Blogda Ara

1.06.2009

İçimdeki boşluğa düş.. Ben tutarım seni..

İçimdeki boşluğa düş.. Ben tutarım seni..

Bir yaşamı avuçlarına alıp gecenin sessizliğinde kaybolmak; dalgın bakışlarla… Kimin adını savursam boşluğa hep bir harf gelip takılır yüreğime… Susmuyor alfabenin başındaki harf de; sonundaki harf de… Araya kaynayanları saymaya gücüm yetmez…

Balkondaydım….
Az önce…
Azalarak…

içimdeki boşluga düş… ben tutarım seni ?

Hangi günlüğün kapağını açsam rüzgar esip geliyor bugünüme…
Dışarda hain bir yaz kavurmaktan uzak..
Düşler yangın yerindeyken, düşsüzlük almış başını gidiyor…
Sayıklayan bir bedenin, hiçbir sese yetişemeyen görüntüsü salınıyor karanlıkta…

Şehir içine akıyor …
Şehir içime akıyor…

Kanmadan kanacaklarıma, alıp başımı sureti olmayan bir gidişe doğru yola çıkıyorum…

içimdeki boşluga düş… ben tutarım seni ?

Aldırmadım…

Ne sana ne sen’li kuşkuların gölge oyunlarına…
Bir yerlerde soğuk bir rüzgar devralıyor geceyi…
Hissetmekten uzak bedenim, gelen çağrıya ‘hayır’ demiyor…

Gel diyor düşlerin yolcusu, gel ve sarıl bakışlarıma…
Bir dal aramalı mıyım diye düşünürken, çatırdayan sesinle irkiliyor bedenim…

Sesler kapılarıma dayanıyor..
Sesler adımlarıma düşüyor…

Yoksunluğuma karışıyor çürümüş başkalaşımın…
Tetikte tek bir can, kurşun soluğunda…

içimdeki boşluğa düş… ben tutarım seni ?

Ya vazgeçip siyah bakışlarından düşeceğim; ya da savaşıp kokuna katacağım beni…

Gece bakışları…
Saatte bilmem kaç; kaç kilometre hızla aşktan düşüyorum…

sen içimdeki boşluğa düş… ben tutarım seni ?

Bakışlarından yabancı bir misafirliğin arsız huysuzlanmalarını seziyorum. Elimde değil, biliyorsun. Seni sakladığım yerden seni çıkarabilmek için sana ihtiyacım var.

Kaç deniz geçtim bu gölgelikte dinlenmek uğruna. Kaç suda yüzdüm, dinlenmeden. Vakitsiz duruşlarım oldu, vakitsiz taşıdığım ağırlıklar. Künye gibi taşıyorum her birini sebepsiz, sağır, izbe duygularımla…

Bu yolun sonundan geçmen için önce, beni ben’de çiğnemen lâzım.

yinede vede; içimdeki boşluğa düş… ben tutarım seni ?

Nöbetleşe çalışıyoruz geceyle. O sabaha vurgun, ben karanlığa. Zamanı terk etti kollarıma, çekip gitti. Onca ayın arasından birtek Mayıs’ı mı layık gördü susuşlarıma.

Çekiliyorum…

Tek damla sen bırakmayacağım giderken bende; Oysa bir tek damla bile yeterdi değil mi sevmelere.

Bak! Yağmur bakışlarımda kokuna dayanıp sana eğilen yersizliğim saklı…
Görmezsin, biliyorum…
Görmeyeceksin de…

Zehirli sözler bunlar… Damıtmadım hiç birini…

içimdeki boşluğa düş… ben tutarım seni ?

Akrep sokarken, yelkovan pan zehirden uzaklaşıyor…
Bak, görüyor musun fırtına yaklaşıyor!!!
Bileklerim ince, savrulur muyum bu dilsizliğimle?

Çarşaf açıyorum tenindeki gölgeme, hadi gel gel bu gece… Ay çıkmamış gözlerimin kum dolu bakışlarından, yeter ki sen ol,seni içtiğim gecelerde…
Adını bilme; adını bilme böyle ne olur; yanımda bir yerlere devril hatırlayamadıklarımızla.
Aramıza giren kaç şehir var ki; geçmişimizden başka? Hem, ikimiz de tüketmedik mi sayfalarca gergef gibi işlediğimiz ömrümüzü, sigara niyetine… ?

Şimdi kulaklarıma bıraktığın fısıltılı sözcüklerini yanına alıp bendeki ben’e yavaşça koy başını… Nefes alışlarımın titreyen ritmine karışsın yanağındaki pürüzler. İrkileyim… ve içimdeki boşluğa düş… ben tutarım seni ?

Kaç gece böyle uykusuz çoğaldım yatağımda. Yastığımın altına düşlerini bırakıp gittiğin o günden bu yana, hep o gecenin doğumunu bekledim arsız çocukluğumla…

Rüzgârını şehrinin avuçlayıp martıların kanatlarına asıyorum… Kal diyorum sesine. Kal ve bir notasını eksik koyduğum sesimin nâmelerini dinle diye…

Kızma…!
Biliyorum, senin bir kalbin yok…

Hecelerim vurguna takıldıysa oltanın ucunda, bundan sana ne…!!! Bu yalnızca benim vurgunum…
Sen yine filmlerini toparla geceye hazırlık için, yorgunluğunu toparla kanepende ve hiç değilse bu defa ağırdan aç kitaplarının kapağını…
içimdeki boşluğa düş… ben tutarım seni ?

Demiştin ya bir defasında: ” Sana gel deyişimin sessizliği mi bu?” diye,
bak işte mırıldandım seni, içinde ben’im kokan sen gibi…

“Bazen dalgaların kıyıya mı yoksa açığa mı sürükleyeceğini akıntılar belirler…Bunlar sessiz ve derindedir…Bazen sıcak bazen soğuktur…”

Serin bir ilkbahar akşamı gibi düştüm; Beklentilerimden çok uzakta bir sahnede, boylu boyunca duruyordun karşımda. Hangi sesime düşeceğini, beni hangi rüzgârın koynundan çekip çıkartacağını sezemiyordum; ancak yaşamın bir şekilde bizi karşı karşıya getirdiği su götürmez bir gerçekti. Duygularımı arkamda bırakıp, nice sevda sözüne sırtımı çevirip sana döndüm yüzümü.

Yeni yetme duygularım olmadı benim hiç.. Sevdaya hazan resmini çizmedim. Ne olduysa diğerlerine, benim sularımda gezinmeye başladıktan sonra oldu ve tüm duygular ondan sonra yerle bir oldu… Geç kalmıştım bir şeylere… Suçu kendimde bulmayı, ben hep onlardan öğrendim… Oysa avuçlarımdaki sıcaklığı alıp götüren onlardı…
sen yinede; içimdeki boşluğa düş… ben tutarım seni ?

Şimdi ağırlaşan geçmişin koynunda sana dökülüyor kalemim.. Bir bir soyunuyorum yaşamı , atıyorum üzerimden bana bırakıp gittiği her ne varsa…

Kahraman Tazeoğlu

Hiç yorum yok: