“Neyi arıyorsan sen, O’sundur” der Mevlana.. Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan aşık.... Elinden tuttuğumuz her sevgili, bizi sürükleyip, kendi iç dünyamızın derinliklerinde bir keşif gezisine çıkarır. Her ilişki, benliğimizde bir kazıdır aslında, her sevda ruhumuzun bir başka yüzü... Her aşkta kendimizi ararız, o yüzden bulduklarımız benzerimizdir. Resimlerini yan yana koyun sevdiklerinizin ve dikkatle bakın yüzlerine, onların suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktır size... Aşk denilen kaleydoskobun buzlu camına gözünüzü dayadığınızda, binbir cam rengarenk ışıklar saçarak döndüğünde, her seferinde bambaşka şekiller ördüğünü görürsünüz. Her camda, farklı bir renginiz vardır; her şekilde sizden bir parça... Aşklarınız hülasanızdır. Sevdiğiniz her adam, beğendiğiniz her kadın farklı ruh hallerinizi ele verir; arada bir çevirdiniz mi kaleydoskobu, cam paralar yer değiştirip yeni şekiller alır; hepsi siz... Sevgilinizin gözlerindeki dolunay, sizdeki ışığın yansımasıdır aslında; dilindeki sizin ilhamınız, tenindeki sizin yansımanızdır. Yoksa halâ bir sevdiğiniz, o henüz kendinizi bulamadığınızdandır... Aşk, narsizmdir. Sevda, çevrildikçe içinizin farklı ışıklarını yakan eğlenceli bir kaleydoskop gibi başımızı döndürüyor. Ve biz, hep baharı takip ederek dünyayı gezen bir gezgin gibi içimizdeki eski baharları arıyoruz. Narcissusu’u bilirsiniz; Öyle heybetli ve güzelmiş ki, bakmaya dayanamazmış kendine... Gün boyu ayna karşısına geçip kara gözlerini, incecik burnunu, dar kalçalarını, kıvırcık saçlarını seyredermiş hayran hayran... Bir gün ırmak kenarında gezinirken, sudaki yansımasına ilişmiş gözü. Uzanıp, iyice bakmak istemiş. Tam gördüğünde kendisini, dengesini kaybedip düşüvermiş ırmağa, kapılıp gitmiş suya... Yeryüzünün en güzel insanının öldüğünü duyan Tanrı, unutulmaması için O’nu her bahar açan güzel kokulu bir çiçeğe dönüştürmüş, Narcissus, nergis olmuş. Kıssadan hisse, benden size tavsiye, taze bir nergis verin bugün sevgilinize... Sonra da, nerede baharsa mevsim, rotasını oraya çevirip içinizdeki eski baharlara koşan bir gezgin gibi “Bahar getirdim sana” deyin. Baharın elinizde olduğunu unutmadan.. Gözlerindeki ırmağa baktığınızda kendinizi göreceksiniz; dikkat edin de hayran olup düşmeyin... Düşüp bahar kokulu bir çiçeğe dönüşmeyin...
Bir kadın çocuktur aslında.. Çocuk gibi davranmayı sever. Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini de ister. Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak okşamalıdır erkek kadını Ama her kadın çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister. Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz, ama asla onu bir çocuk olarak görmeyeceksiniz.
Bir kadın güçlüdür aslında. Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür. Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez. İster ki erkeğin gücü kendisine huzur versin. Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile erkeğin yapmasını bekler. Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir. Ancak kadın gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz. Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.
Bir kadın sevgilidir aslında. İçinde her zaman sevgiyi taşır. Sevdiklerinden kolay kolay ayrılamaz. Sevdiklerini kolay kolay kıramaz. Zor sever ama tam sever. Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir. Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz. Ancak beyninde yer etmemişseniz her an terk edilebilirsiniz. Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette. Bunun nedeni ise engelleyemedikleri "acımak" duygusudur. Bir kadın yalnızdır aslında. Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz. Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez. Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz. Yalnızlık onun sığınağıdır O sığınağa ne zaman gireceğine, ne kadar kalacağına hep kendisi karar verir. Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.
Bir kadın bilgindir aslında. Neler yapabileceğini erkek aklı hayal bile edemez. Yaratıcılığının sınırı yoktur Ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler. Hoyratça harcamaz yaratıcılığını sadece erkeğine saklar. Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir. Çünkü yaşamınız asla sıradan olmayacaktır.
Bir kadın hayattır aslında. Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor. Yemek yemek, su içmek bile. Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz?
Anlıyorsanız ne mutlu size. Anlamıyorsanız, ne yazık ki yasamıyorsunuz.
Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını, kendimi bulduğumda anladım. Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış, Kendi yolumu çizdiğimde anladım.. Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak dinleyerek değil.. Bildiklerini bana neden anlatmadığını,anladım..
Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış, Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..
Acı doruğa ulaştığında, Gözyaşı gelmezmiş gözlerden, neden hiç ağlamadığını anladım.. Ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş, Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..
Bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek, en çok sevdiği acıtabilirmiş. Çok acıttığında anladım... Fakat , hakkedermiş, Sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte, sevinçler terkettiğinde anladım..
"Sana ihtiyacım var , gel ! " diyebilmekmiş güçlü olmak, Bana "git " dediğinde , "Kalmak istiyorum " diyebilmekmiş sevmek, Git dediklerinde gittiğimde anladım..
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş, her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan, Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım.. Özürü dinlemek değil,
"affet beni " diye haykırmak istemekmiş, PİŞMAN OLMAK, Gerçekten pişman olduğumda anladım..
ve GURUR, Kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş, Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış, Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım...
Ölürcesine isteyen beklemez, sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi, Beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım..
Sevgi emekmiş, Emek ise vazgeçmeyecek, ama özgür bırakacak kadar SEVMEKMİŞ..
Böyle SEVDİM SENİ..
Ben;
Seni kocaman bir yürekle sevdim.
Gözlerim değil, yüreğimdi seni gören. Sen damarlarımdaki kana karışıp, geldin oturdun yüreğime. Bir başka yerde olamazdın zaten.
Sen, benim en değerli yerimde, yüreğimde olmalıydın, orada kalmalıydın.
Çok aşkı ev sahipliği yapan bu yürek, ilk kez bu kadar kolay kabullendi seni. Herhangi bir konuk değildin artık. Bu yüzden ne ağırlama faslı vardı, ne de uğurlama. O yüreğin gerçek sahibiydin. Şimdi sonbahar, kışa giriyoruz ya..
Ben dört mevsim baharı yaşadım seninle.
Çiçek çiçek açtın yüreğimde. Gökkuşağı zayıf kaldı, senin renklerin karşısında. Taze bir yaprak gibi yeşildin. Açelyaydın pembeliğinle.
Üzerine çiğ taneleri düşmüş sarı güldün. Kırmızıydın bir ateş gibi. Ve maviydin.. En çok bu renkle anmayı sevdim seni. Denize tutkundum, Denizi sensiz, Seni de denizsiz düşünemedim, Seni severken dünyayı da sevdim ben, insanları da... Kendime bile dar gelirken, içinde herkese yer olan, bir hayatın sahibiydim artık.
En Kızgın , en tahammülsüz olduğum anlarda bile, seni düşünmek yetti bana. İçimdeki sevinç yüzüme yansıdı, güldüm. Beni öylesine güldüren senin sevgindi ve ben kaygısız, içten gülüşün ne demek olduğunu, nasıl güzel bir şey olduğunu anladım seninle...
Her şeye rağmen sevdim seni. Güçlüydüm ve aşamayacağım hiç bir zorluk yoktu. Koca bir kentte, koca bir ülkeye kafa tutabilirdim. Sen elinden tuttuğunda, Patlamaya hazır, bir volkan gibi hissederdim kendimi.
Menzil sendin ve ben o menzile ulaşmak için, önüme çıkan her şeyi yok edebilirdim. sana ulaşmamı engelleyecek her şeyi eritirdim, kül ederdim. sana ulaştığımdaysa sakin bir göle dönüşürdüm. ve o göle bir tek sen girebilirdin.
Sevdim ve hayrandım da.. Her halin çekti beni. Duruşunu, bakışını, gülmeni,kızmanı, şaşkınlığını, kurnazlığını, çocukluğunu,
olgunluğunu sevdim. Sesini de sevdim suskunluğunu da.
Küçük oyunlarını, kaprislerini, sitemlerini, dengesizliklerini,
korkularını sevdim. Seni ve o doyumsuz sevdanı, uçarı sevdanı anlatacak, kelime bulamadım çoğu zaman. sığmadın cümlelere ve hiç bir cümle seni, yeterince tarif edecek kadar derin olmadı,
SENİ SEVERKEN YORULMADIM ÇÜNKİ SEN YAŞAM KAYNAĞIMDIN HER GÜN YENİLENDİM SENİNLE ÇOĞALDIM, BÜYÜDÜM EKSİKSİZ KALAN NEYİM VARSA TAMAMLADIN SEVDİM İŞTE ÖTESİ YOK...
En sevdiğin elbiseni giydim Bu gece kokunu sürdüm Solgun yüzünü okşadım Sessizce saçlarından öptüm Yazdığın mektupları okudum Kana kana su içer gibi Plaklarını çaldım ah! En çok o şarkıda özledim seni. Issızlık kapıyı çaldı, açmaya korktum gece yarısı Şehir uykuya daldı, baktım dışarıya katran Karaşi Rüzgar telaşla kokunu getirdi bana aldım koynuma Buseni hafızamdan koparıp iliştirdim dudaklarıma Üşüdüm karanlıkta Tenine dokundum hissetsin diye Aç gözlerini Erguvanlarına su verdim İçerken benimle konuştular Yastığını okşadım, kokladım Anılar uçuştular Soluğun saçlarımı yaladı sanki yine bir meltem gibi Teninin kokusu karıştı kokuma Yakıştılar Boğuldum karanlıkta Yani başımdasın benden çok uzaklarda Ellerimi tut dokun bana Aç gözlerini. Attım kendimi caddelere Yeşil ceketin sardı beni Yürüdüm üstüne karanlığın korkusuz Tuttum ellerini.
Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi? Hiç vaktiniz yok "Fast live", "fast food", "fast music", "fast love".. Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar... Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar Size sesleniyorum Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten, ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini ? Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?... içinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza? Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız? öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?... Ya da Geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında ?... Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda ?.. Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor? Hayat ıskalamayi affetmez !!! Keşkelerle, tühlerle baş başa kalmadan önce. (ne acı ve ne çelişkidir ki böyle bir yorumu yine bilgisayardan iletiyorum...)
Meksika’da Inka tapinaklarina çikmak isteyen Avrupali bir grup arkeolog, birkaç yerli rehberle yola koyuluyor. Dagin tepesindeki tapinaklara giden uzun yolu, kisa bir sürede yariliyorlar. Ayni hizla tempoyla biraz daha yol aldiktan sonra, yerliler kendi aralarinda konusup birden yere oturuyor ve böylece beklemeye basliyorlar. Tabii Avrupali arkeologlar buna bir anlam veremiyorlar.
Saatler sonra, yerliler kendi aralarinda konusup tekrar yola koyuluyor ve sonunda tepenin üstündeki görkemli Inka tapinaklarina geliyorlar.
Arkeologlardan biri, yasli rehbere soruyor; “hiç anlayamadim, niye yolun ortasina oturup saatlerce yok yere bekledik? “
Yasli rehberin cevabi o kadar güzel ki; “çok kisa sürede çok hizli yol aldik, ruhlarimiz bizden çok uzakta kaldi. Oturup ruhlarimizin bize yetismesini bekledik...”
Niye içimiz de hep bir eksiklik duygusuyla yasadigimizi, niye mutlu olmayi beceremedigimizi, niye kendimiz olmayi basaramadigimizi ve “niye” ile baslayan daha bir dolu sorunun cevabini açikça veriyor Inkalar’in yasli torunu.
Çünkü bu aptal hayat içinde o kadar hizla yol aliyoruz ki, ruhumuz çok arkada kaldi, hatta onu nerelerde unuttugumuzu bile hatirlayamiyoruz. Çocugunu kaybeden annelerin çilginliginda bir saga bir sola saldiriyoruz hepimiz, ama bir farkla, biz neyi aradigimizi bile bilmiyoruz... Herkes bir arayis içinde, ama hiç kimse ne aradigini bilmiyor. Saniyoruz ki cok paramiz, sürekli yükselen bir kariyerimiz, bahçeli bir evimiz, spor bir arabamiz olunca biz de çok mutlu olacagiz.
Hadi maddeciligi bir kenara birakalim; niye herkes asktan sikayetçi? Çevremiz de kaç kisinin ask hayati iyi gidiyor? Eminim parmakla sayilacak kadar azdir. Ve eminim hic kimse yanlisin nerede oldugunu da bulamiyordur. Ben ten uyusmasi kadar ruh uyusmasinin önemine inanirim. Hatta insanlarin es ruhlarinin olduguna bile inanirim. Ama ruhlari olmayan bedenler birbirleriyle ne kadar uyusabilir ki?
Evet, önce göz görür fakat ancak ruh sever. Ayrica ruhumuz olmadan es ruhumuzu bulmak gibi bir sansimiz olmadigina da eminim... Iste bu yüzden icimiz de sürekli bir eksiklik duygusuyla yasiyoruz hepimiz. Iste bu yüzden sürekli duvarlara çarpip,çarpip kendimizi kanatiyoruz ve iste bu yüzden mutlulugu bir türlü yakalayamiyoruz... Gerçekte hIz çaginda yasiyoruz. Her sey o kadar hizli geçiyor ki, ne ise , ne arkadaslarimiza, ne ailemize, ne çocugumuza, ne kendimize yeterince vaktimiz kalmiyor. Akrep ve yelkovanla yaris halindeyiz. Bu yüzden bütün iliskiler yarim yamalak, bütün sevgiler bölük pörçük. Sevmeye bile vaktimiz yok bizim. Oysa teknolojinin nimetlerinden fazlasiyla yararlaniyoruz. Ne çamasir yikiyoruz ne de bulasik, çayimizi kahvemizi makineler yapiyor. Islerimizi bir telefon, bir faksla hallediyoruz. Uçaklar bizi iki saat içinde dünyanin bir ucuna tasiyor. Hatta artik gitmeye bile gerek yok, internetle dünya elimizin altinda. Ama yine de vaktimiz yok iste!
Bence doganin kara bir laneti bu. Biz ondan uzaklastikça, o da bizden bütün zamanlari çaliyor. Milan Kundera “yavaslik” adli kitabinda; ”yavaslik hep aldatir,hizlilik ise unutturur” diyor.
Telefon hizlilik mesela, konusulanlari, söylenenleri unutturur. Mektupsa yavaslik, hep vardir ve hep hatirlatir. Ben kendi adima her zaman yavasliktan yanayim. Mesela uçaklardan hiç hoslanmam, yeni bir sehre, yeni bir iklime hazirlanmaya, hatta hayal kurmaya bile vakit birakmiyor bana ”Küt” diye baska bir hayatin içine giriveriyorum. Ve en kötüsü de dönüsler, daha ayriligin hüznünü bile yasamadan Istanbul’da olmak sahiden de cok tatsiz. Tabii ki ruhumun beni terk edip oralarda kalmasi da cok normal. Oysa trenler karanlik geceyi yirtan keskin düdügü, uykuda olanlara yolculuk düsleri gösteren kara trenler... Daglari bölen, nehirlerle yarisan, köprülerden geçen, agaçlari selamlayan, cocuklara el sallayan, güne bakanlara göz süzen, geçmisin hüznünü, gelecegin umudunu yasatan, yolcularina yepyeni dostluklar hazirlayan kara trenler var bir de.
Uçak degil, tren olmak istiyorum. Böylece ruhum benden hiç ayrilmaz. Evet freni patlamis kamyon gibi yasamanin hiç anlami yok. Ayagimizi gazdan yavas yavas çekelim ve biraz mola verip ruhumuzun da bize yetismesini bekleyelim artik. Aceleye ne gerek var?
Hayat yalniz biz izin verdigimiz gibi geçer. Iyi ya da kötü hizli ya da yavas... Her sey bizim elimizde, sevgi de, ask da, basari da. Ama ancak kendi ruhumuzla bulustugumuzda...
Amerikali bir zengin, is seyahati sirasinda Meksika'nin küçük bir kiyi limanda gezerken, bakmis agzina kadar balik dolu bir tekne ve içinde keyifli bir balikçi. "Merhaba balikçi" diye seslenmis, "Bu baliklari ne kadar zamanda tuttun?" "Bir iki saatimi aldi" demis balikçi.
Istahlanmis bizim isadami; "Ee, niye biraz daha kalip daha fazla tutmadin?" diye sormus. "Bu kadari bize yetiyor da ondan" diye omuz silkmis balikçi. Sasmis balikçinin bu kanaatkarligina isadami; "Kalan zamanini nasil geçiriyorsun peki" diye üstelemis.
Balikçi, özetlemis bir gününü: Sabahlari açilir, biraz balik tutarim. Sonra çocuklarimla oynarim. Ögleyin karimla biraz siesta yaparim. Aksamlari amigolarla beraber gitar çalip sarap içer, geç vakte kadar egleniriz. Oldukça mesgul sayilirim senyor".
Gerinmis Amerikali: "Bak" demis "..ben sana yardimci olabilirim. Bu ise daha çok zaman ayirmalisin. Daha büyük bir tekne bulup daha çok balik tutmalisin.Oradan elde edecegin gelirle daha büyük tekneler alirsin. Kisa sürede tuttugun baliklari dogrudan isletme tesislerine satarsin. Hatta zamanla kendi balik fabrikani bile kurabilirsin.
Kisa zamanda balikçilik sektöründe bir numara olursun". Balikçi merakla "Bunlari yapmak kaç sene alir sinyor" demis: "15-20 yilda halledersin" demis Amerikali, "Ama sonrasi daha parlak: Zamani gelince sirketini halka açarsin, hisselerini iyi paraya satarsin, kisa zamanda zengin olup milyonlar kazanirsin."
"Milyonlar ha..." diye tekrarlamis balikçi...
"Eeee... sonra?"
"Sonra emekli olursun. Küçük bir balikçi kasabasina yerlesirsin. Istersen zevk için balik tutarsin. Çocuklarinla oynar, karinla keyfince siesta yaparsin. Aksamlari da arkadaslarinla sarap içip gece yarisina kadar gitar çalarsin. Nasil...? Mükemmel degil mi?”
Balikçi cevap vermis, "Sence ben su anda ne yapiyorum!?.. "
Bir an olsun durup düsünseniz Bütün bu telas ne için?.." Arada denize açilip, çocuklarinizla oynasmayacak, dostlarinizla gitar çalip sarap içemeyecek olduktan sonra onca kosturmanin ne anlami var? Hirsla örülü onca yilin vaat ettigi final, halen yani basimizda duran mutluluksa, bu yarisa ne gerek var?
''le bruyere, bir yerlerde, ''yalnız olmamak gibi büyük bir mutsuzluk!'' der. kendi kendilerine katlanamamaktan korkarak kalabalıkta kendilerini unutmaya koşanları uyandırmak ister sanki. bir başka bilge, yanılmıyorsam pascal da, neredeyse bütün dertler odamızda kalmayı bilmememizden geliyor başımıza der; böylece, içekapanış hücresinde, mutluluğu devinmede, bir de yüzyılımızın deyimiyle kardeşcil diye adlandırılabileceğimiz bir fuhuşta arayanları getirir usumuza.'' -Baudelaire- yalnızlığın atlası: I hayat, çarpar ya ağırlığını camlarına evlerin, ışıklara aldanmayın, evler de yalnızlıktır, evler de... siz çekersiniz gece büyür, gece çeker de bazen siz küçülürsünüz; geceler yalnızlıktır...
yalnızlığın tablosunu çizer ufukta biri, atlasını yalnızlığın uzak sularda bir gemici; birileri sınırlar koyar, haritalar basar biri; oysa harita basan bütün matbaalar suçlu, bütün silgiler yalancıdır haritalar yalnızlıktır...
kaç bin ışık yıl uzağız belki de en uygar gezegene... ay tutulur- sa ay orda bir yalnızlıktır yalnızlıktır emzirdiğimiz göz göre göre... II yerkürenin son jesti insanın dehşet yalnızlığı olacak. biz yine de çiçekleri sulamayı unutmayalım, ama yalnızlığımız çiçeklere de kalmayacak...
bu gezegen her gün milyonlarca ton ağırlaşıyor; her gün aşksız, azıksız azalıyoruz... azalıyoruz, çoğalıyoruz: ikisini birlikte tartsak azlığımız çok gelecek.
yerkürenin son jesti insanın dehşet yalnızlığı olacak! bunu bilmek için kutsal kitaplara gerek yok; işte hiç de kutsanmayan bir kitap bile bunu söylüyorsa, inanın, yalnızlığımız kitaplara da sığmayacak...
