Blogda Ara

8.11.2008

ÜŞÜYORUM SESİMİ ÖRT




-bir solukta okumak istemiyorum seni, sayfalarını çevirme-

uyku tutmadı, sen tut beni
en son koynunda unuttum günaydın dilimi
gözlerinde büyüdüm, yüreğim sende çocuk kaldı
hadi kalk gidelim, bizi görüp yazacaklar, az kaldı

en keyifli sabah kahvaltım ! Sen,
göğsünde yürüdüğüm balıkçı kasabası
akşamdan kalsın öpüşlerin, yalpalasın dudaklarımda
susuyorum, özlemin gelincik tarlası
susatma

gözüm tutmadı sensizliği, bir daha yollama

efkar dağıttım, herkese biraz düştü
dalgalara gözlerimle yazdım şiirimi, ıslandı ama yırtılmadı
kalbim, içli şarkılar kuşağı. İçinden geçiyor
parmaklarım karanlıkta mum gibi,
sana yazıldıkça eriyor

ateşli çingene dansım! Sen,
uzağında kaldığım deniz ülkesi
tutamayacağın sözler ver bana, ben tutarım
nefes alsın yorgunluğun dağınık yatak akşamlarında
biliyorum, gözlerin bir İstanbul hatırası
kapatma

ellerim tutmadı vedada, yaşlandım
beni kendinde bağışla


Pelin ONAY

BAVULLARI HEP TOPLU DURMALI İNSANIN...

Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...
Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vazgeçmeli...
İhanetlere, terk edilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...
Yalnızlığa alışmalı...
Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. Dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senetlerinden biri artık...
Bireyin keşif çağı, geride kırık dökük yalnızlıklar bıraktı.
Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.
İşte o yüzden alışmalı yalnızlığa...
Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan... Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... Hüzünlü bir şarkıyla paylaşılan gecelerde, başım dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli… Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı…
Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına…
“Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşılsa yalnızlık olmaz” dizeleriyle başlamalı güne…
Telesekretere “şu anda size cevap verebilecek kimse yok” denmeli, “… belki de hiçbir zaman olmayacak…”
Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı…
Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.
Haklılığın onuru yaşatır insanı… Susmanın utancı öldürür.
O yüzden en sessiz gecelerde ‘’doğruydu, yaptım”la teselli bulmalı insan…
Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı… Kendiyle hesaplaşmaya çalışmalı…
Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır olmalı…
Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek olabilmeli…
Sessizliği, sese dönüştürebilmeli…
Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan…
Yollarla barışmalı…
Yalnızlığa alışmalı…

85. YILDA HÜZÜNLÜYÜM SEVİNÇLİYİM

MUSTAFA Kemal Serbest Cumhuriyet fırkası kurucusu Fethi OKYAR’ yazıyor:

"Gençliğinden beri sayılı kişi ve partilerin, ülkenin yararına olan fikirleri parlamento veya millet önünde serbestçe söyleyebilecekleri bir sistemin taraftarıyım. Parlamentoda milletin sorunlarına serbestçe tartışabilecek yeni bir partinin bulunmasını Cumhuriyetin temellerinden biri sayarım."

Demokrasiyle Cumhuriyet arasındaki bağın Türkiye’de temelini atan cümlelerden biri. Cumhuriyet yönetim biçimi , demokrasi bir siyasal rejim olmak üzere.

Oysa, sancı var. Cumhuriyet kurulmuş iken 1927 de İstanbul’a ilk gelişinde Mustafa Kemal :

"Demokrasi ilan ettim, herkes istediği gibi konuşabilir" (Nuri Ulusu’nun hatıraları, Atatürk’ün Yanı Başında s. 38)

Oysa, sancı var. İlan etmekle yerleşmeyen demokrasi daha uzakta iken, 1923’lerde Cumhuriyet’te sancı var.

