlık ancak ekonomik bağımsızlıkla olur.

FİKİR
Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre hürmet ederiz. Fikirler, şiddetle, top ve tüfekle öldürülemez.

GENÇLİK
Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen Türk istiklal ve cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu sonsuza kadar yaşatacak olan sizlersiniz.
Türk gençliği amaca, bizim yüksek ülkümüze, durmadan, yorulmadan yürüyecektir.

KADIN
Kadınlarımızın genel görev ve çalışmalarda paylarına düşen işlerden başka, en önemli, en hayırlı, en faziletli bir ödevleri de "iyi anne" olmalarıdır.
Ey kahraman Türk kadını, Sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.
Dünyada her şey kadının eseridir.
Kadınlarımız eğer milletin gerçek anası olmak istiyorlarsa, erkeklerimizden çok daha aydın ve faziletli olmaya çalışmalıdırlar.
Büyük başarılar, kıymetli anaların yetiştirdikleri seçkin evlatlar sayesinde olmuştur.
Milletin kaynağı, toplumsal hayatın temeli olan kadın ancak faziletli olursa görevini yerine getirebilir.

KÜLTÜR VE MEDENİYET
Bir milletin kültür düzeyi üç safhada; devlet, düşünce ve ekonomideki çalışma ve başarılarının özüyle ölçülür.
Bir millet savaş alanlarında ne kadar zafer elde ederse etsin-, o zaferin sürekli sonuçlar vermesi ancak kültür ordusu ile mümkündür.
Asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, yüksek kültürde ve fazilette dünya birinciliğini tutmaktır.
Kültür zeminle orantılıdır. O zemin milletin seciyesidir.
Kültür, okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak, düşünmek ve zekayı geliştirmektir.

MEDENİYET
Medeniyet öyle bir ışıktır ki, ona kayıtsız olanları yakar, mahveder.
Medeni olmayan milletler, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdur.

MİLLET HALK MİLLİYETÇİLİK
Büyük ve tarihi olayları ancak büyük milletler yaşayabilir.
Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanı şaşırtacak bir nitelik alır.
Felaketler insanları, zeki milletleri daima azimli ve yeni hamlelere sevkeder.
Bir millete hizmet eden onun efendisi olur.
Türk çocuğu atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.
Türk milleti kendisi için, kendi geleceği ve kurtuluşu için çalışan kimseleri ve kurullan zorluk karşısında bırakmayacak kadar yüksek vatanseverlik ve yüksek onur duygusuyla doludur.
Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin sınırı yoktur. İşte parola budur.
Bu millet, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir. Türk milletinin geleceği, bugünkü evlatlarının doğru görüşü, yorulmak bilmez çalışkanlığı ile büyük ve parlak olacaktır.
Milletimizin saf karakteri yetenekle doludur. Ancak bu doğuştan gelen yeteneği geliştirebilecek metodlarla donanmış vatandaşlar lazımdır.
Kurtulmak ve yaşamak için çalışan, çalışmak zorunda olan bir halkız. Bundan dolayı her birimizin hakkı vardır, yetkisi vardır. Fakat çalışmak sayesinde bir hakkı kazanırız. Yoksa arka üstü yatmak ve ömrünü çalışmadan geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuzda yeri yoktur, hakkı yoktur.
Halkın sesi, Hak'ın sesidir.

ÖĞRETMEN
Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.
öğretmenler! Cumhuriyet sizden düşünceleri hür, vicdanı hür,irfanı hür nesiller ister.
öğretmenler! Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve ordularınızın zaferi için yalnız ortam hazırlar. Gerçek zaferi siz kazanacaksınız ve sürdüreceksiniz ve kesinlikle başarılı olacaksınız.
öğretmen, yıllar sonra ödülünü alır.

MÜZİK-TÜRK MÜZİĞİ- SANAT
Bir milletin yenileşmesinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.
Milli, ince duygulan, düşünceleri anlatan, yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce, genel son musiki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu sayede, Türk milli musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir.

SANAT
Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.
Yüksek bir insan topluluğu olan Türk Milleti'nin.tarihi bir özelliği de, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir.
Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz... Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatkar olamazsınız.
Sanatkar, toplumda uzun çaba ve çalışmalardan sonra alnında ışığı ilk duyan insandır.
Bir millet sanattan ve sanatkardan mahrumsa, tam bir hayata sahip olamaz.
Bir milletin sanat yeteneği güzel sanatlara verdiği değerle ölçülür.

SPOR
Ben sporcunun çevik ve namuslusunu severim. Spor, ahlaktır.
Türk gençliği, sağlıklı yetişip spor yaparsa ulusumuzun geleceği güvence altındadır.
Sporda başarılı olmak için bütün milletçe sporun niteliği ve değeri anlaşılmış olmak ve ona kalpten sevgiyle bağlanmak ve onu vatan görevi saymak gerekir.
Ben Türk gençliğinin spor yaparak güçlü olmasını isterim.

TAKLİT
Hiçbir millet aynen diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü bir millet, ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne de kendi milliyetçiliği içinde kalabilir.

TARİH
Tarih, bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkar etmez.

TUTSAKLIK – ESARET
Milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar.

VATAN

Vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor, bilim ve ustalık, yüksek uygarlık, hür düşünce ve hür yaşayış istiyor.
Bu vatan, çocuklarımız ve torunlarımız için cennet yapılmaya layıktır.
Bu memleket tarihte Türk'tü, bugün de Türk'tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır.

Kominizm,Sosyalizm, Vs Nedir Bilgi Verelim


Kominizm,Sosyalizm, vs nedir bilgi verelim

SOSYALİZM
İki ineğiniz varsa, birini komşuya verirsiniz.

KOMUNİZM
İki ineğiniz varsa, devlet ikisini de alır, size süt verir.

FAŞİZM
İki ineğiniz varsa, devlet ikisini de alır, size süt satar.

NAZİZM
İki ineğiniz varsa, devlet ikisini de alır, sizi kurşuna dizer.

KAPİTALİZM
İki ineğiniz varsa, birini satar, boğa alırsınız.

TEOKRASİ
İki ineğiniz varsa, devlet ikisini de alır, siz süt duasına çıkarsınız.

BÜROKRASİ
İki ineğiniz varsa, devlet ikisini de alır, birini öldürür, ötekini satar, kovayı devirir.

DEMOKRASİ
İki ineğiniz varsa, ikisi de greve gider.

Alıntı

TÜRK OLMAK....!!!


Aslında çok şeydir, Türk olmak. Türk olmak, Osmanlı’nın borcunu ödemektir. Hovarda babanın borçla yaşayan evladı gibi. Kosova’da ve Bosna’da, Batı Trakya’da ve Makedonya’da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir.
Türk olmak Kıbrıs’ta, Hocalı’da, Anadolu’da ve Balkanlar’da soykırıma uğrayıp, yapmadığın soykırımla suçlanmaktır. Türk olmak faşist olmaktır, vatanına, yurduna, tarihine sahip çıktığınca. Türk olmak demokrat ve çağdaş olmaktır, vatanına, yurduna, tarihine sahip çıkmadığınca.
Türk olmak lisanının Avrupa’da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini anlatamamaktır.
Avrupa’da hor görülmek Türk olmaktır, ataların bir sürü asır önce Viyana’yı kuşattığı için ve hoş görülmemektir, sadece kuşatıp; Napolyon gibi bütün Viyana’yı yakmadığın için.
Türk olmak Selanik’te Pontus Anıtı’nın, Viyana’da çiğnenen yeniçeri minberinin ve Malta’da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.
Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir. Üç kıtadan dönüp, bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir. Sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır, aynı zamanda sayısız imparatorluk yıkmak da Türk olmaktır.
Arabaya koşulan ilk atın vatanında, ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta, yazının bulunduğu, paranın icad edildiği her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta, kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir.
Türk olmak; Troya’dan bu yana, Sümer’den bu yana serpilerek gelse de, tarihten eski bu topraklarda, bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen, bir haftalık hafıza ile yaşamaktır.
Doğu Roma’yı da Batı Roma’yı da yıkıp, yeni Roma olan AB’ye girmeye çalışmaktır Türk olmak. Türk olmak, Mostar’da köprüdür, Kerkük’te kaledir, İstanbul’da Kızkulesi’dir, Anadolu’da buğdaydır, Çukurova’da pamuktur, Ege’de tütün, Karadeniz’de fındık, Trakya’da ayçiçeğidir.
Türk olmak Çanakkale’de ölmektir. Çanakkale’de ölmeden önce düşmana su vermektir, onun yaralısını sırtında kendi hastanene taşımaktır.
Düşmanın ardından rahmet okumak, kanlından helallik almaktır. Sabahları odana rahmet dolsun diye, camı açmaktır. Kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir. Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır. Yağmura rahmet, kara bereket diye bakmaktır.
Türk olmak, harap bir ülkede, zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip, tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile, paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen, yedi düvele meydan okumaktır.
Türk olmak askere davul-zurna ile uğurlanmaktır, belki de dönmeyeceğini bilerek. Türk olmak, annenin ardından “bir oğlum daha olsun, onu da göndereceğim” demesidir. Babanın gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken “vatan sağ olsun” demesidir.
Türk olmak “Türk çayında radyasyon olmaz” yalanları ile, “gusül abdesti alana aids bulaşmaz” dolanları ile yaşamaktır. Her hükümetin enkaz devraldığı, ama asla ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır.
Türk olmak, ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir. Aynı nedenle Türk olmak, yemeği ziyan etmekten korkmaktır. Göz hakkına, diş kirasına saygıdır Türk olmak. Evindeki bir kap aşın yarısını tanrı misafirine vermektir. Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak.
Türk olmak, milli maçta ağlamaktır. Ayhan Işık’a, Belgin Doruk’a aşık olmaktır. Türk olmak, aşkını ölesiye sevmektir. Aşkı için ölmektir, öldürmektir. Sevdiceğinin elini bir tez tutamadan, toprağa girmektir.
En güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir. Eşkıyaya türkü yakmaktır, Türk olmak. Milletine sövmektir, ama başkasına sövdürmemektir, Türk olmak. Türk olmak Yunus’u bilmektir, Aşık Veysel’i sevmektir. Mevlana’yı, Hacı Bektaş-ı Veli’yi ve Hoca Yesevî –tek bir satırını okumasa da- yüreğinde taşımaktır.
Türk olmak, saz çaldığında, ney üflendiğinde, kös dövüldüğünde ve kaval çaldığında, yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir, bir de Yemen Türküsü’nde...
Hayatın sana verdiklerine “nasip”, vermediklerine “kısmet” demektir. Her işin “hayırlısına” inanmaktır ve “feleğe” küfretmektir ve ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.
Türk olmak, Asya’da batılı, Avrupa’da doğulu diye tepki görmektir. Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaradılanı Yaradandan ötürü sevmektir.
Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da, silkinip üzerindeki ölü toprağını atabilmektir. Türk olmak, mahalle maçı için aynı saatte, on kişi buluşamazken, milyon kişinin bir araya gelmesidir. Tavla oynarken bile kavga ederken, milyon kişinin kavga etmeden gösteri yapabilmesidir.
Türk olmak, buhran zamanında Arjantin’de de mağazalar yağmalanırken, daha ağır buhranda sorumlusuna en ağır cezayı tek bir cam kırmadan sandıkta kesmektir.
Türk olmak en zayıf gününde bile dünyaya meydan okumak, en dertli gününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek tevekkül göstermektir.
Zor iştir Türk olmak. Türk olmak Anadolu’da her düşen yağmur damlasına hamdetmek, her çıkan başak için şükretmektir. Türk olmak, medeniyetler mezarlığı Anadolu’da dik durabilmektir.

29.06.2008

Şen Bilim

Sofu olmanın ne zararı var,
Güzel görünsün bedenciğim de.
Biliriz Tanrı kadını sever,
En azından, kadıncık şirinse.
Kuşkusuz Tanrı hemen affeder,
Dokunmaz garip keşişciğime.
Benimle olmaya hep can atar,
Diğer birçok keşiş gibi hem de.