III bir ölüdenizdir yalnızlık... bir çınarın upuzun gölgesidir çınar boylu yalnızlık; atlasına akbabalar, haramiler tüner de kendi olmakta diretir yine... IV her insanda birden doğan, ama can çekişip ölemeyen yalnızlık. herkes bir evrede anlar bunu; kimileri de menapozlarda, antropozlarda, bir gözaltında, uzun bir yolculukta ya da.
dal değil, köktür yalnızlık; kurumuş olmalıdır ve bir daha yeşermez...
V okyanuslar analarıdır denizlerin; gökyüzünün anası yok: gökyüzü yalnızlıktır. kurt dağında, kuzu sürüsünde, çoban kavalında yalnız.
kalabalık, kabarık verirsin kavgalarını; bin yumruğun tek olup göğe doğrulduğu günlerde de, akşam, dönerken evine ekmeğin kadarsın...
yazıyorsan duyarlığınla yalnızsın kendi derininde; duyarlığınla: suya yazılan sözlerle... en az yalnızlık çeken şairlerdir yine de; bölüşürler seslerini birlerle, ikilerle, beşlerle, ama beşlerle...
VI o, sevgiyi kendi için istiyor; sevgisiyle yalnız. onu değil, ben sevgimi seviyorum, sevgimle yalnız...
yalnızlığı deşiyorum: yapayalnız, yapayalnız! sonra bölüyor, bölüşüyor, topluyor, çarpıyor ve çıkarıp giysilerimizi birer birer sevişiyoruz; susup kalıyoruz belki, çekip gidiyoruz. geride kalanın adını yalnızlık koymaktan hep ürküyoruz...
işte kadınlar da, erkekler de doymaz uzuvlarıyla birer yalnızlıktır... doğasının insana ihanetidir yalnızlık; özünde yaşamın da, ölümün de birer ihanet olduğunu kavradığımızda sorun yok... VII tek kişilik kalabalıktır aşk. aşk tek kişiliktir; ikinci kişiye bilet yoktur. kendinin yayasıdır aşkta ikinci kişi, kendinin mayası; herkes kendi sevgisini sever...
aşk nedir incil e göre? nedir tevrat a, zebur a, kur ân a göre? bu kitaplardaki aşklar, küfürler neyin rengine göre?
insandır, insan aslolan: insana göre!
bir bedeni o kıyısızlığa bırakma saati geldiğinde gitmek bir yalnızlıktır.
bütün gitmeler yalnızlıktır. kalmaya göre...
VIII sevginin ve cesaretin cesetleriyle günler ağır ve kirli, tortusunu bırakırken ömrümüze; günler, düşlerimize, özlemlerimize... uzaklığın şakağında kaç namlu kim bilir yakın olmasın diye?
sonra biz, burada uçurumlara teslim gençliğimizle... IX en rezil parayla insan arasındaki yalnızlıktır; hiçbir inanç, hiçbir ideoloji, hiçbir aşk, hiçbir kitap bu yalnızlığın kurallarını bozamıyor.
bu da bir yalnızlıktır... X yalnızlık bir yağmura benzer...
yağmurdan önce biz, bütün çılgınlıkları bir bir bölüştük. bir bir türküleri, telaşlı koşuşları; silahları, tabuları, ayrılıkları; çoğaltıp yalnızlığımızı feodal tekkelerde, ellerimizin üzerinde bir el bile yokken bölüştük vuruşları. sonrası geceydi ve yalnızdık: çoğalttık susuşları...
yağmura yakalandığımız gece- ye çarptık; geceye hiçbir şey olmadı, ama biz paramparçaydık! ve hayat gaspetti o vakur duruşları...
XI hâlâ dağların üstünde, zambakların içinde işte şu hayat; destan ve yalnız hayat!
yalnızlığa halay halay ellerim; kırılası, kırılası ellerim! benim ellerim, yuh ellerim, şair ellerim... kalemini silahıyla koruyan, kalemi de, silahı da yalnız ellerim;
yalnızlık bir yağmura benzer yağmurlarda sırılsıklam ellerim... XII daha birileri bir yerlerde yaralardan söz ediyor; sonra binlerce ses o bir sesin üstüne, belki de yüzbinlerce... ama kime anlatılır ki yara, orada yara olarak yalnız.
yarayı anlatan, anlatırken; yara ise yara olarak yalnız destan ve yalnızdır hayat kırılası ellerim herkes kendine göre bir yalnızlıktır... XIII iyi ki doğmadınız hiç doğmayanlar ya da doğması olasılık kalanlar. doğarken biz de spermdeki olasılık kadardık; o olasılıkla doğmak veya doğmamak üzere yalnızdık. şimdi de yaşamak ve ölmek hâlâ bir olasılıktır. her mengenede, kederde en çok da yaşamak bir olasılıktır.
sevişmek ey, yaşamak bir olasılıktır!
XIV yalnızlığı sevişirken eksiltiyor, eskitiyor ve eskiyoruz...
seviştiğim gece emzirdiğim gecedir. özümü katarım ona; geceyi kanatırım, gece beni kanatır... geceyi kanatırız, gece bizi kanatır.
geceler insanlığımız insanlığımız yalnızlıktır... XV giderek insanlaşıyor, uygarlaşıyor ve insansızlaşıyoruz...
görgü tanıklarının ifadelerine göre dağınık yüzü günlerin ter ve keder içinde; zanlıları her sabah o resmi geçitlerde...
işte hayatlarımız intiharların ve cesaretlerin sustuğu yerde; hayatlarımız diğer hayatların da cesetleriyle...
hayatlarımızda kimselerin bilmediği yalnızlıklar; ama kimseler bilse de, bilmese de yalnızlık var ey bütün yalnızlıklar!
XVI şimdi travestiler kalçalarında ve slikon göğüslerinde biriken yorgunlukla dante nin ilahi komedya sını konuşuyorler sperm kokan duvarlarla... o yırtık, yamalı ve yaralı sevgilerden, o kaypak sevgililerden, servetlerden geride hep namuslu bir orospum oldu benim de; tünediler yalnızlığıma hüzünlü bir yüzle o gecelerde... sonra günlerin de üzerinde bir hayat; sürgit yoğunlukların, yorgunlukların, öfkelerin üstünde... XVII şimdi güzel bir deniz karşımda; korkunç çırpıntılı, dehşetli mavi bir deniz tutmuş da bir ucundan b(akıyor) uzaklara... uzak, uzaklığında ben kendi yakınlığımda yalnızım ortalarda olsam da ortalı yalnızlıktır...
XVIII böyle yakın uzaklıklarda hep yalnızlıklar ve yalnız değiliz derken de yalnız! işte cesetler ve cesaretler içinde aynadaki suretimi tuzla buz ediyorum; keder ırmakları akıyor ortasından... birden bir kırlangıç sürüsü kanat çırpıyor uzaklara; yollara ve yolculara bakıyorum da, şarkıların kırık dökük notaları saçılmış sokaklara. herkes kendine göre bir şarkıyı tutturmuş yangınlar ortasında!