PEK KAVRAYAMADIK

Cumhuriyet fiilen ilan ediliyor. Ama kimse Cumhuriyet’i ağzına alamıyor. Çünkü toplum geçmişle olan bağların mümkün olduğu kadar sessiz sedasız kopartılmasını zorunlu kılıyor. (Kurt Steinhaus, Atatürk Devrimi Sosyolojisi, s.102).

Kimse ağzına alamıyor, çünkü Cumhuriyet ve laiklik toplumda açık bir oy birliğine dayanmıyor.

Cumhuriyet’in 10. yılında , 1933’te o görkemli kutlamalarda bu toplumsal itiraz dikkat çeken ayrıntılara yansıyor.

Bir yaz günü Florya’da geziye çıktığında , Atatürk’ü gören bir ihtiyar hiç istifini bozmuyor:

"Sağ olun Paşam bizi düşmanlardan kurtardın, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdun. Kurdun da, biz bu Cumhuriyetçiliği, Devrimciliği, Laikliği pek kavrayamadık." (Nuri Ulusu’nun Hatıraları, a.g.k. , s.190)

O kadar kavrayamıyoruz ki, TBMM üzerinden çok ciddi bir müdahale kaçınılmaz hale geliyor.

O kadar kavrayamıyoruz ki, Meclisin ikinci döneminde , 1923-1927 arasında, ciddi bir tasfiyeye gidiliyor.

MÜDAFAA-İ HUKUK

Cumhuriyet ve laikliği yerleştirmek üzere, daha farklı bir müdahale geliyor.

Mustafa Kemal Mecliste Müdafaa-i Hukuk Grubunu kuruyor. 1923’te Halk Fırkası , sonra Cumhuriyet Halk Fırkası , 1935 de Cumhuriyet Halk Partisi adını alan grup.

Fiziğin ve sosyolojinin kaçınılmaz kuralı. Kendi çelişkisini yaratmak. Bu grup kurulduğu anda kendi muhalefetini yaratıyor.

1924 de Terakkiperver Cumhuriyet Halk Fırkası kuruluyor. Devamı bugüne uzanan merkez sağ çizgisinin temellerini atıyor. Bazı farklar saklı kalmak üzere, DP AP AKP çizgisi .

Terakkiperver’in kurucuları "Halifelik ve Saltanatın kurtarıcısı" adını almak istiyor. Gönülleri orada . Bu ismi almak değil zor, imkansız. Ama tohum öyle.

Partinin dikkat çeken ilkeleri liberal ekonomi, liberal dış politika, özgürlüklerin genişletilmesi. Sanki bugün gibi. Daha çok dikkat çeken kafalardaki düşünce:

Toplumun laik yasalarla yönetimine karşı çıkmak. Ve hatta Cumhuriyet’e.

SİSTEMİN SAHİPLERİ

Mustafa Kemal çok hiddetli:

"Söz konusu olan egemenliği millete bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız sorunu değildir. Mesele zaten olup bitmiş bir gerçeği açığa vurmaktan ibarettir."

Olup bitmiş olan gerçek , Cumhuriyet’in ilanından başka bir şey değil.

Daha ilanında ve daha ilanı izleyen yıllarda bu kadar sancılı.

İki temel akı, Cumhuriyet ve karşıtları. İkisi arasında yaşanan siyasal, kültürel, sosyal anlaşmazlıklar adına ne varsa, bugün hala var.

Sayısal olarak üstünlük başka yerde olabilir. Ama sistemin mutlak sahibi Cumhuriyetçi çoğunluktan oluşuyor.

Cumhuriyet’in 85. yılında hala bu hesaplaşmaya girmek zorunluluğu insana hüzün veriyor.

Cumhuriyet’in 85. yılında bu üstünlük insana sevinç veriyor.

Yalçın DOĞAN

TürK Nedir? (AtatürK'ün diLindeN)


"Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümid etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarları ile sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu; Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.

GAZİ MUSTAFA KEMAL