Kilise babaları değil gri!
Hayır gençler, al al yanakları,
Yine de soluksa benizleri
Sebep: Kıskançlık para darlığı.
Sevmem elden ayaktan düşeni,
Hiç sevmez Tanrı da yaşlıları:
Ne muhteşem, bilgece, değil mi?
Kurmuş işte düzenini Tanrı!

-Friedrich Nietzsche-

MAYIS ŞARKISI


Minik kuşlar şakıyor
Neşeyle ormanın içlerinde;
Kırlar güneşleniyor
Mayısın ılık ışığında.
Dereler şırıldıyor usul usul
Çicekli kırlardan geçerken,
Tarlakuşları sevinçle ötüyor.
Ah! Daha güzel ne vardır
Mayıstan,sadece mayıstan?

Ne varsa yüreğimde
Üzgün,yılgın ve neşesiz,
Issız ve ürkütücü olan,
Şimdi güneş gibi aydınlık.
Çiçekler filizleniyor,
Arılar vızıldıyor çayırlarda.
Ah! daha güzel ne vardır
Mayıstan,sadece mayıstan?

Ah! Sınırsız zenginliği
Mutluluğun!
Ey sonsuz haz!
Sar acılı kalbimi!
Bırak gitsin,yok olsun
Yüreğimin içine
Bahar rüzgarı gibi
Hışırdayarak esmeyen!
Ah! daha güzel ne vardır
Mayıstan,sadece mayıstan?

Batmak istiyorum.
Bu keyif denizine;
İçime ferahlık veriyor.
Bu tatlı hayal bile.
İstiyorum seni kucaklamak
Ve hiç bırakmamak.
Ey bahar,gir içeri!
Daha güzel ne vardır
Mayıstan,sadece mayıstan!

1859-Nietzsche

BİR BAŞINA


Ne giderim peşlerinden ne ardımda devam olsun
Ne uyarım ne hükmeder, kalanlara selam olsun!
Korkunçtur kendinden korkan: Korku yayan korku bulsun!
Korkutanlar yönetirmiş, hadi onlar önder olsun!
Dinlemez sözümü kendim, söz geçiren beter olsun!
Severim dolanıp da orman olsun, denizler olsun!
Ara sıra gideyim de bıraktğım izler solsun
Gizi tenha köşelerde, beni şimdi kimler bulsun?
Ey benim gibi yalnız! Sen, kendine varan yolun
Yolcusu! Çağır uzaklardan kendini, olsun!

Friedrich Nietzsche

DÜNYA KURNAZLIĞI


Ne dur bu kırlı alanda
Ne de yükseklere sıvış!
En güzeli bu dünyada,
Yarı yükseklerden bakış!

Friedrich Nietzsche

YURTSUZ


Dört nala koşan atlar
Uzaklara götürür beni,
Korkmadan, doludizgin.
Gören tanır beni,
Ve tanıyan
Yurtsuz Adam diye seslenir.
Haydi, haydi!
Asla bırakma beni,
Yazgım, ey parlak yıldız!

Kimse bana soramaz,
Nerelisin diye.
Asla bağlanmadım bir yere
Ve geçip giden zamana.
Özgürüm kartallar gibi.
Haydi, haydi!
Asla bırakma beni,
Yazgım, ey tatlı Mayıs!

Neden inanayım ki?
Bir gün öleceğime,
Kekre ölümü öpeceğime.
Mezara mı düşeyim,
Bir daha içmeyeyim mi
Yaşamın nazenin köpüğünü?
Haydi, haydi!
Asla bırakma beni,
Yazgım, ey renkli düş!

Friedrich Nietzsche

YENİ DENİZLERE DOĞRU


Oraya gitmek istiyorum, oraya
Artık güvenim var koluma, kendime
Önümde uzanan açık deniz
Bir gemi taşıyor beni engine.

Her şey pırıl pırıl, daha yeni
Uyur mekânda, zamanda öğle vakti
Yalnız senin gözlerin, ey sonsuz!
Senin bakışın seyreder beni.

Friedrich NİETZSCHE
Çeviri: Selâhattin BATU

İŞARET ATEŞİ


Burada, adanın denizlerin ortasında çıkıverdiği,
bir kurban taşı gibi birdenbire yükseldiği yerde,
burada, kara göklerin altında tutuşturuyor
Zerdüşt koca ateşini,
yollarını kaybetmiş gemicilere işaret ateşi,
bir cevap verebileceklere soru işareti...

Beyaz-gri karınlı bu alev
-arzulaması yalıyor soğuk uzaklıkları,
hep daha arı yüksekliklere uzatıyor boynunu-
sabırsızlıkla dikelmiş bir yılan:
bu işareti takıyorum kendi kendime.
Benim ruhumdur bu alev:

Kanmazca susuz hep yeni uzaklıklara,
durgun yalazını fırlatıyor, yukarlara.
Ne demeğe kaçtı Zerdüşt hayvandan da insandan da?
Ne demeğe bıraktı sağlam karaları?
altı yalnızlığı tanımıştı bile
ama yetmedi ona denizin yalnızlığı,
ada bıraktı tırmansın, tepe bıraktı yansın, alev olsun,
bir yedinci yalnızlığı, yukarıya,
attı şimdi oltasını arayışla,
Ey yollarını kaybetmiş denizciler! Ey sönmüş yıldızların artıkları!
Siz ey geleceğin denizcileri! Ey keşfedilmemiş gökler!

İşte atıyorum bütün yalnızlara oltamı:
bir cevap verin alevin sabırsızlığına,
yakalayın bana, yüksek dağlarda bekleyen balıkçıya
yedinci, sonuncu yalnızlığımı!

Çeviri: Oruç ARIOBA

SOFUCA DİLEKLER


"Tüm anahtarlar birdenbire
Uçup ortadan kaybolmalı
Ve her anahtar deliğine
Bir maymuncuk uydurulmalı!"
Hep böyle düşünür kesinkes
Herkes - maymuncuk olan herkes.

Friedrich Nietzsche

ŞAİRİN ÇAĞRISI


Gençken serinletmek için kendimi,
Oturdum ben bir dumanlı ormanda,
Tik sesi duydum, uzak bir tik sesi,
Zarif, ölçülü, uygun "tak" ardında.
Çıldıracaktım neydi bu ses neydi,
Aradım hep aradım da vazgeçtim,
Sonunda karşısında şair gibi,
Tiktaklarla konuşmayı seçtim.

Ben de ne dizeler düzdüm anlayın,
Hece hece dans ettiler az sonra.
Bir güldüm bir güldüm ki sormayın
Gülmem sürdü tam on beş dakika.
Sen bir şair ha? Şair, böyle sessiz?
Üşüttün mü kafayı yoksa bir an?
- "Evet efendim, bir şairsiniz siz"
Omuz silkip, söylendi ağaçkakan.

Kimi bekliyorum bu çalılıkta?
Soyup ta kaçacağım birini mi?
Bir sözü, bir imgeyi karanlıkta,
Sessizce uyağımın yerini mi?
Koşan hoplayan ne varsa seçimsiz,
Gönderiliyor şiire doğrudan.
-"Evet efendim, bir şairsiniz siz"
Omuz silkip, söylendi ağaçkakan.

Uyaklar, oklar mı onlar, öldüren?
Nasıl da oynatırlar ne de titrek!
Gösterirler tüm güçlerini girerek!
Ah! Ölüyorsun, bil işte çaresiz,
Sensin bu sersem sersem yalpalayan!
-"Evet efendim, bir şairsiniz siz"
Omuz silkip söylendi ağaçkakan.

Çarpık söz kırıntısı çok acele,
Şiir sarhoş sözcükler kumkuması!
Satırdan satıra uçuyor hele
Tik taklar zincirinde uyak dansı.
Serserilerden misin, merhametsiz?
Kötü müdür bu şairler her zaman?
-"Evet efendim, bir şairsiniz siz"
Omuz silkip, söylendi ağaçkakan.

Şaka mı bu, kuş? Ettiğin alay mı?
Kafamı beğenmedin, kötüledin.
Kalbim daha da fena, kolay mı?
Köpür, coş, ey öfkem şiirle geldin.
Şair, uyaklar bul, sen, bitimsiz
Ey sen kızgın, kötü ve haklı olan.
-"Evet efendim, bir şairsiniz siz"
Omuz silkip, söylendi ağaçkakan.

Friedrich Nietzsche

SADECE DELİ! SADECE ŞAİR!



Kararan havayla,
çiyin avuntusu olmaktayken
yeryüzüne doğru,
görülmezce, işitilmeden
-çünkü yumuşacık patikler giyinir
avutucu çiy, bütün avuntuyla yumuşamışlar gibi-
anımsarsın sen, sıcak gönül, anımsarsın,
bir zamanlar nasıl susadığını,
kutsal gözyaşı ile çiy yağmurlarını özleyerek
yanıp tutuşurken, bitkinlikle susadığını,
kem gözlü akşamüstü güneşinin bakışları
sararmış otlu patikalar üzerinde
kararmış ağaçların içinden geçip dolaşırken
çevrende,
güneşin kör edici kor bakışları, acı vermekten haz
duyan.

"hakikatin yavuklusu -sen ha? diye alay ederlerdi-
hayır! bir şair sadece!
bir hayvan, kurnaz yırtıcı sürüngen,
yalan söylemesi gereken,
bilerek isteyerek yalan söylemek zorunda,
av arzusunda,
elvan elvan maskelenmiş,
kendine maske,
kendine av
buha -hakikatin yavuklusu?..
Sadece deli! Sadece şair!
Sadece parlak parlak laf eden,
deli maskelerinden dışarı renkli renkli konuşan,
yalancı söz köprülerine tırmanan,
yalandan gökkuşakları üstünde
kalp gökler arasında
dolanıp duran, sürünüp duran-
sadece deli! sadece şair!..

Bu ha -hakikatin yavuklusu?..
Durgun değil, dik donuk soğuk değil,
tasvirleşmemiş,
heykelleşmemiş,
tapınakların önüne dikili değil,
bir tanrıya kapı bekçisi değil:
hayır! bu çakılı erdem tasvirlerine düşman,
yabanlar ona daha rahat tapınaklardan,
kedi haylazlığıyla dolu
her pencereden zıplayıp
hop! her rastlantının peşinden
koklaya koklaya her yabanıl ormana dalansın sen,
yabanıl ormanlarda
renkli tüylü yırtıcı hayvanlar arasında
günahkarca sağlıklı, güzel, elvan gezinirsin,
arzulu dudaklarınla, kutluca alaycı, kutluca şeytani, kutluca kan emici
yırtıcı yırtıcı, sinsi sinsi, yalancı yalancı gezinirsin...

Ya da kartal gibi, uzun,
Uzun dikdik uçuruma,
Kendi uçurumuna bakan kartal gibi...

-nasıl da yukarıya,
aşağıya, içeriye,
hep daha derin derinliklere halkalanıyor uçurum!-
sonra,
ansızın,
düz uçuşla
aniden dalarak
kuzuların üzerine çullanmak,
birden aşağıya, yırtıcı açlıkla,
kuzu arzusunda,
bütün kuzu ruhlara kızgın,
öfkeli bütün erdemlice,
koyunca, kıvırcık kıvırcık
göz kırpıştıran, koyunsütü iyilikle alıklaşmışlara...

Böylesine
kartalcadır, parscadır.
şairin özlemleri,
senin özlemlerin,
binlerce maske altında,
sen ey deli! sen ey şair!..

Sen ki bakarken insana,
tanrı bakar gibidir koyuna-
insandaki tanrıyı paralamak
insandaki koyunu paralar gibi
paralarken de gülmek-

bu, işte senin kutluluğun,
bir parsın, bir kartalın kutluluğu,
bir şairin, bir delinin kutluluğu!..

kararan havayla,
ayın orağı
mor kızıllıklar arasında yeşil yeşil,
hasetle, sinsi sinsi dolanırken,
-güne düşman,
her dolanışta biçerken
gülden döşekleri gizlice,
çökertene dek,
gecenin derinliğine uçuk uçuk gömene dek:

ben de öyle düştüm bir kez
hakikat çılgınlığımdan aşağıya,
gün özlemimden aşağıya,
günden yorgun, ışıktan bıkkın
-aşağıya, akşama, gölgeye çöktüm
bir hakikatten
bağrı yanık, susamış
-anımsıyor musun hala, anımsıyor musun, sıcak gönül,
nasıl susadığını? -
sürülmüştüm tüm hakikatten!
Sadece deli! sadece şair!..