/yangınlar ortasında: notaları kurşunlanmış bir şarkıdır yalnızlık.../
Yeşil selviler, beyaz mezar taşları ve elyazma kitaplar vardı manzarada. Gün akşama yakındı ve durgundu.
Bir yemiş sofrasının başında bağdaş kurmuş gibi oturmuşlardı etrafına ibret aynasının. Aksakalları bilgin, gözleri genç, elleri yorgundu, ilhamlı, vahim ve dalgındılar. O, birdenbire meclise geldi dedi : «— İbret aynasından bakıp çubuklarını yakıp şerh ü izah edenler. Değişmekte olanı görüp içine girip değiştirmektir hüner. Ve sanmayın ki değişen başı boş bir oktur, kanunu ve nizamı yoktur. Ben, bilip bildiririm ki : Rab ve kitap ve saçı rüzgârda uçan «kahraman» değil, (karanlık orman, tuzlanmamış deri, budaklı lobut ve taş baltadan beri) Onlar'dır büyük macerayı yapan. Onlar ki toprakta karınca suda balık havada kuş kadar çokturlar.
Korkak, cesur cahil, hakîm ve çocukturlar. Ve kahreden yaratan ki Onlar'dır, şarkılarımda yalnız Onlar'ın maceraları vardır...»
Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Şehre simsiyah bir kar yağar Yollar kalbimle örtülür Parmaklarımın arasından Gecenin geldiğini görürüm Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Çocuklar sinemaya gider Yüzümü bir çiçeğe gömüp Ağlamak gibi isterim Derinden bir tren geçer Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Alıp başımı gitmek isterim Bir akşam bir kente girerim Kayısı ağaçları arasından Gidip denize bakarım Bir tiyatro seyrederim Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Uzaktan bir bulut geçer Karanlık bir çocukluk bulutu Gerçeküstücü bir ressam Dünyayı değiştirmeye başlar Kuş sesleri, haykırışlar Denizin ve kırların Rengi birbirine karışır Sana bir şiir getiririm Sözler rüyamdan fışkırır Dünya bölümlere ayrılır Birinde bir pazar sabahı Birinde bir gökyüzü Birinde sararmış yapraklar Birinde bir adam Her şeye yeniden başlar
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider
Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir Solarken albümlerde çocuklar ve askerler Yüzün bir kır çeçeği gibi usulca söner Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir
Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı! Bunu anlattılar hep, yani yiten bir aşkı Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider
Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta, sanki gidenler hiçbir zaman hiçbir menzile erişemeyecekti. Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle Ve onlar ayın altında dönen ilk tekerlekti. Ayın altında öküzler başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi ufacık kısacıktılar ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında ve ayakları altından akan toprak, toprak, ve topraktı. Gece aydınlık ve sıcak ve kağnılarda tahta yataklarında oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı. Ve kadınlar birbirlerinden gizleyerek bakıyorlardı ayın altında geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine. Ve kadınlar bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve kara sabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız şimdi ayın altında kağnıların ve hartuçların peşinde harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi aynı yürek ferahlığı, aynı yorgun alışkanlık içindeydiler. Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde ince boyunlu çocuklar uyuyordu. Ve ayın altında kağnılar yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.
Salkım salkım tan yelleri estiğinde Mavi patiskaları yırtan gemilerinle Uzaktan seni düşünürüm İstanbul Binbir direkli Halicinde akşam Adalarında bahar Süleymaniyende güneş Hey sen güzelsin kavgamızın şehri
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde Bakışlarımda akşam karanlığın Kulaklarımda sesin İstanbul
Ve uzaklardan Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul
Plajlarında karaborsacılar Yağlı gövdelerini kuma sermiştir. Kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarında Balıkpazarında depoya kaçırılan fasulyanın Meyvesini birlikte devşirirler Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul
Et tereyağı şeker Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde Yumurta masalıyla büyütülür çocukların Hürriyet yok Ekmek yok Hak yok Kolların ardından bağlandı Kesildi yolbaşların Haramilerin gayrısına yaşamak yok
Almış dizginleri eline Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası Onların kemik yalayan dostları Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi Ve sen esnaf sen söyle sen memur sen entellektüel Ve sen Ve sen haktan bahseden Ortaköyün Cibalinin işçisi Seni öldürürler Seni sürerler Buhranlar senin sırtından geçiştirilir İpek şiltelerin istakozların ve ahmak selameti için Hakkında idam hükümleri verilir
Haktan bahseden namuslu insanları Yağmurlu bir mart akşamı topladılar Karanlık mahzenlerinde şehrin Cellatlara gün doğdu Kardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardır Bir kalem yazın vardır Dudaklarını yakan bir çift sözün vardır Söylenmez
Haramiler kesmiş sokak başlarını Polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi Haramilerin elinde Ve mahzenlerinde insanlar bekler Gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer Bebeklerin hasreti içlerinde gömülü Can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul Bulutların ardında damla damla sesler Gülen çehreleri ve cesaretleriyle Arkadaşlar çıktı karşıma Dindi şakalarımın ağrısı
Bir kadın yoldaş tanırdım Bir kardeş karısı Hasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları Ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi Cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında Gebeliğin dokuzuncu ayında Aç kurtların varoşlara saldırdığı Tipili bir gece yarısı Sırtında çok uzak bir köyden indirdi Otuzbeş kiloluk sırrımızı Zafer kanlı zafer kıpkırmızı
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul Bekle bizi Büyük ve sakin Süleymaniyenle bekle Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla Mavi denizlerine yaslanmış Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle Ve bir kuruşa Yenihayat satan Tophanenin karanlık sokaklarında Koyunkoyuna yatan Kirli çocuklarınla bekle bizi Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi Bekle dinamiti tarihin Bekle yumruklarımız Haramilerin saltanıtını yıksın Bekle o günler gelsin İstanbul bekle Sen bize layıksın
Çizebilseydim Bahar olacaktı yüzün… Yazabilsem, En uzunu şiirlerin... Olmadı, beceremedim... Adını duvarlara yazacak çağım da Çoktan geçti benim. Yasak sevdamın Gözaltı tarafı... Çaresiz, Seni yüreğimde erittim. Ama yine de hoş geldin eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi Hoş geldin!... 'Ağır ağır çıkılan bir merdiven' yok... Eskittiğin yıllardan değil, Sızlayınca yüreğin, anlıyorsun: yine gecikmişsin... Sen, yeni yeni öğreniyorsun sevmeyi, Bense çoktan düşürmüşüm aklıma ölümü... Gönlün bedene baş kaldırdığı yerdeyim... Ama yine de hoş geldin eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi, hoş geldin Ben bir bu dağları eskitemedim, Bir de sana düşmüş yüreğimi... Gittiğim yolları hiç hesaba katma! Düşünü görmediğim uykular zaten haram Gökyüzünü boyayacak zaman da kalmadı... Haydi sar kollarını... 'Ayrılık' diyeceğim, Dilim varmıyor... Daha yeni söylemiştim; Hoş geldin eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi, hoş geldin. Deniz tuzunu saklıyor Çizdiğim beyazlarda Karlar çürüdü Suyumuz ekşi, Gönlümüz kırık. Sevip de kaçanların hiç biri, yüzyıllardır yakalanamadı. Firarinin umudu tükenmiyor, Yaşamadan bitmiyor kör olası... Ama yine de hoş geldin eskimeyen yüzümün yeni gülümseyişi Hoş geldin!... Bir tarafımızı Eylül'de budamışlardı Kalanı, sevdana kurban... İçtiğim içkiye seni düşürdüm, Bu akşam gözlerimi Küllükte söndürdüm. Hoş geldin eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi, hoş geldin!... Korkunun bittiği yere yazdım adını, Dağların en kuytu yerine... Sonsuzluk değildi beklediğimiz, Bir parça 'mutluluk' diye diretmiştik. Çok mu geldi bilmem ki Tanrının gözüne Ama yine de hoş geldin eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi!... Eskidi saatler, Zamanı geldi, Yeniden düşmeliyim yollara... Geceler sırtımda Cebimde sevdalarım Yardan öte söyleyecek sözüm vardı benim. Düşlere saklamalı şimdi yari, uyanmamacasına! Yükselmeli ateşim Kanamalı sıkmaktan avuç içlerim Terleyip atmalıyım içimden seni Kimseler bilmemişti, görmemişti gelişini, Benden gidişindeki gibi... Ama yine de hoş geldin. Eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi, hoş geldin!...