Friedrich Nietzsche

GECE DÜŞÜNCELERİ


Işığa baktım, bir sivrisinek
Uçuşuyordu etrafımda, iskemleye yığıldım:
Alıştığım çevreden geçip gitmiş,
Alıştığım zevkleri içip bitirmiştim.
Saçımı rüzgara, göğsümü sellere,
Kalbimi alacakaranlığa, dostça sunmuş,
Ve hafifçe kaynaşan kanımı usulca uyandırmışım,
Ölüleri anarak, en sevilen ölüleri.

Gördüm bulutlarda duranları -
Yalnızdım ve arada bir bakıyordum.
Bu onların güzel tavırları mı? Belli belirsiz
Sallıyor gece rüzgarı titreşerek yelpazesini.
Bu onlardı, onlardı. Aralarında mısın sen de?
Benim için öldün sen, ama göğsümdeki her şeyden
Daha mı çok seviyordum seni? Sen de mi gittin?
Hayır, sevgin öldü senin ve geçip gitti öteye!

Etrafım sessiz. Perdenin arasından
Dikkatle bakıyor soluk yüzlü ay.
Burada ne arıyor ay? Uçuşan hayaletler gibi
Çevresinde dolanıyor, incecik narin bulutlar.
Duvarıma vuruyor titreşen yansıları -
Seviyorum onların titreşmesini -
Görüyor gibiyim, düşüncelerin ara sıra dansını
Çevresinde sakin mezarların.

Önümde, açılmış kitaplar,
Arasında yazılı bir sayfa;
Kitaplar öylesine ölü - ben tedirgin,
Uzanıyorum mektuba: yazı yorgun,
Ölmüş onu yazan el,
Ölmüş o ele emreden yürek.
Bu mektuba yansımış bütün sevişim,
Bu satırlara bütün çilem.

Ve gene de ölü değilsiniz, ey siz kalın ciltler,
Siz, bilgelik dolu karınlar, ölü değilsiniz -
Alıyorum şimdi, dostça, seni ellerime
Bana teselli verdin, şarap ve ekmek verdin
Acılar beni yıktığında, sen, benim Shakespeare'im;
Ruhum bunu unutmamalı:
Onlar ay gölgesi gibi gittiler,
Sense bana sadık kaldın, ey derin anlamlı yüz!

Tükenmiş nerdeyse ışık - ve yeniden canlanıyor,
Aydınlatıyor odayı, göğsümün içini:
Uyan yüreğim, çık mezardan
Ve çıkart sabahın yeni zevkini!
Daha sönmedi ruhunun ateşi,
Daha saçabilirsin uzaklara parlak kıvılcımlar,
Paslanmış yatıyor demir kılıcın kumlar içinde -
Al kayaları, şimşekleri, bilemek için onu!

Çöktü, söndü ışığın son pırıltısı da,
Hızla koşuşuyor artık ayın gölgeleri.
Pencere camı tıkırdıyor - gece bakıyor içeri soluk soluk,
Sallıyor iniltiyle gece rüzgarı yelpazesini.
Elim uyuşmuş, yazmaktan nihayet yorgun,
Gözlerim bezgin, hüzün dolu.
Sivrisinek vızıldıyor gece türküsünü yavaşça -
Dinleniyorum, kendi içime dalmış, koltukta.

Friedrich Nietzsche

YANLIŞ ARKADAŞLAR İÇİN


Sen, ey çalan, gözlerin masum mu sanırsın
Aşırdığın bir tek düşünce mi, aldanırsın!
Kim ki böyle hem şerefli ve namussuz
Yemlen avuç dolusu sana verilenden sonsuz
Al benden olan herşeyi
Ye kalan masumluğu da temizlen ey domuz!

Friedrich NİETZSCHE


Almanca aslından çeviren: Şaban Öztürk



Für falsche Freunde

Du stahlst, dein Auge ist nicht rein —
Nur Einen Gedanken stahlst du? — Nein,
Wer darf so frech bescheiden sein!
Nimm diese Handvoll obendrein —
Nimm all mein Mein —
Und friß dich rein daran, du Schwein!

Friedrich NİETZSCHE

TÜRKÜLER



öylesine geniş ki yüreğim bir deniz gibi,
güler yüzün bir güneş ışığınca
tatlı ve derin yalnızlığında,
dalganın dalgaya sessiz karıştığı yerde.
gece mi bastırdı? gün mü yoksa? bilmiyorum.
güler bana o tatlı o sevimli
güneş ışıltılı yüzün,
ben bir çocuk gibi mutluyum.

gece yarısı bir de rüzgar
yavaştan yavaştan pencereme çarpar.
bir sağnak başlamış inceden
damlar odama yavaşça.
mutluluğumun düşüdür benim,
rüzgar gibi yalar geçer yüreğimi.
bir buğudur o bakışında senin.
bir yağmur tadıyla sarar yüreğimi.

Nietzsche

KÖPRÜNÜN ÜSTÜNDE


Köprünün üstünde durmuşum geçende
Karanlık geceye bürünmüşüm.
Bir türkü duyulur uzaklardan
Altın damlalar yağardı bir de

Ürperen aynasında suyun
Gondollar, ışıklar, bir de müzik
Geçmiş kendinden, yüzdüler alaca karanlığa doğru
Ruhum, şu görünmez parmakların dokunduğu çalgı,
Bir venedik türküsü söyledi gizlice,
Boyam boyam mutluluk içinde ürpererek.
__Bir duyan varmı dersin?

Nietzsche

ECCE HOMO



Evet, bilirim nereden geldiğimi
Alev gibi doymamış, aç
Yanar, tüketirim kendimi.
Işık olur, ne tutarsam,
Küldür arkamda kalan.
Ben ateşim besbelli.

Çeviri: Önay SÖZER


ECCE HOMO

Yes, I know from where I came!
Ever hungry like a flame,
I consume myself and glow.
Light grows all that I conceive,
Ashes everything I leave:
Flame I am assuredly.

Friedrich NİETZSCHE

Ariadne'nin Yakınması


Kim ısıtır, kim sever beni daha?
Sıcak eller uzatın bana!
Yürek mangalları uzatın bana!
Vurulup düşürülmüş çırpına çırpına,
can çekişenler gibi, ayakları ovuşturulan,
sarsılmışım, ah! Bilinmeyen ateşlerle yana yana,
sen peşimdesin, ey Düşünce!
Adlandırılamaz! Açıklanamaz! İğrenç!
Sen, ey bulutların ardındaki avcı!
Yerle bir olmuşum senin şimşeklerinle,
sen alaycı göz, dikmişin gözünü bana karanlıklardan!
Yatıyorum öyle,
kıvrılarak, çırpınarak, işkencesiyle
bütün sonsuz ezaların,
vurdun beni
sen ey zalim avcı,
sen ey tanınmaz - T a n r ı...
Vur, daha derine vur!
Bir kez daha, haydi vur!
Kopar, parçala bu yüreği!
Niye bu işkence
körelmiş oklarla?
Neye göz koydun böyle,
usanmadın mı bu insan işkencesinden,
acı vermekten haz duyan Tanrı şimşeği gözlerle?
Öldürmek değil istediğin,
yalnızca eziyet, eziyet etmek mi?
Bana - niye eziyet ediyorsun,
sen, ey acı vermekten haz duyan tanınmaz Tanrı?

Ha ha!
Usul usul sokuluyorsun
böylesi gece yarısında? ...
Ne istiyorsun?
Konuş!
Üstüme geliyorsun, sıkıştırıyorsun beni,
Ha! Çok yaklaştın yanıma!
Soluğumu duyuyorsun,
yüreğimi dinliyorsun,
kıskanç seni!
- neden kıskanıyorsun beni?
Git! Defol!
O merdiven de niye?
İçeri mi girmek istiyorsun,
yüreğime tırmanmak,
en mahrem
düşüncelerime tırmanmak?
Utanmaz! Tanınmaz! Hırsız!
Ne çalmak istiyorsun?
Ne gözetlemek istiyorsun?
Ne işkencesi etmek istiyorsun?
Sen ey işkenceci!
sen - Cellat - Tanrı!
Yoksa köpek gibi,
taklalar mı ataydım karşında?
teslim mi olaydım, kendimden geçerek
sevginle - sırnaşarak?

Boşuna!
Sürdür batırmanı!
Zalim diken!
köpek değilim - avınım yalnızca senin,
zalim avcı!
en gururlu esirinim,
en ey bulutların ardındaki haydut...
Konuş artık!
Ey şimşeklerin ardına gizlenen! Tanınmaz! konuş!
Ne istiyorsun, ey Eşkiya... b e n d e n?

Nasıl?
Fidye mi?
Ne istiyorsun fidye diye?
Çok iste - böylesi yaraşır gururuma!
ve az konuş - böylesi yaraşır öteki gururuma!

Ha ha!
Beni - istiyorsun ha? beni?
herşeyimle beni? ...
Ha ha!
Ve işkence ediyorsun bana, delisin ya işte,
gururumu kırıyorsun işkencenle?
S e v g i ver bana - kim ısıtır ki beni daha?
kim sever ki beni daha?
sıcak eller uzat bana,
yürek mangalları uzat bana,
bana, yalnızların en yalnızına,
buzunu ver ah! yedi kat donmuş buz,
düşmanları bile
düşmanları özlemeyi öğreten,
ver, evet, teslim et,
ey zalim düşman
bana - k e n d i n i!

Kaçıyor!
Bu kez o kaçıyor,
tek yoldaşım,
en büyük düşmanım, tanınmazım benim,
Cellat-Tanrım benim! ...

Hayır!
gel geri!
bütün işkencelerinle birlikte geri gel!
Bütün gözyaşlarım
sana akıyor,
yüreğimin son alevi
seni aydınlatıyor.
Gel, geri gel,
tanınmaz Tanrım! A c ı m benim!

son mutluluğum benim! ...

Nietzsche

Nietzsche'den (Salomeye)


Öyle bir hayat yaşıyorum ki,
Cenneti de gördüm, cehennemi de
Öyle bir aşk yaşadım ki
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de
Bazıları seyrederken hayati en önden
Kendime bir sahne buldum oynadım
Öyle bir rol vermişler ki
Okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde
Hem kızdım hem güldüm halime
Sonra dedim ki ' söz ver kendine '
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin
Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım
Öyle çok değerliymiş ki zaman
Hep acele etmem bundandı.
..ANLADIM

*****Nietzsche'nin vecize şeklindeki nükteci, iğneleyici dizelerinin öğretici karakterde olmalarının yanında, onun lirik denemeleri bu yönde üstün bir istidada işaret ediyorlar. Ve o, birçoklarınca, sadece, yanlışlıkla felsefeye yönelmiş bir yazar sayılıyordu. Nietzsche'nin şiirlerini, onun yaşam öyküsü hakkında hiçbir şey bilmiyormuşuz gibi, önyargısız okuyamayız. Şiirleri için ne hüküm verilirse verilsin, onların önce biyografik değerleri vardır; sonra, epeyce kendini keşfetme, sorgulama niteliğindedirler ve yaptıklarını, fikirlerini, duygularını araştıran (refleksif) , son derece farklı dize kreasyonlarıdırlar. Onun yapıtlarının ve şiirlerinin yanlış anlaşılmaları ya da bazılarınca kasten kendi lehlerine yorumlanmaları ile hesaplaşma henüz bitmemiştir. Bunlar orada burada hala için için sürmektedir, ama ne ciddi ne de anlaşılır şeylerdir. Nietzsche, yazılarını okumayı öğrenmek gerektiğine hep işaret etmiştir, ancak, bu kolay değildir. Nietzsche'de çok şey ustaca yutulmuştur, veya çelişkilidir ya da farklı biçimlerde yorumlanabilir -bazen kışkırtıcı, bazen yerici, bazen taklitçidir.**********

YALNIZ



Haykıran kargalar
Darmadağın uçuşuyor kente doğru:
Neredeyse yağacak kar
Yeri yurdu olanlara ne mutlu!

Donmuş kalakaldın,
Hanidir gözlerin arkada!
Boşuna kaçışın, ey çılgın,
Kıştan uzaklara!

Dilsiz ve soğuk binlerce çöle
Açılan bir kapıdır dünya!
İnsan senin yitirdiğini yitirse
Bir yerlerde duramaz bir daha!

Sen şimdi solgun, sarı
Kış gurbetlerine lanetli,
Hep soğuk gök katlarını
Arayan bir duman gibi.

Uç git kuş, söyle ezgini
Issız çöl kuşlarının sesiyle!
Göm, gizle, ey çılgın, kanayan kalbini
Buzların, alayların içine!


Haykıran kargalar
Uçuşuyor kentten yana, dağınık:
Nerdeyse yağacak kar
Yeri yurdu olmayana çok yazık!


Friedrich Nietzsche

Çeviren: Behçet Necatigil

Ressamca


Bir gün Avrupa'nın ünlü sanat merkezi kentlerinden birin de gezen çocuğun biri bir vitrinde çok hoş bir tablo görür. Tablo bedeli oldukça pahalıdır. Çocuk bu tabloyu bir sonra ki sene abisinin doğum gününe almayı ister ve bir iş bulup kıt kanaat geçinerek biriktirdiği tüm para ile mağazaya gider. Şanslıdır tablo hala satılmamıştır. İçeri girer ve tabloyu bir süre yakından izledikten sonra resmi yapan sanatçıyı bulur ve "Abimin doğum günü için bu resmi satın almak istiyorum, tüm paramda bu kadar" der. Ressam bir süre düşündükten sonra. Resmi paketler ve resmi satar. Çocuk paketini alır ve teşekkür ederek çıkar. Mağazada ressamın arkadaşları da vardır ve şaşkın şaşkın sorarlar: "Sen ne yaptın o resmin değeri milyonlar ederdi. Neden bu kadar cüzi bir rakama sattın?" Ressam cevap verir: "Evet ben bu resme milyonlarını verecek bir sürü insan bulabilirdim, ancak tüm servetini bu resme verecek kaç kişi bulabilirdim

ilginç akıllıca ve de GERÇEK...:)

Hirsizin biri, bir evin Çatısına Çıkmış ve anten kablosunu kesmis.
Evin reisi de tam TV'ye dalmisken yayin kesilince televizyonunu biraz kurcalamis, Bozuldu herhalde"diyerek yatmis.
Ertesi gun adam ise gittikten sonra hirsiz kapiyi açıp adamin karisina,Yenge, beni abi gönderdi, televizyon bozuk, alin da bir bakin dedi" demis. Saf kadincagiz da televizyonu vermis. Aksam adam eve gelip de televizyonu görememis ve karisindan olayi ögrenince dumura Ugramis tabii. O hafta sonu balkonda keyif yaparlarken bizim hirsiz asagidan islik çala çala onlara bakarak sokaktan geçmiş.
Kadin hirsizi tanimis ve Bak bey! Televizyonu çalan adam iste buydu!!" demis.
Adam bunu duyunca pijamalarla adami kovalamaya baslamis. 5 dakika sonra diger hirsiz adamin evine gelip, karisina Yenge, ben polisim, abi hirsizi yakaladi. Simdi karakoldalar. Pantolonuyla, cüzdanını istiyor."
demis ve kadin da vermis normal olarak. Adam hirsizi uzun bir saat kovaladiktan sonra kan ter içinde eve dönmüş...
VEEE yine dumur! artik adam karisini ne yapmis bilinmiyor???....

Delilerden Akıllıca Espriler

Delilerden Akıllıca Espriler(hepsi çok akıllıca deli deyip geçmeyinn)
1)Kaç kişisiniz?
Akıl hastanesini gezmekte olan gazeteci bir koğuşta rastladığı hastaya sordu:
-burada kaç kişisiniz? Karşısındaki elini 'boşver' anlamında salladıktan sonra cevap verdi:
-Asıl siz dışarda kaç kişisiniz

2)Prova
İki deli hastaneden kaçmaya karar verir ve o akşam kaçarlar.Ertesi gün tekrar hastaneye geri dönerler.Hastane görevlileri sorar:
-Niye kaçtınız,niye geri döndünüz?deliler cevap verir''ilki provaydı şimdi gerçekten kaçacağız!

3)Karıştırmadın ki?
Akıl hastanesinin bahçesinde geziniyorlardı.Durdu, havuza eğilip ağzına biraz su aldı, doğrulup püskürttü, yanındaki arkadaşı sordu:
-Ne oldu?
-Sabah iki şeker attım,su hala tatlanmamış!
-Elbette tatsız olacak.karıştırmadın ki

4)Sağlık Bakanı
Akıl hastanesini gezen sağlık bakanı bir hastanın yanına yaklaşmış.Hasta ona bakmış:
-Yeni mi düştün_diye sormuş.
-Hayır ben sağlık bakanıyım buraya sizleri ziyaret etmek için geldim.
-Heh heh heh.Sağlık bakanıymış.Ben de Napolyon Bonapart memnun oldum!!

5)Fare-kedi
Adamın biri kendini fare zannettiği için akıl hastanesine düşmüş.Tedavisi bittikten sonra doktor sormuş:
-Şimdi sen bir fare misin, yoksa insan mı?
-Fare olur mu doktor bey ben bir insanım.
-O zaman gidebilirsin.iyileştin artık.Deli kapıdan çıkmış ve ''imdaatttt!''diye bağırarak tekrar içeri girmiş.Doktor:
-Ne oldu?demiş.Deli:
-Bir kedi gördüm de ondan korktum!demiş.doktor:
-Hani sen artık kendini fare zannetmiyordun?.Demiş.Deli cevap vermiş:
-Ben fare olmadığımı biliyorum ama kedi nerden bilsin?

6)Havuz
Akıl hastasindeki doktorlar artık karar vernişlerdi bu 10 deli bu testi de geçerlerse hastaneden çıkabileceklerdi.test şöyleydi; boş bir havuza 10 deliyi sıralamışlardı ve hangisi 'atla'deyince boş havuza atlamazsa o iyileşmiş kabul edilecekti.Doktor ''atlayın''dedi ve 9 deli boş havuza atlayıp kulaç atmaya başladılar.Bir deli ise atlamamıştı.Doktorlar onun iyileştiğini sanarak sevinçle yanına gittiler ve sordular:
-Sen niye atlamadın?deli:
-Ben yüzme bilmem ki:)

Akıllıca Cevaplar

ODTÜ Felsefe öğrencilerini en çok zorlayan hocalardan biri
yıllık olan dersinin final sınavında sınıfa gelmiş ve sınav
sorusu olarak tahtaya, "Why?" (Neden?) yazmış. Öğrenciler ilk
önce ne yazacaklarını şaşırmışlar, sonra herkes birşeyler
yazmaya başlamış.
Yalnız bir öğrenci, sınavın ilk dakikasında kağıdını teslim
etmiş.
Öğrencinin cevabı da soru gibi kısaymış: "Why not?"
(Neden olmasın ki?) Bu
öğrenci sınavdan "100" almış.

*****
Aynı hoca başka bir sınavda "risk nedir?" diye soruyor. Yine
bir öğrenci sınavın ilk 10 saniyesinde teslim ediyor kağıdını.
Kağıdın üst kısmında
sadece isim-soyadı yazıyor, gerisi ise bomboş beyaz yaprak. En
altta ise "İşte risk budur" diye yazıyor. Ve sonuçta da
sınıftaki en yüksek notu alıyor.

*****
Hocanın bir sonraki sınavında yine "Risk nedir?"
sorusuyla karşılaşan
öğrencimiz tekrar boş kağıt verince bu sefer 0 alıyor. Tabii
koşa koşa hocaya gidip sebebini soruyor. İşte cevap: "Aynı
şartlar altında, aynı riski iki kere almak aptallıktır!"

*****
Hocamız bir başka sınavda derse giriyor ve tek soru
soruyor: "Atatürk ne
yaptı?". Bütün öğrenciler harıl harıl yazmaya başlıyor,
kağıtları dolduruyorlar. Sınav sonucunda herkes ortalama notlar
alıyor. Bir öğrenci ise 100 alıyor. Bu öğrencinin cevap
kağıdında şu
yazıyor: "Ne yapmadı ki!"

Akillica...


Adamin biri Afrika'da safariye çikarken yanina minik köpegini de
almis. Minik köpek bir gün ormanda dolasip, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kayboldugunu fark etmis.
Ne yapacagini düsünürken bir de bakmis ki karsidan bir leopar geliyor ve belli ki günlük yiyecegini
ariyor."Simdi basim dertte" diye düsünmüs minik köpek.
Etrafina bakmis yerde kemik parçalarini görmüs.
Hemen arkasini leoparin geldigi yere dönerek kemikleri kemirmeyebaslamis, bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalisiyormus. Leopar tam saldiracakken minik köpek kendi kendine konusmus; "Ne kadar lezzetli bir leoparmis.
Acaba etrafta bundan bir tane daha var mi?" Bunu duyan leopar bir anda donmus kalmis ve en yakindaki agaca tirmanarak dallarin arasina saklanmis. "Tam zamaninda kurtardim yoksa
bu köpege yem olacaktim" diyedüsünmüs leopar. Bütün bunlar olup biterken bir baskaagacin üstündeki bir maymun olanlari izliyormus.
Bildiklerini kullanarakbundan sonra leopardan kurtulabilecegini düsünmüs.
Leoparin yanina giderek neler oldugunu anlatmis. Leopar kopegin
yaptiklarina çok sinirlenmis ve maymuna "Atlasirtima, gidip sunu yakalayalim" demis.
Ancak minik köpek neler oldugunu ve leoparin sirtinda maymunla birlikte süratle kendisine yaklastigini fark etmis. "Simdi ne yapacagim" diye düsünürken kaçmaya tesebbüs etmemis. Bunun yerine arkasini leoparin geldigi yöne dönerek, kemikleri kemirmeye devam etmis. Tam leopar saldiracakken yine kendi kendine konusmus; "Bu aptal maymun da nerede kaldi? Yarim saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim, hala haber yok!"

Diplomasi böyle birsey iste...
(Yapabiliyorsan; hizli düsün, sakin ol, güçlü görün, düsmanini kendi silahi ile yen.)

28.06.2008

ATATÜRK HAKKINDA SULTAN VAHDETTİN TARAFINDAN VERİLEN İDAM FERMANI


İDAM FERMAN

Dosya Tasnifi
Harbiye-Divan-ı Harp
DOSYA No : 70
Harbiye Nezareti
Adliye-i Askeriye Dairesi
Şube :
Adet : 705

PADİŞAH BUYRUĞU
Mehmet Vahidüddin
ONAY

“Kuvayı Milliye adı altında çıkardıkları fitne ve fesatla, anayasaya aykırı olarak halktan zorla para toplamak, asker almak, bunun aksine hareket edenlere işkence ve eziyet ederek şehirleri yakıp yıkmaya kalkışmak suretiyle iç güvenliği bozanların tertipçisi oldukları iddiasıyla haklarında dava açılan, Üçüncü Ordu Müfettişliğinden alınarak askerlik mesleğinden çıkartılmış bulunan Selanikli Mustafa Kemal Efendi, Eski yirmi yedinci fırka kumandanı miralaylıktan emekli İstanbullu Kara Vasıf Bey, Eski yirminci kolordu kumandanı Mirliva Salacaklı Fuat Paşa ile Eski Vaşington elçisi ve Ankara milletvekili Midillili Alfred Rüstem ve sıhhiye eski müdürü İstanbullu Doktor Adnan Bey ile Üniversite Batı Edebiyatı eski öğretmeni Halide Edip Hanımın, ayrıntıları 11 Mayıs 1336 (1920) tarihli ve 20 numaralı karar tutanağında yazılı olduğu üzre, Mülkiye Ceza Kanunu’nun kırk beşinci maddesinin birinci fıkrası delaletiyle elli beşinci maddesinin dördüncü fıkrası ve elli altıncı maddesi uyarınca, sahip oldukları askeri ve mülki rütbe ve nişanlarla, her türlü resmi ünvanlarının kaldırılmasına ve idamlarına, halen firarda bulunmaları dolayısıyla kanun hükümleri gereğince mallarının haczedilerek, usulüne göre idare ettirilmesine dair İstanbul bir numaralı sıkıyönetim mahkemesi tarafından gıyaben verilen hüküm ve karar, ele geçirildiklerinde tekrar yargılanmak üzere tasdik edilmiştir.