Son çocukluk da bitmişti ömrümde Düşlerim belki kış ölüsü belki yaz Kırlara bahar yetmese de içimde Yüreğim nar çatlamasıydı sana kadar Dilimde sözcüklerin çelik direnci Sesimde ölüm rengine inat aşklar
Mavilikler yasaklandı gökyüzünde Özgürlüğü kuş kanatlarında bekledim Doğduğum gün adına "imge" dedim
Sevdim bütün insanları insan yanlarını Sen de seveceksin Dallarına su yürümüş ağaçlara güleceksin Kar yağsa da yaktığın ateşler üstüne Ateşi yüreğinle körükleyeceksin Kuş sesleri de ertelenebilir güne karşı Çiy de düşebilir anıların üstüne En güzel ezgileri nehir ağzı denizlerde Hep kendi sesinle türküleyeceksin Hüzün ağaçlarının sevinç açtığını Adının sonsuz anlamında göreceksin
Sevdim soluğunu rüzgar kılan insanları Soluğumu soluklarına kattım Bir damla uğruna gökyüzünü omuzladım Bir çocuk ölümleri ağlattı beni Bir de türkülerde kalabalık ihanetler Gülüp geçtim yalan iktidarlar görkemine Aşk adına sesimi sürdüm namlulara En büyük eylemleri söz eyledim Doğduğun gün adına "imge" dedim
Sen elbette sen olacaksın biliyorum Sesinde yirmibirinci yüzyılı dinliyorum
Sen yürürsün rüzgar yürür Sabahlar sığmaz olur gözlerine Her adımda çözülür bir karanlık Şafaklar çiçek sunar ellerine Gün tutuşur Dağlar aydınlanır Yeniden aydınlanır Yeniden canlanan bu yaşam Türküler dizer saçının tellerine
Sen yürürsün rüzgar yürür Alıp savurur beni saçların En kalabalık alanlara götürür Bir cellat çıkar apansız Bir fidan yeşermeden çürür Ve kana bulanır ırmaklar Baştan başa geçer kentleri Kan temizlenir cellat ölür
Sen yürürsün rüzgar yürür Mahpuslar soluğunla umutlanır Toprak çatlar Gökyüzü bıçak bıçak şimşeklenir Görkemli bir yürüyüş başlar içimde Ve bir tan vakti Kırılır bütün güzellik yasaları Ağaçlar aşk açar bahçelerimde
Sen yürürsün rüzgar yürür Dallar eğilir Yapraklar secde eder yürüyüşüne Sular kabarıp dalgalanır Köpüklü başlarıyla selamlar seni Ve tanrılar kalır önünde Ne beyler ne krallar Seninle yazılır en büyük destan En güzel tarih seninle başlar
Sen yürürsün rüzgar yürür Bir sevinç boylanır dünyada Çocuklar korkusuz büyür Kan boğulur susar Dokunup geçtiğin her kuraklık Yemyeşil bir vadiye dönüşür
Sen yürürsün rüzgar yürür Bizi bu deprem günlerinde İnan ki bir şiirsiz yaşamak Bir de sensiz savaşmak öldürür
Kendi olarak, sana gelen. sana gereksinimi olmadan, seni isteyen. sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen. kendi olmasını, seninle olmaya bağlayan. O, işte...
Kitabımı sana adamak istedim Gözlerine baktım Gözlerin yok Öpmek istedim Yüzüne baktım Yüzün yok Tutmak istedim elini Elin yok Isıt sözlerimi yüreğe işleyen kulakların yok Anlat bana bir şey anlat Dilin yok Haydi yan yana yanın yok Kitabımı sana adamak istedim Adın yok Güvercin getirdi şiirimi geriye Bu dünyada anlattığın kadın yok..
Ah ben hep duyguyla akıl Kapılarını bunca yıl Zorladım. Bir düş gerçeği Topladım gerçek düşümde. Savaştı bu huyla akıl, Hep kafamda ve gönlümde.
Baktım, bölüşmüş gerçeği, Aklım bir düş-dönüşü'mde. Duyguyla anlaşmış akıl.. Aşk motoru olmuş düş'ün, Ve düş de aklın eşeği. Vardığım her öpüşüm'de Aklım ısırdı her şeyi.
Motor çıkmaza dayandı, Eşek renklere boyandı. Baktım, o uslanmaz aklım, Elinde duyu çiçeği, Bir yorgun, renkli eşeği Koklayarak okşayandı.
Sevgilim Yeşil eriğim benim Ben içine hapsolmuş çekirdeğinim senin Hapiste günler ağır geçer diyorlar Olsun be ben vazgeçtim hürriyetimden Yeter ki yetim bir çocuk gibi bırakma yüreğimi Zira sensiz bu can bir yüktür yüreğime Kaldır öpülesi alnını ve bak bana Gördün mü gülüm bir tek gözlerim değişmedi yine Bir tek gözlerim Açılır açılır gözleri gülümün İçlerinde yeşil çam ağaçları Uyanışların en tazeleri Odamızdan geçer gülüm seninle Uyanışların en tazeleri Odamızdan geçer gülüm seninle Feriğim fidanım feryadım Hey benim zizil parmak Memleket gözlüm
Geceleri hep peşinden koşar Göğsüme takıp yönümü bulduğum Kalp verdin onur verdin Yetmezmi deli fişeğim
Benim en büyük kudretim Senin sahiden şehrimde olduğunu bilmek Hatta şu an ıslak şehrimde geceliğinle balkondasın Bende dokunmaya çalışıyorum ince parmaklı ellerine Kaldır öpülesi alnını ve bak bana Yoroz değil kararan Yüzümde ışığından ayrılmanın kederi Birazda işte geldik gidiyoruzun hüznü var Ama gördün mü gülüm Bir tek gözlerim değişmedi...yine Bir tek gözlerim...