Bu Padişah Buyruğu’nu yürütmeye Harbiye Nazırı görevlidir.

24 Mayıs 1336 (1920)
Sadrazam ve Harbiye Nazırı Vekili

Damad Ferid

Ata' nın Amerika' ya Mektubu


Amerikan Milletine
siz zulüm ve zorbalıgı kendi vatanınızdan uzaklaştırdınız siz, uzun ve kanlı bi mucadeleden sonra kendi özgürlük ve bagımsızlıgınızı kazanarak halk egemenligine dayanan demokratikbirdevlet ve güçlü bir uygarlık kurdunuz. yer kürenindiyer tarafında bir ulus varki o, da aynı özgürlük , aynı bagımsızlıkve aynı domakrasi ugrunda mücadele ediyor, KAN döküyor bu ülkenin arılıkve yüceliyine karşı düşünceleriniziyanıltmak istiyorlar bu propagandayı yapanlar, ya bi takım cahil tutucular veya yeni kazandıgımız özgürlüyü kaldırmak ve bizi ondan mahrum etmek isteyen gizli ve açık düşmanlarımıza alet oluyorlar. yalanlara ve iftiralara inanmayınız. ÖZGÜRLÜK VE BAGIMSIZLIK ugrunda savaşan ve tıpkı sizin gibi dünyada ilerlemeve adaletisaglamak için samimi bir sürette mücadele eden TÜRK HALKINA KALBİNİZİ AÇIK BULUNDURUNUZ
GAZİ Mustafa Kemal

ATATÜRK'E YAHUDİ ASILLI FİZİK PROFÖSÖRÜ ALBERT EİNSTEİN'İN MEKTUBU


ATATÜRK'e Fizik Profösörü Albert Einstein' ın Mektubu

Alman diktatörü Adolf HİTLER'in yahudi asıllı vatandaşlarını zehirli gaz odalarında öldürtmeye başlaması üzerine, Albert Einstein ve 40 bilim adamı Türkiye'ye geçmek isterler, bunun üzerine Albet Einstein 17 Eylül 1933 tarihinde ATATÜRK'e Hitaben yazdığı mektubu;

'Ben, sadik hizmetkáriniz
Prof. Albert Einstein'

"Ekselánslari,

'OSE' Dunya Birligi'nin seref baskani olarak,
Almanya'dan 40 profesorle doktorun bilimsel ve
tibbi calismalarina Turkiye'de devam etmelerine
musaade vermeniz icin basvuruda bulunmayi
ekselanslarindan rica ediyorum. Sozu edilen kisiler,
Almanya'da halen yururlukte olan yasalar
nedeniyle mesleklerini icra edememektedirler.
Cogu genis tecrube, bilgi ve ilmi liyakat sahibi
bulunan bu kisiler, yeni bir ulkede yasadiklari
takdirde son derece faydali olacaklarini ispat edebilirler.

Ekselanslarindan ulkenizde yerlesmeleri ve calismalarina
devam etmeleri icin izin vermeniz konusunda basvuruda
bulundugumuz tecrube sahibi uzman ve seckin
akademisyen olan bu 40 kisi, birligimize yapilan
cok sayida basvuru arasindan secilmislerdir.
Bu ilim adamlari, bir yil muddetle,
hukumetinizin talimatlari dogrultusunda
kurumlarinizin herhangi birinde bir yil boyunca
hicbir karsilik beklemeden calismayi arzu etmektedirler.

Bu basvuruya destek vermek maksadiyla,
hukumetinizin talebi kabul etmesi
halinde sadece yuksek seviyede bir insani faaliyette
bulunmus olmakla kalmayacagi, bunun ulkenize de
ayrica kazanc getirecegi umidimi ifade etme
curetini buluyorum.

Ekselanslarinin sadik hizmetkari olmaktan seref duyan,

Prof. Albert Einstein"


Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Bu isteği ilk etapta Atatürk'ten habersiz red etmiştir. Daha sonra Atatürk'ün devreye girmesiyle 40 bilim adamı Türkiye'ye geçmiş ve çeşitli projelerini uygulamışlardır.

TOHUM YASASI TÜRKLERİN VE TÜRKİYE'NİN SONU OLABİLİR

Son çıkan tohum yasasıyla, Türkiye'yi, Atatürk'ün, Gençliğe Hitabede uyarmış olduğu gibi gaflet, delalet ve hıyanet içinde yönetenler, Türklüğe ve Türkiye'ye son darbeyi vuruyor olabilirler. 1970'lerde tarım konusunda kendi kendine yeten ve bir tarım-hayvancılık ülkesi olan Türkiye bugün bu stratejik iki önemli unsurunu yitirmiş durumdadır. Son alınan kararlarla ve çıkarılan kanunlarla, Türkiye'nin çöküşünü hızlandırmak için elinden geleni yapanlar, Türkiye'yi Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında daha da çaresiz hale getirmeye çalışmaktadırlar. Artık Türklere ve Türkiye'ye ihanet edildiği kesin kez ortadadır! Türkiye Cumhuriyeti adım adım çökertilirken, tarımı ve hayvancılığı yok edilirken, en stratejik kurumları yabancıların eline geçmiştir (Türk Telekom, Bankalar, Tüpraş vb.) . Tarımı, hayvancılığı, ilaç sektörü olmayan ve bu konuda dışa bağımlı olan bir ülke savaşamaz, kendini savunamaz. Çökmeye ve yokolmaya mahkumdur. Genetik Olarak Değiştirilmiş (GOD veya GE: Genetically Engineered) tohum belki de insanlık tarihinin en büyük dramı olacaktır. Bu sayede biyolojik ve mikrobiyolojik savaşın her türlüsü çok büyük kolaylıkla yapılabilir. Yediğiniz ekmekten, meyveden, sebzeden, içtiğiniz biraya, şaraba, meyva suyuna kadar herşey ama herşey artık genetik olarak değiştirilmiş olarak odamıza, buzdolaplarımıza girecektir. Bunun kaçınılmaz anlamı şudur: Çocuklarınızın vücutlarını oluşturan karbonhidrat, amino asit, yağ ve diğer bileşenlerin bile yabancı derin devletler tarafından kontrol edilebileceği ! Artık sadece beynimizin içine girmekle kalmayacaklar, bedenlerimize ve moleküllerimize kadar nüfuz edebileceklerdir. Bugün kendi halkına veya Avrupa halkına Genetik İşlenmiş yiyecekleri satamayan Amerikan ve İsrail firmaları ülkemizi yok etmeye ve çökertmeye azmetmiş başımızdaki bu yönetimlere bu tohumları satabilmektedirler. Bu tohumların hiç birisi yeterli uzun dönemli deneylerden ve testlerden geçirilmemiştir. Bunların toplumlar üzerindeki uzun süreli etkileri bilinmemektedir. Yeterli hayvan çalışmaları kesinlikle yapılmamıştır. Genetik Olarak İşlenmiş yiyeceklerin özellikleri şöyledir: Bu yiyeceklerde, basit dille anlatmak gerekirse, soyun devamını sağlayan genetik kodlar ortadan kaldırılmıştır, bu bitkiler tohum vermemektedir. Yani bu tohumları her yıl yeniden satın almak gerekmektedir. Böylece Amerika ve İsraile bağımlı hale gelmek söz konusudur. Ama ayrıca bir özellikleri daha vardır, bir kez bunlara genetik manüpülasyon yapılmışsa, bu manüpulasyonun sadece tohum verme yeteneği üzerine yapılıp, yapılmadığı bilinemez. Bilemediğiniz başka pek çok gen de bu bitkilere eklenmiş olabilir, ya da zamanla eklenecektir. Yani bu bitkilerin çoğu normal görünen CANAVAR BİTKİLER olabilir. Bu tohumlar özel olarak bitki örtüsünün yapısını bozmak üzere kodlanmışlardır. Yani bir tarlaya ekildiğinde içerdikleri genetik bilgi sayesinde o bölgedeki bitki örtüsünü yok etmekte ve o bölgedeki diğer bitki örtüsünü belirli böcek türlerine veya mantar türlerine zayıf hale getirmektedirler. Böylece o böcek türlerini ortalığa salan (daha sonra da onları öldürmek için böcek ilaçlarını satan) dev şirketler bir kaç kez kar etmektedirler. Örneğin GOD buğday ekilmiş bir tarlaya, bu sefer DOĞAL BUĞDAY ekmek isterseniz, toprağa karışmış olan genler nedeniyle ekeceğiniz buğday özel mantar ve böcek türlerine zayıf hale getirileceği için ürün almanız mümkün olmayacaktır. Yani bir tarlaya Genetik Olarak Değiştirilmiş tohum ekerseniz bir 50-70 yıl daha başka tohum ekemezsiniz. Böylece toprağın iç kimyasal ve genetik yapısı değiştirilmektedir. Burda Genetik olarak değiştirilmiş yiyecekleri savunanlar, bu 'canavar bitkilerin' mikroorganizmalara karşı daha dayanıklı olduklarını ve daha fazla ürün verdiklerini söylemektedirler. Bunun doğru olup olmadığı, bilimsel olarak ispatlanmış olup olmadığı, tartışmalıdır. Bu tohumlar sadece üremesi durdurulmuş tohumlar değildirler. Bunlar aynı zamanda çok kolay farklı genlerle yüklenmiş tohumlardır. Yani bu tohumlardan oluşacak buğdayın, elmanın, portakalın görünümleri (fenotipleri) orjinale benzese de, aynı ALIEN filmindeki gibi bunlar 'canavar meyveler veya sebzeler' olacaktır. Üstelik sizin sindirim sisteminize girecek, karaciğerinizde ve beyninizde depolanacaklardır. Büyümekte olan çocuklarınızın vücutları bu canavar yiyeceklerle dolacaktır. Üstelik bazı etkileri de geri dönüşsüz olabilir. Genetik olarak işlenmiş tohumların veya bu ' canavar-uzaylı bitkilerin' gerçek genotipini saptayacak teknolojik imkanlar Türkiye'de olmadığı için, ne yediğiniz hiç bir zaman saptanamayacak, ama bu canavar bitki-meyvaların etkileri yıllar ya da kuşaklar sonra ortaya çıkana kadar meçhul kalacaktır. İşte 2006 yılında Türkiye'yi yönetenler Türk ırkını nasıl yokedebileceklerinin hesabını belki de çok daha önceden Küresel Elitle birlikte yaptıkları için şimdi tüm yasaları geçirmektedirler. Bu tohumlardan oluşacak ve gelişecek bitki örtüsü tamamen ülkeyi kaplayacak ve tüm toprağı işgal edecektir. Bu geri dönüşsüz bir olgudur ve en az 50-70 yıl bu topraklarda başka doğal bir bitki yetiştirmeniz mümkün olmayacaktır. Yani sadece beyniniz, karaciğerleriniz, kaslarınız işgal edilmekle kalmamakta, aynı zamanda da tüm topraklarınız, bitki örtünüz, ormanlarınız işgal edilmektedir. Bu canavar bitkiler hakkında çok az şey bilinmekte, gerçek bilgiler yabancı derin devletlerin gizli laboratuarlarında ve kasalarında saklanmaktadır. Türkiye'de son 30 yılda TÜRK ırkında kısırlık % 30-40 oranında artmıştır [1]. Artık 6 Türk erkeğinden birisi kısırdır. Şu anda Türk ırkının yok edilmesi için zaten pek çok yöntem büyük olasılıkla kullanılmaktadır. Genetik İşlenmiş Tohumun da devreye girmesiyle, Büyük İsrail ve Büyük Kürdistan projeleri için, Türk ırkının kısırlaştırılması projesi tüm hızıyla sürecektir. 'Türkler Uyusunda Büyüsün, Kürtler Üresin de Büyüsün' sözü doğru hale gelmektedir. Türkiye'de Genetik İşlenmiş Tohumun uzun süreli etkilerini araştırabilecek bir merkez veya teknoloji yoktur. Bu konuda ses çıkaran benim gibi ulusalcı, Atatürk milliyetçisi, vatansever bilim adamlarını ise üniversitelerden atmaya, haklarında olur olmaz nedenlerle mahkemeler açarak, hayatlarını zorlaştırmaya, mahvetmeye çalışmaktadırlar. Bu konuda halkı aydınlatacak ve gerçekleri ortaya çıkaracak tüm sesler, o demokrasiyi çok seven Batı ülkeleri ve Türk hükümeti tarafından anti-demokratik olarak susturulmakta, tüm alternatifler ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Bu konuda uzun dönemli araştırmalar yapılmadan, bu yiyeceklerin topluma, çocuklarımıza yönelik yaygın kullanılması insanlık suçudur. Genetik işlenmiş tohumların oluşturacakları canavar bitkiler normal görünmelerine karşın, ne yazık ki içerecekleri ve ruhunuzun bile duymayacağı enzimler, amino asitler ve diğer genetik materyel sayesinde tüm toplumdaki insanların beyninde nörotransmitter düzeyini değiştirebilirler, gelişmekte olan çocuklarda ise nöronal ağın oluşumunu değiştirebilirler. Bu etkilerin çoğu geri dönüşümsüzdür. Bu etkiler ilk başta ortaya çıkmasa da bir kaç kuşakta ortaya çıkabilir. Bu etkilerin sonucunda tüm ırk bir kaç kuşak sonra kısırlaştırılabileceği gibi, depresyon ve zeka seviyesinde azalma, zeka geriliği, apati veya başka psikolojik, nörolojik sorunlar da oluşturulabilir. Teknolojinin gelişmesiye bu canavar bitkilerin içine gelecekte başka ne müdahalelerde bulunulabileceği bilinemez. Örneğin salgın bir hastalığa veya virüse karşı bu bitkileri tüketen toplumlar daha dirençsiz hale gelebilir. Zaten Round Table ve CFR'nin almış oldukları kararlara göre, böyle bir biyolojik savaşla dünya nüfusunu tüketmeye Amerikalılar ve Yahudiler karar vermişlerdir [2] 1. Son çıkarılan tohum yasası sonucunda, Türkiye'ye sokulacak ve bitki örtümüzü işgal edecek canavar tohumlar ve bitkiler aşağıdaki etkileri yapabileceklerdir: · Toplumdaki kısırlık oranını arttırıp 5-6 kuşak sonra Türklerin sayısının azalmasına yol açabileceklerdir. · Alerji, enfeksiyon, çok çeşitli hastalıklara yakalanma riskini o toplumun genetik yapısına özgü yöntemlerle artırabileceklerdir. · O toplumun genetik yapısını değiştirebileceklerdir. · Kanser riskini çok artıracaklardır . Bu da yabancı ilaç şirketlerinin işine yarayacaktır. · İnsanlardaki zeka, düşünme, normal psikolojik denge gibi fonksiyonları olumsuz yönde etkileyeceklerdir. Toplumda, genetik bozukluklar, depresyon, psikoz, nörolojik bozuklar, zeka geriliği veya düşük zeka, hastalıklara eğilim inanılmaz düzeyde artacaktır. Bu ilk 10 yıl içinde görülmese bile, 30-50 yıl içinde kendini gösterecektir. · Türk toplumunu yok etmek ve genetik yapısını bozmak için uzun dönemde etkisi çıkabilecek pek çok kimyasal, amino asit veya genetik materyel bu şekilde topluma enjekte edilebilecektir. · 50-100 içinde Türklerin kısırlaştırılması, genetik yapılarına tesir etmek, genetik materyeli bu yiyeceklerle tüm topluma yaymak, salgın hastalıklara karşı toplumu ortadan kaldırılabilir hale getirmek mümkün olacaktır. · Bu canavar tohumlar ve canavar bitkiler nedeniyle sadece kendi bedeniniz değil, çocuklarınızın, torunlarınızın ve tüm ırkın bedeni ve beyinleri moleküler düzeyde işgal edilmektedir. Türk toplumuna ve Türk ırkına daha büyük bir ihanet olamaz.Evet! Türk tarihinde hiç bir yönetim Türklere, Türkiye'yeve kendi vatandaşlarına böylesine gaddar, hain ve acımasız olmamıştır. Bırakın Türk tarihini, Dünya Siyaset Tarihinde hiç bir yönetim kendi ülkesinin ulusal güvenliğinin aleyhine böylesine yoğun çalışmamıştır. Artık kim neyi beklemektedir, bu gidişe kim dur diyecektir, diyebilecek olanlar neyi beklemektedirler, bunu anlamak çok zordur. Yoksa herkes mi satılmıştır ve ülkesine ihanet etmektedir? Bir kaç yıl daha beklenirse, Türkiye'nin ve Türklerin köleleştirilmesinin engellenmesi imkansızlaşacaktır, Türkler ve Türkiye işgal altındadır ve yok edilmektedir. Türklerin genetik yapılarına, Türk ırkına ve Türkiye'nin geleceğine müdahale söz konusudur. Bu müdahale en ince, Derin Devlet teknolojileri, biyoteknolojiler ve sistematik gizli KARA BİLİM yöntemleri ile yapılmaktadır. Kimse demezse, artık Türk Halkı bu gidişe bir dur demelidir!...
Alıntı

ATATÜRK İLKELERİ VE ANLAMLARI


Atatürk ilkeleri; Türkiye Cumhuriyetinin dayandığı temel prensiplerdir. Bu ilkeler: 1.CUMHURİYETÇİLİK, 2.MİLLİYETÇİLİK, 3.HALKÇILIK, 4. DEVLETÇİLİK, 5.LAİKLİK, 6.İNKILAPÇILIK. Bu ilkeler Atatürkçülüğün dünya görüşünü yansıtmaktadır. Bu ilkeler bir bütündür. Birbirinden ayrı düşünülemez, çünkü Türk toplumunun ihtiyaçlarından ve karakterinden doğmuştur.

(1) CUMHURİYETÇİLİK: Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare; Cumhuriyet idaresidir. Çünkü, Cumhuriyet, vatandaşın devlete ve devletin vatandaşa karşı hak ve vazifelerini en iyi olarak düzenleyen yönetim şeklidir.

(2) MİLLİYETÇİLİK: Milliyetçilik, ATATÜRK Milliyetçiliğidir. ATATÜRK Milliyetçiliğine göre; TÜRKİYE Cumhuriyeti sınırları içerisinde dil, kültür ve amaç birliği ile birbirine bağlı olan herkes Türk”tür. ATATÜRK, Milliyetçiliği, Türk Milletine mensup olmakla öğünmeyi, Türk Milletine inanmayı ve güvenmeyi. “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!” vecizesinde açık olarak belirtmiştir.


(3) HALKÇILIK: Atatürkçülükte halkçılık; demokrasi demektir. Bu ilke, birlik ve beraberlik içinde yaşamayı, hiç kimseye ve zümreye, imtiyaz ve sınıf tanımamayı öngörür.
- Halkçılık; eşitliği öngörür, çalışmaya değer verir.
- - Halkçılık; Halkın Maddi ve Manevi ihtiyaçlarının karşılanmasında daima en başta gelen bir husustur.

(4) DEVLETÇİLİK: Bu ilkenin amacı, Türk toplumunun uygarlık, mutluluk ve refah düzeyini yükseltmektir. Devletçilik ilkesi kişisel çalışma ve faaliyeti esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha memleketi aydınlığa eriştirmek için milletin genel ve yüksek menfaatlerinin gerektirdiği işlerde devletin ilgisi doğrudan yapıcılık olmakla beraber, özel teşebbüsü de teşvik ve yapıları düzenler ve kontrol eder.


(5) LAİKLİK: Laiklik, devlet işleri ile din işlerinin birbirine karıştırılmamasıdır. Başka bir deyişle, Tanrı ile kul arasına, devletin ya da başka bir varlığın girmemesidir. ATATÜRK laikliği, din müessesesinin vazifesini tam olarak yapmasına imkan verir. Atatürkçülükte laiklik, dinin hakkını dine, devletin hakkını devlete verir ve böylece din ile devleti kesin olarak birbirinden ayırır.


(6) İNKILAPÇILIK: Atatürk inkılapçılığının esas; Türkiye Cumhuriyeti halkını çağdaş, medeniyet seviyesine ulaştırmayı, uygar bir toplum haline getirmeyi ve tüm milletçe kalkınmayı öngörür. Bu ilkeler bir bütündür. Birbirinden ayrı düşünülemez, çünkü Türk toplumunun ihtiyaçlarından doğmuştur ve hiçbir dış baskı, taklitçilikle gelmemiştir. Atatürk ilkeleri; Türk Devletinin düşmanları tarafından saptırılmaya çalışılmış ve,
CUMHURİYETÇİLİK VE DEVLETÇİLİK - - - SOSYALİZM olarak
MİLLİYETÇİLİK - - - FAŞİZM olarak
HALKÇILIK - - - SINIFÇI olarak
LAİKLİK - - - DİNSİZLİK olarak
İNKILAPÇILIK - - - İHTİLALCILIK olarak ele alınmış, yozlaştırılmak istenmiştir.

ATATÜRK TARAFINDAN İLKELERİNİN TANIMI: Saptırılmaya çalışan bu fikir ve görüşlerin gerçeği Atatürk”ün kendi sözleriyle şöyle ifade edilmiştir.
(1) CUMHURİYETÇİLİK İLKESİ: Türk ulusunun yaradılışına ve karakterine en uygun idare Cumhuriyet idaresidir. Bugünkü hükümetimiz, doğrudan doğruya ulusun kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümetidir ki, onun adı Cumhuriyet^”tir. Artık hükümette Ulus arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Yönetim halk, halk yönetim demektir.
(2) MİLLİYETÇİLİK İLKESİ: Biz doğrudan doğruya Milliyetperveriz. Türk Milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluma dayanan Cumhuriyette o kadar kuvvetli olur.
(3) HALKÇILIK İLKESİ: Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkına Türk Milleti denir. Türkiye halkı ırkça, dince ve kültürce ortaktır. Birbirine karşı saygı ve fedakarlık hisleriyle doludur. Kaderleri ve menfaatleri müşterek olan bir toplumdur.
(4) LAİKLİK İLKESİ: Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz bir milletin devamına imkan yoktur. Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz bir milletin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası varki din Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir.
Dinden maddi menfaat temin edenler iğrenç kimselerdir. İşte biz bu vaziyete karşı müsaade etmiyoruz.
(5) DEVLETÇİLİK İLKESİ: Bizim takibini uygun gördüğümüz devletçilik prensibi bütün üretim ve dağıtım araçlarını fertlerden alarak milleti büsbütün başka esaslar içinde düzenlemek aracını güden özel ve kişisel ekonomik teşebbüse ve faaliyete meydan bırakmayan sosyalizm prensibine dayalı kollektifizm-kominizm gibi bir sistem değildir.
(6) İNKİLAPÇILIK İLKESİ: Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum haline getirmektir. İnkılabımızın asıl hedefi budur. Bu gerçeği kabul etmeyen zihniyetleri darmadağın etmek zorunludur

ŞEMDİNLİ’Yİ BİLEN VAR MI?_ Oktay YILDIRIM


ŞEMDİNLİ’Yİ BİLEN VAR MI?

Şemdinli’yi bileniniz var mı? Hiç gitmişliğiniz, Otuz iki virajları aşıp, Kaymakam çeşmenin soğuk suyunu hiç içmişliğiniz var mı? Her sabah uyandığınızda size merhaba diyen Efkâr tepeyi, Gomane tepeyi gezdiniz mi karış, karış?

Mayına basan aracın içinden, tam on dört metre uzağa fırlayan bir arkadaşınız oldu mu sizin? “Yenge vallahi az önce yanımda oturuyordu, şimdi dışarı çıktı” diye yalan söylediniz mi karısına? Dükkânına girip alışveriş yaptınız mı bir esnafın?

Gomane tepenin zirvesinden, içinde eşinizin, çocuğunuzun bulunduğu lojmana doğru yanarak gidip evinizin duvarında patlayan RPG-7′leri izlediniz mi siz?

Ama yine de bulunduğunuz görev yerini terk etmeden, acaba öldüler mi, yaralandılar mı, diye sabaha kadar hiçbir haber alamadan beklediniz mi?