o terk edilmiş akşam vaktinin kuytu bir köşesinde kaybolmalardayım ve geçmişimle hesaplaşmaktayım ankara'da.. soğuk bir akşam vakti
son paket son sigara bu.. yağmur da bir o kadar kalleş yürürken ankara'da yağmur süzülürken göz bebeklerimden ağır bir işkence bu omuzlarımda kerpeten misali tırnak uçlarımda hasret veriyorlar soğuk bedenime saat 12 suları bunlar yaşanırken ankara'da bir polis otosu devriye geziyor ve sen illegal sevdam, ciğerimde tütüyorsun toz duman altında.. sonsuzluğu seyre dalmak kadar huzurlu bir şey bu... ama.. isyan çağırıyor beni yeter ulan yeter.... bu gece. yarılsa bu gökyüzü, yarılsa asfalt.. ve bir karanfil hıçkıra hıçkıra ağlasa karanlık sussa ben haykırsam.. bu yasadışı akşamlarda şarjör misali tükensem koynunda.. ve parça tesirli bir sevdanın merkezinde olsam.. dağılsam sana.. paramparça olsam....
Başka diyarlara, başka denizlere giderim, dedin. Bundan daha iyi bir kent vardır bir yerde nasıl olsa. Sanki bir hükümle yazgılanmış bir çabam; ve yüreğim sanki bir ceset gibi gömülmüş oraya. Daha ne kadar çürüyüp yıkılacak böyle aklım? Nereye çevirsem gözlerimi,. nereye baksam burada gördüğüm kara yıkıntılarıdır hayatımın,.. yalnızca yıllar yılı yıktığım ve heder ettiğim hayatımın." Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler. Hep peşinde, izleyecek durmadan seni kent. Dolaşacaksın aynı sokaklarda. Ve aynı mahallede yaşlanacaksın ve burada, bu aynı evde ağaracak aklaşacak saçların. Hep aynı kente varacaksın. Bir başka kent bekleme sakın, ne bir gemi var, ne de bir yol sana. Nasıl heder ettiysen hayatını bu köşecikte, yıktın onu, işte yok ettin onu tüm yeryüzünde.
yol bir yere gitmez içerde düz saçlara uğrar ayak üstü bir akşamüstü her plansız ürperişin sonu hüsran ve hüsran çok sanat müziği bir kelimedir
yol bir yere gitmez o bir durma biçimidir yol yoluyla gidebilir yare yoldan çıkabilir apansız ve ömür bitebilir yoldan once ama yol bir yere gitmez o bir durma biçimidir yaşamak hızlı bir ölme biçimidir düşünce ışıktan yavaşsa erken gidilmelidir gerdan sözcüğüne bir kuyumcuda da rastlayabilirsin bir kasapta da kalbin sızlamaz bir kuzu yüreğini vitrinde görünce o bir beslenme biçimidir ama korkarsın kurdun sevdiği havadan ayakkabı yaparsın yılandan
yol bir yere gitmez o bir durma biçimidir her garantiyi istersin hayattan oysa ölümle yaşam arası uzun malum ince bir yol bir yere gitmez o bir ölme biçimidir
iyi yolculuklar denmez bir gidene yapılamaz çünkü çok yolculuk bir seferde yolcu denmez her gidene herkes o yolun taraftarı olmayabilir hiç bir sürgün gittiği yolu sevmez mesela
yol bir yere gitmez o bir susma biçimidir soğuk bir taşıtın uğultusunda
bana artık yasaktır öpüşmek bir militan içgüdüsüyle kaçıyorum sevda sokaklarından dudaklarında güzel vaatlerle, beni vurmak isteyen adamlar var
köşeye sıkışmış gibi inliyor nefesim aşk sözcükleri ıskalıyor bedenimi, duygusallığımı zor kurtarıyorum dikkat etmeliyim, bir hücre evine sığınır gibi gizlenmeliyim her an beni bulabilirler, her an bir şiirle vurulabilirim
bana artık yasaktır öpüşmek bir sokak lambasının yalnızlığı kadar ışık saçıyorum "iyi ki sesin var, yoksa yaşayamam" diyen adam nerede? yoksa öldü de,..ben mi bilmiyorum
kaçış planları yapan bir mahkum gibiyim attığım her kum parçasından kırgınlıklarım çıkıyor gözüme batıyor sessiz gidişlerin ağdalı suskunlukları dikkat etmeliyim, bir yokluğa sığınır gibi gizlenmeliyim her an beni incitebilirler, her an bir şiire vurulabilirim
bana artık yasaktır öpüşmek kadınlığımın suçu neydi bilmiyorum “sen ben de bir ömür olmalısın” diyen adam nerede? yoksa bir ömür geçti de,..ben mi bilmiyorum..
serseri bir kızın güncesinden kaçtım kadınım..! ..Arkama döndüm ve baktım göğüslerimde emzirdiğim gençlik dirileşmiş sütü kesilen asiliğim hayatla birleşmiş
Korkma! Dilimde bütün haylazlığım büyüdüğümü sevişirken anlıyorum yoksa inan hala sokakların oyun hırsızıyım
en berbat ayrılığın mektubunu da okudu yüreğim ama bana sevda gerek avuçlarımı öp, dudaklarından geçip gözlerine güleceğim
II. .. suya düştü katre, dağıldı..
isimsiz bir yolculuğa gidiyorken döndüm ebruferah kelimelerin içinde yeşerdi seda buğulu camlara saklanan, iklimi keşfedilmemiş bir yüreğin ritmiydi belki alıkoyan...yatıştıran iyi ki varsın, diyecekken susturuyor dudaklarımı ıslak cevapların iyi ki....
III. .. hüzün kaydı geceden, dilek tuttum..
bir cümle uzaklığındaydı gülüşler söylenmeyen sözler boyu kırılıyorsa yürek, dillenmeliydi kelimelerin alkışı durduk yere durduk yere sev beni
ince kıyılmış bir istem akıyor bedenimden hazan senfonisinde gençlik aşklarım çalıyor anımsadığım, serseri bir kızdım güncelere tutunan çok oldu kaçtım artık ben değilim unutulan
IV. .. sözler kapıyı çarptı, arkalarından koşmadım..
ölmek üzere olan sevdalarına, hayat öpücüğü veren bir kadının beklentilerinde yoruldu özlemler bu yüzden istiyorum merakında kaybolmayı gözlerime bak hissedeceksin, bakışlarımda eriyen sevilmek duasını
hadi, ellerimden tut ve kaçır beni şarkıların içine bilmen lazım, ezgiler olmazsa ölürüm herkes gider, notalar kalır suskunluğumu makamlara ördürdüm
V. ..mahcup kırmızı soyundu, aç gözlerini..
çözülsün dilindeki buzlar dudaklarımın debisinde geceye benzer utangaçlığım, görünmez tenimde mimiklerin gün gibi aşikâr, sivrildi tutkunun ucu, görünürde söylenmez
dağılmış saçların inceliğinde bütün gelişler acının kırılma noktası olmadı (da) yanacağız sevişmeler kirlenemez
VI. ..sevmeyi unuttuğun yerden sevil bana..
serseri bir kızın güncesinden kaçtım beni ihbar etme, sende (s)aklandım...