“Ben bu insanlar rahat uyusun diye buradayım, ama neden benim aileme saldırıyorlar” diye düşündünüz mü hiç.

Evinizin roketlendiği mahalleden ve hatta roketin atıldığı, makineli tüfeğin yanı başında çalıştığı evin sakinlerinden, “vallahi biz bir şey görmedik” dediklerini duydunuz mu kulaklarınızla?

Her şeye rağmen deyip görevinize devam ettiniz mi? O patlamalardan dolayı yıllardır psikolojik tedavi gören bir çocuğunuz veya çocuğu bu yüzden tedavi gören bir tanıdığınız oldu mu? Hiç böyle bir baba’nın veya Anne’nin yüz ifadesini gördünüz mü?

Tabancanızı evinizde bırakıp “bir şey olursa, eve girmeye çalışırlarsa gerekeni yap, son iki mermiyi de kendinize ayır, ellerine sağ geçme” diyerek her defasında eşinizle helalleşip çıktınız mı evden, ya da böyle bir tanıdığınız oldu mu?

Sürekli telsiz anonslarını dinlediği için, ilk kurduğu cümle “atışlar normal” olan bir çocuğunuz oldu mu sizin?

Lojman’ın emniyetini sağlayan silahlı nöbetçilerin yanında mı oynadı çocuklarınız ve uzaktan dahi gelse, her silah sesinde o çocukların evlere, mevzilere nasıl koşturduğunu, koşarken düşenlerin nasıl yerlerde sürüklendiğini, nasıl hıçkıra rak ağladıklarını gördünüz mü hiç?

Bu gün yaşanan olayların, ilk olduğunu mu sanıyorsunuz?

Bunları yapmadı ve yaşamadıysanız eğer, orası hakkında bildiklerinizin hiç bir kıymeti yoktur efendiler. Affedersiniz bu kadar net konuşmak istemezdim ama ne yazık ki sabrım tükendi artık. Siz oturduğunuz ceylan derisi koltuklarda belki farkında değilsiniz, belki de umurunuzda değil ama orada görev yapan insanların öncelik sıralarında, ailelerinden önce vatanları geliyor, yeminleri geliyor. İşte bu yüzden mevzilerini terk edip ailelerinin yanına koşmuyorlar. Biz de onun için koşmadık zamanında görevimizi bırakarak. Yüreğimiz titreyerek bekledik ama görevimizin başında, dağda, hudutta bekledik efendiler, görevimiz bitene kadar bekledik.

Bu insanlar tüm bunlara vatanları için, üstüne el koyup yemin ettikleri bayrakları için katlanıyorlar, sizin başınızın üzerindeki, ama nasıl sağlandığını bile bilmediğiniz “egemenlik örtüsü“‘nün bekası için katlanıyorlar.

Peki , onlar bu şartlar altında görev yaparken siz veya sizden öncekiler bu fedakârlıklara liyakat gösterebilmek için, geçmişte ne yaptınız, Şimdi ne yapıyorsunuz?

Anıtlaştırılan terörist mezarlarının hesabını mı soruyorsunuz?

O cenaze araçlarının görevlendirme emrinde kimlerin imzasının olduğunu mu araştırdınız?

Başbakana güç gösterisi yaparak “uçaklardan ve validen hoşlanmadık, ayrıca dağdakilerden vazgeçmeyiz” diyenlere mi hesap sordunuz yoksa?

Ya bütün kutsal değerlerimize söverek ayaklanan kalabalıklar, onlara devlet’in varlığını mı hissettirdiniz?

Baldırı çıplak peşmergelerden tutun da, Danimarkalısından, Hollandalısından, Rum’undan duyduğunuz her türlü hakaret ve aşağılamaya cevap mı verdiniz?

Roj TV muhabirlerinin nasıl olup ta olaylardan 3 dakika sonra canlı yayın yaptığını mı buldunuz? Bir el bombasının nasıl olup ta o kadar hasar meydana getirdiğini mi, Almanya ile yapılan telefon konuşmasını mı, o kalabalığın nasıl bir anda örgütlendiğini mi, araştırdınız?

Arabası parçalanarak yakıldıktan sonra, şerefsizce ve insafsızca dövülerek komaya sokulan uzman çavuşu mu, evi kurşunlanan polisi mi, okulunda tartaklanıp kovalanan asker çocuklarını mı, araştırdınız?

Bütün bu eylemleri kimin planladığını yada organizasyonu kimin veya kimlerin yaptığını mı, o gün halkı sürüsünü idare eden bir çoban maharetiyle kimlerin idare ettiğini mi araştırdınız?

Hayır, bunların hiçbirisini yapmadınız. Siz ne yaptınız peki?

Sizin farkında bile olmadığınız değerler için orada görev yapan bir astsubay ve bir uzman çavuş bulup, sonra bütün aydıncıklar, sağduyucular, mozaikçiler, üst kimliği, yan kimliği, alt kimliği olanlar ve hatta kimliksizler, sonra dalkavuklar, sendikacılar, susurluk paranoidleri, Soroscular, hülasa ne idüğü belirsiz, ne kadar adam varsa etrafınızda, bila istisna topunuz bir koro nizamında toplanıp, koroyu kimin yönettiğine bile bakmadan-ki ben bundan emin değilim- ” Vurun Kahpeye” konseri verdiniz.

Yanlış şarkıyı çalıyordunuz ama çaldınız, sesler, akortlar, notalar hep bozuktu ama yinede çaldınız, orkestra şefi, “müzik” demişti nasılsa.

Şimdi yapılan araştırmalar neticesinde şu anda bile kuvvetle muhtemel olan sonuç çıkarsa ki bu sonuç, olayların altından terör örgütü ve onunla beraber bazı gizli servislerin çıkmasından doğacak sonuçtur, o vakit ne yapacaksınız?

Allanıp pullanıp önüne çıkarak tek, tek arzı endam ettiğiniz o basına (!) bu defa ne söyleyeceksiniz? Acaba yapacağınız hangi açıklama ile durumu kurtarmaya çalışacaksınız?

Bir açıklamanız var mı efendiler? Daha doğrusu bir “B” planınız var mı?

Ama bana sorarsanız, sizin kafalarınızı böyle şeylerle yormanıza gerek de yok zaten. Zira sizin adınıza orkestra şefi düşünür, besteler, önünüze koyar ve size de yine icra-i sanat etmek kalır ki bu, yani başkalarının bestelerini okumak zaten sizin en iyi yaptığınız şey değil midir? Ne demişler “gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım“.

Yapın efendiler; vazifenizi yapın, hem de gözünüz kapalı yapın. Açarsanız gözünüzü belki Türk Bayrağına sarılı tabutları görürsünüz, ağlayan ailelerini, yetim çocuklarını görürsünüz de vicdanınız depreşir, vazifeniz yarım kalır. Sonra ne der Avrupalı, değil mi?

Hatta bakın ne diyeceğim, asın gitsin o astsubayla uzman çavuş’u, Şemdinli’yi, Yüksekova’yı, Hakkâri’yi de belediye başkanlarına teslim edin, seçilmiştir nihayet atanmış değil. Öyle Vali’ye filan da gerek yok canım, boşa zahmet. Tayin et, beğenmediler değiştir, ne lüzum var efendim. Bir belediye başkanı yeter de artar bile.

Siz de bu arada sanatsal sergiler açın, fotoğraf çekin, resim yapın, medeniyetleri buluşturun, dinlere diyalog kurdurun.

Değil mi ki ateş düştüğü yeri yakar. Ateş sizin yüreğinize mi düştü sanki? Bölen bölsün, satan satsın, Avşar’ı da ayırsınlar, Yörüğü de ayırsınlar, dadaşı da, sarışını da, esmeri de.

Şehirleri, köyleri, mahalleleri hatta ev ev ayırsınlar Türk Milletini, size ne gam efendiler. Siz fotoğraf çekmeye devam edin. Fakat unutmayın ki bir gün sizin de bir fotoğrafınızı çeken çıkar elbet. Ama o fotoğraf hangi salonlarda, nasıl teşhir edilir bilemem. Malum ya yaşlı tarih fotoğrafları çekilip, tozlu sayfalarında bir yerlere asılmış liderlerin, fotoğrafları ile doludur.

“VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”

Oktay Yıldırım kimdir ?

Oktay Yıldırım, Astsubay rütbesiyle Orduya katılmış, Güneydoğu’da yıllarca çarpışmış yiğit ve kahraman bir Türk evladıdır. Kendisi de güneydoğu gazilerinden olan ve üsteğmen rütbesinde iken ordudan ayrılan Hakan Evrensel‘in “Yer Eksi İki” adlı romanında anlattığı gerçek kahramanlardan biridir.

Görevi gereği yerinden ayrılmadan saatlerce buzlu suda kaldığından ayaklarından sakatlanmış ve zorunlu olarak malulen emekli edilmiştir.

Kendisiyle ilgili bilgiyi de Hakan Evrensel vermiştir; Oktay Yıldırım, övünmeyi ve yaptıklarını anlatmayı sevmeyen yüksek bir karaktere sahiptir.

Halen yürüme güçlüğü çekmektedir.

18 MART_Oktay Yıldırım


18 MART
Evet, bu gün 18 Mart. Çanakkale şehitlerini anma günü ve bu gün birçok yazar Çanakkale muharebeleri ile ilgili bir şeyler yazıyor.

Ben Çanakkale ile ilgili bir şey yazmayacaktım, zaten iki saat kadar önce 19 Mart’a girdik. Ama gazeteleri okuyunca ve internette şöyle bir dolaşınca, utanmazlığı, liyakatsizliği ve riyakarlığı yeniden görünce yazmaya karar verdim.

Sadece bu gün yazılanlardan veya konuşulanlardan bahsetmiyorum, dün, bir önceki gün, geçen ay hatta geçen yıl.

Utanırım, Çanakkale’den dem vurup kahramanlık satırları yazmaya. Layık olamamaktan utanırım. O insanların adlarını ağzıma almaktan utanırım.

Benim ülkemin Tarih Kurumu başkanı, “Ermeni soykırımı diye bir şey yoktur” dediği için, Avrupalı dostlarınız( tarafından suçlu ilan edilip hakkında soruşturma başlatılacak.

Öte yanda bir belediye başkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi huzurunda binlerce masum insanı katletmiş, köyler yakıp yollar kesmiş, bir terör örgütü hakkında “ben onları terör örgütü olarak kabul etmiyorum” diyebilecek.

Okullarınızda, başvuru makamı olarak Avrupalı dostlarınız olmak üzere, teröristlerin başı için imza kampanyaları açılacak.

Sınırlarınız yabancı dostlarınıza kiraya verilecek.

Sokaklarınızda pervasızca, bölücü örgütlerin paçavraları, gözlerinize sokulurcasına, bayrak diye açılacak.

Kırmızı çizgileriniz, sopa yapılıp kafanızda kırılacak.

O da yetmez, askerlerinizin kafalarına, sizin ise akıllarınıza, ruhlarınıza ve yüreklerinize çuvallar geçirilecek.

Koca Kıbrıs, onca şehide ve akan kana rağmen, gözlerinizin önünde ve onayınızla satılacak.

Bir papaz çıkacak, senin ülkende, yasama, yürütme ve yargı erki senin ve meclisinin elinde olduğu halde kendi bağımsız mahkemesini kuracak, hüküm verecek.

Mebus seçtiğin adamlar, “Askerler Ankara’dan çıksın” diyecek. Askerlerin susacak ve sen de susacaksın, iki kelime yazmayacaksın.

“Artık şu Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü bırakın” diyen Avrupalı dostlarını(, ağzından çıkanları herkese duyurmak için yazacak ve yayınlayacaksın.

Teröristlerin gelip “ben suçsuzum, bir şey yapmadım” beyanını esas kabul edip serbest bırakacaksın, ama Türk askerlerini ve komutanlarını saçma sapan gerekçelerle “çete” diye suçlayacaksın.

Şehit olmuş bir askerin arkasından çocuğunun döktüğü gözyaşlarını, arka sayfa köşelerinde verirken, yatak odasında bilmem kimle basılan aşüftenin, bilmem neresinin ebatlarını baş sayfanda vereceksin.

Ve bu millet bu basını takiple, on yıl önce kaç çeşit elma üretiyordu, şimdi kaç çeşit üretiyor olduğu, ülkenin neden buğday ithal eder duruma düştüğü veya artık domatesin neden kokusunun olmadığı gibi konuları merak dahi etmeyecek.

Montrö anlaşmasına rağmen, Karadeniz’e amerikan savaş gemilerinin girmesi için yapılan girişimlere direnmeyeceksin.

Aşiret ağaları sana meydan okuyacak sen sadece, gazetelerdeki malum haberleri okuyacak veya yazacaksın.

Sınırların alenen tartışılacak, “hasta adam” haritaları kendi üniversitelerinde tebliğ edilecek ve sen buna susacaksın.

Sonra utanmadan kalkacaksın, Çanakkale’den bahsedeceksin. Seyit onbaşının adını ağzına alırken yaşasa idi yüzüne tüküreceğini aklına bile getirmeden.

Atatürk’ten bahsederken, yaşasaydı eğer yüz elli’likler listesinin, yüz elli binlikler listesi olma ve kendinin de o listenin içinde olabileceği ihtimali ile minik kafanı yormadan.

Utanmadan, sıkılmadan, yüzün kızarmadan o şehitlerin sana canları pahasına verdiği egemenliğin nasıl peş keş çekildiğini bile bile, onların adını ağzına alacaksın.

Hala, Çanakkale geçilmedi diyebiliyor olmak nasıl büyük bir riyadır ben anlayamadım. Anlayan biri varsa ve eğer dili varırsa çıksın anlatsın da biz de öğrenelim.



“VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”

19.03.2006
Oktay Yıldırım

Düğün Bitti, Kınayı Ne Yaparsan Yap...2


Düğün Bitti, Kınayı
Ne Yaparsan Yap - II

Aynı başlıklı dünkü yazımızda sözlerinin içinde af olmasa da aftan bahsedilebileceğini yazmıştık ve şair Nefi'nin Tahir Efendi ile ilgili şiirini örnek olarak göstermiştik. Bu gün ise “beni yanlış anladınızlardan” bahsedeceğim. Şemdinli'den bahsedeceğim.

Yanlış anlaşılmak diye bir şey yoktur, anlatamamak veya yanlış anlatmak vardır. Konuştuğuz kelimelerin nasıl anlaşılacağı, onların ne zaman ve nerede söylendiği ile de doğrudan ilgilidir. Hele de siz bir politikacı iseniz bu durum daha da önemlidir. Yani zaman ve mekân sözün anlamını pekiştirir veya değiştirir.

Mehmet Ağar bir laf etti, sonra çıktı “pardon” dedi, beni yanlış anladınız, biz de “düğün bitti kınayı ne yaparsan yap” dedik.

Ondan önce başbakanın ettiği bir laf vardı ki evlere şenlik. Şimdi o da çıktı pardon diyor.

Orhan Pamuk'ta yanlış anlaşıldım demişti, Hırant'da yanlış anlaşıldığını iddia etmiş hatta ceza alırsam bu ülkeyi terk ederim demişti.

Yanlış anlaşılma demişken size Fuzuli ve Ruhi arasında geçen bir konuşmadan, daha doğrusu hesaplaşmadan bahsedeyim. İki şairin oturup kinayeli sohbet ettiği bir gün, Ruhi oturdukları yerin yakınlarına gelen bir köpeği fırsat bilerek; “İt burada Fuzuli” demiş. Aynı hızla aldığı cevap ise; “Vur beline kazmayı çıksın kıçından Ruhi” olmuş.

Aslında farklı bakış açılarından bakılınca her iki şairin sözleri de birçok farklı ve masum anlam taşıyabilir, ancak biz çok iyi biliyoruz ki gerçekte şairler başka şeyleri kastetmişti.

Şimdi yanlış anlaşıldım diyenlere hatırlatırım, işi ülkeyi yönetmek veya yönetime talip olmak olan insanların yanlış anlaşılma ihtimali olan cümleler kurmaması gerekir, hesaplaması gerekir, ağzından çıkanı kulağı duyması gerekir, İnsanları suçlarken sağlam kanıtlara dayanması gerekir çünkü bu ülkede Ruhi de çoktur, Fuzuli de adamı olmadık yerlere sokup çıkarırlar sonra.

Mesela, Şemdinli olayları olur olmaz basına demeçler veren medya kahramanları şimdi neredeler, ne yapıyorlar acep. Çeteyi bulduk diyenler, sonuna kadar gideceğiz diyenler ne yapmaktalar şimdi.

Milletvekili Esat Canan ile başlayıp, KESK, BES, EMEP, HAK-PAR, DİSK, HAK-İŞ, MEMUR SEN ve hatta Türk diş hekimleri birliği de dâhil bir dolu sözüm ona sivil toplum örgütü yargıtayın bu kararı bozmasından sonra şimdi hangi şarkıyı söylemektedirler. Hoş şimdilerde “ af çıkaralım, bu kanı durduralım “ şarkısı çok moda ve onu söylüyorlar ama şarkıyı söylemeye gerek yok zira zaten fiili bir genel af durumu var.

Nasıl mı? Anlatayım;

Kanlı örgütte 8–10 yıl kalmış eli kanlı bir terörist çıkıp geliyor ve ben silahlı eylemlere katılmadım diyor. Sonra yüce Türk adaleti adamın suçsuzluğuna karar veriyor ve adam serbest. En son yaşanan örnek Yılmaz Erdoğan'ın amcasının oğlu, adam 7 yıl bir fiil örgütte kalmış, orada evlenmiş bile, şimdi kalkmış teslim olmuş ve ben hiç silahlı eyleme katılmadım diyerek serbest kalıyor. Ne ala memleket. Kimse bu adama;

“orası babanın çiftliğimi ulan, seni yedi sene yedirip içirip bir de evlendirip yolladılar” diye sormuyor. “Hiçbir silahlı eyleme katılmadan seni orada neden barındırdılar, hiçbir şey yapmadıysan mayın döşeyenlere erketelik de mi yapmadın?”

diye soran yok.

Bu ne şimdi? Genel af değil mi? Sadece adı konmamış a muhteremler, sadece adı eksik.

Biz ne diyoruz peki tüm bunlara karşılık? “Terörle mücadele devam edecek, Türk adaletine teslim olun, falan, filan”. Adamın istediği bu zaten, gelip teslim oluyor, Sonra da elini kolunu sallayarak yürüyüp gidiyor.

Düğün bitmiş beyler, kınayı ne yaparsanız yapın. Düşmanına bile düşmanlık edemeyenden kimseye dost olmaz.

Söz arkasında durmak için söylenir, arkasına saklanmak için değil.

Yoksa bir avuç kınayı en münasip yere yakabilmek için aynanın karşısında pozisyon değiştirmeye devam edersiniz. Yanlış anlaşıldım, bu olmadı bir daha söyleyeyim, ben öyle demek istemedim, kem, küm der durursunuz.

Yazının birincisinde demiştik ama yine tekrar edelim, belki Fuzuli'yi anlamak minik beyinleri biraz zorlayabilir, doğrudan söyleyelim;

“ANLAYANA SİVRİSİNEK SAZ, ANLAMAYANIN KAFASINDA TOKMAĞI KIRSAN AZ”

“VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”



OKTAY YILDIRIM

17–10–2006

Düğün Bitti, Kınayı Ne Yaparsan Yap...1


Düğün Bitti, Kınayı Ne Yaparsan Yap
Bu bir Türk halk deyimidir, iş işten geçti bu saatten sonra
yakacağın kınanın da bir kıymeti yok demektir.

Şimdi nereden çıktı bu söz?

Anlatayım, son bir haftada yaşananlar için söylenecek başka söz var
mı ki?

Doğru Yol partisi Genel başkanı çıkıp bir laf etti, hem de yenilir
yutulur cinsten değil. Teröristleri resmen siyaset yapmaya çağırdı.

Ben yanlış anlamadım, herkes nasıl anlıyorsa öyle anladım. Arkasından Genel
Kurmay başkanı vermesi gereken cevabı verdi ve bunun bir genel affı ima
ettiğini, bunun asla kabul edilemeyeceğini söyledi.

Ağar cevap verdi; ben kesinlikle af kelimesini kullanmadım.

Düğün bitmiştir kıymetli okuyucu, bu saatten sonra kınanın elde bir kıymeti
kalmamıştır. Çünkü bir şeyi ifade etmek için aynı kelimeleri kullanmak
gerekmez.

Şair Nefi'nin kendisine kelp(köpek) diyen Tahir efendiye verdiği
cevabı hatırlatırım;

Tahir Efendi bana kelp demiş
İltifatı bu sözde zahirdir.
Malikî mezhebim benim, zira
İtikadımca kelp tahirdir"

Düğün bitmiş kınayı ne yaparsanız yapın.

Ermeni soykırımı olmamıştır diyene ceza reva görmüş, Fransız parlamentosu.
Celallenmiş bizim politikacılar, esenin, gürleyenin bini bir para. Herkes
şunu da yapalım, bunu da yapalım, mallarını kullanmayalım, falan da filan
demeye başlamış.

Bu vakte kadar ne yapmış peki bizim siyasi otorite, kocaman bir hiç.

Ermeni soykırımını bu güne kadar tam 55 ülke tanımış, hiçbir şey
yapmamışız. En yakın stratejik ortaklarımız anıtlar dikmiş, sözde soykırımı
anma günleri düzenlemiş, biz izlemişiz. Yurt dışında yaşayan beş milyon
Ermeni, oluşturduğu lobilerle tüm dünyaya bu yalanın propagandasını yaparak
kabul ettirmiş, biz yurt dışında yaşayan aynı sayıda Türk'ü unutmuşuz.

Çocuklarımız uğradıkları kültür erozyonu ile yaşadıkları ülkelerde silinip
gitmişler, Türklüklerini unutmuşlar, biz bakakalmışız.

Düğün bitmiştir, kınayı ne yaparsanız yapın.

Orhan Pamuk, Nobel edebiyat ödülü almış konuşanın hesabı yok.

Bu adam Türkleri katliamla itham etmiş, tepki gösteren insan sayısı belli. Gazete
köşelerini işgal eden bir dolu yazardan bu gün tepki gösterenlerin kaç
tanesi, o gün rengini belli etmiş? Saysak bir elin parmaklarını geçmez. Aynı
şekilde Elif Şafak kitabında ki hayali kahramana hakaretler ettirirken,
Perihan Mağden Türk gençlerini askerlikten soğuttuğu için dava edilirken
neredeydi bu yazarlar ve aydınlar, bilen yok.

Aynı şekilde Hırant Dink, damarlarımızdaki kanın tahliline kadar yapmak
cüretini gösterdiğinde ve dava edilip mahkûm edildiğinde neredeydi bu tepki
gösteren yazarlar, çizerler, aydınlar? Bilinmiyor.

Düğün bitmiştir, kınayı ne yaparsanız yapın.

Kafana çuval geçirmişler, nota vermeyi müzik notası ile tarif etmişsin.

Egemenliğin tartışılmaya, yeni sınırlar çizilmeye başlanmış, susmuşsun.

Çizgi demişsin, kırmızı demişsin, kızartıp kızartıp yedirmişler.

Tokalaşmak için uzattığın ellerin korumalar tarafından aranmış,
seyretmişsin.

Düğün bitmiş kıymetli okuyucu, düğün bitmiş. Daha ne anlatayım, lafı
dolandırmadan ve ima etmeden söylüyorum;

Böyle giderse yarın canından can, toprağından toprak isteyecekler.

Sesimi duyan var mı? Beni anlayan var mı?

Anlayana sivrisinek saz, anlamayanın kafasında tokmağı kırsan az.

Frankfurt kitap fuarında Kürdistan standı açılması, askeri konferanslarda
haritaların gözümüze sokulması, mahkemelerimizin bile gözlemci sıfatı ile
denetlenmesi yetmiyor mu?

O tokmaklar kafamıza inmeye başlamadan uyanın. Bizi işgal etmek için silah
kullanmalarına gerek kalmayacak, zaten işgal etmeye başlamadılar mı?

Düğün bitti millet, düğün bitti.



"VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN"



OKTAY
YILDIRIM


16-10-2006