Durağan konuşmaların sıkıntısı,.. Isırılmış dudaklardan içime akan kanın damağıma yapışan pıhtısı,.. Hani hiçbir cümleye yerleşemeyen kelime,.. İsmi yani,.. Gidenin ismi satır başıdır aşk ayetlerime,.. Ürpermek,..tekrar dokunabilmek tutkusu,.. Temassız sevişmeler,.. Tenlerin son bir el sallaması gibi,.. Duygusal orgazmın doruğu,.. Hani ellerini koymayı bilemediğin yer,.. Yıldızları tutmaya alıştığın o ipeksi gökyüzü,.. Teni yani,.. Yokluğun teni geceleri uykularımı örter,.. YİTİRMEK Sonlara müptela aşkların koyu yası Tüm renklerin siyaha tutsaklığı,.. Kesin intiharı gökkuşağının,.. Hani gözlerimin rengini yitirdiğim o son bakış,.. Pulunu terk eden mektup gibi,.. Kimsenin sahiplenemeyeceği o büyük aldanış,.. TUTSAKLIK O şehvetli teslimiyet,.. Tenimi acıtan o yokluğunun prangaları,.. Ve bundan duyduğum tanımsız zevk,.. Bir zafer çığlığı inlemelerim,.. Ve gövdemin göklerine çektiğim,. O dimdik bakabilen gözlerim,.. Kesin inkarıdır en çetin yenilgilerimin,.. SEVMEK Yeniden alışarak kan kaybına,.. Ve ekleyerek kazandıklarını anılarına Savaşmak yani,..silahsız,..çıplak,.. Müttefik ederek kelimeleri ve hayalleri,.. Yaşamın dayatmasına rağmen,.. Ağırlaşan nefese rağmen,.. Bir pankart asar gibi yazmak aşkı,.. Sol yanını bir el bombası gibi atmak aşk meydanlarına,.. Ve tutuşmak bir hıdrellez ateşi gibi,.. Dolanmak çarşafların o muhteşem yalnızlığına,.. VAZGEÇMEMEK Yenilen bir orduyu sahiplenebilmek,.. Ve kendini her devirdiğinde,.. Her ihtilalinde,.. Kendini tekrar tahta çıkarabilmek,.. O muhteşem yenilgilerin muhteşem kumandanı,.. O soluk gecelerin parlayan tek yıldızı,. Yüreğim yani,.. O içimdeki menzilsiz kurşun,..
‘’BEN UMUTLARIMI BOŞ KOVANLARA DOLDURURUM,.. ACEMİDİR ALDIĞIM NİŞANLAR,.. BEN HER AŞKDA KENDİMİ VURURUM’’,..
(bu sevdanın sözlerini sen al,..müziği bende kalsın,..)
…sürgün yeridir aşk yüreğimde,..açlığına bile boyun eğdiğim,.. ..kapama gözlerini,..sesini uzak tutma,.. sancılarına vedaların,.düşlerle direniyorum,.. dilimde bakire bir bekleyiş,..gelip bozmanı diliyorum,..
dokunamadım sevdanın yanık tenine,.. oysa istemlerin süzgecinden taşar hayat,..bilirim,. hangi yüreğin terk edişlerinde göçebe kaldı özlemler,..? sılası uzak değil kavuşmaların,.sessizce direnirim,..
…beş yaşında parmaklarımdan kayan uçurtmam gibidir aşk ellerimde,.. gidişlerine bile söz geçiremediğim,.. artık ağlamayacağım dediğim an barıştım aynalarla,. Aldığım nefese borcum var,..yüreğimi güldüreceğim,..
Anladım,.niyetin yok gelmeye,.. Ben bekleyişleri kapımdan kovdum,. Sen bulup getiriyorsun ellerinle,. Dinlediğin son şarkıda kal,. Gelinlik bir kız gibi değil artık sabrım sevgilerimde,. Tutulmayan sözlerde yitirdim masumiyetimi,. Kelimelerim bu yüzden keskin ve asi,..gülüşlerimde bile,..
Çiçek kokulu bir huzurdur aşk burnumun direğinde,.. Yapraklarını öpebilmek için bile aylarca beklediğim,. Gitmelerin bıraktığı helis acılar küçülüyor ve kabuk bağlıyor zamanla,. Geçmeyen tek şey hüzündür gözlerde biriken,. Yeni doğmuş bir bebek değilim maalesef,.yaşadım ve büyüdüm,.. Tanıştığımıza memnun oldum AŞK,..mümkünse sık görüşmeyelim,..
Bir sena düşüyor dudaklarıma,.. Ulaşamadıklarımı kutsuyorum,..ve sesleniyorum şimdi
"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet. Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ." Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla, bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson`un 66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira. "Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet. Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim. Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması, topuysa, vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim. Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla: Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
an gelir paldır küldür yıkılır bulutlar gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet o eski heyecan ölür an gelir biter muhabbet şarkılar susar heves kalmaz şatârâbân ölür
şarabın gazabından kork çünkü fena kırmızıdır kan tutar / tutan ölür sokaklar kuşatılmış karakollar taranır yağmurda bir militan ölür
an gelir ömrünün hırsızıdır her ölen pişman ölür hep yanlış anlaşılmıştır hayalleri yasaklanmış an gelir şimşek yalar masmavi dehşetiyle siyaset meydanını direkler çatırdar yalnızlıktan sehpada pir sultan ölür
son umut kırılmıştır kaf dağı'nın ardındaki ne selam artık ne sabah kimseler bilmez nerdeler namlı masal sevdalıları evvel zaman içinde kalbur saman ölür kubbelerde uğuldar bâkî çeşmelerden akar sinan an gelir -lâ ilâhe illallah- kanunî süleyman ölür
görünmez bir mezarlıktır zaman şairler dolaşır saf saf tenhalarında şiir söyleyerek kim duysa / korkudan ölür -tahrip gücü yüksek- saatli bir bombadır patlar an gelir Attila ilhan ölür...
her şeye susuyorum artık susuzluğum dilimin ucu, kemiksiz
ölümlerden ölüm beğendim, üzerime olmadı zor günler için sakladığım bir intihar vardı cebimde çıkarttım baktım, kurtlanmış sebebi var elbet bu gözyaşlarının anlamaya çalışmayın, anlayın
bir ressamın tuvalinden düştüm hiçbir renk kurtaramadı beni beyazlar giymiş bir duygunun içinde, ismim sırdır artık
- bir kaç ince sızım var, görüşlerinize hazırdır üstadım
ne istediğini bilen sevdalarım olmadı hiç büyük kavuşmalarımda hep küçük özlemleri sevdim küçük sarılmaları küçük bekleyişleri büyüklerini sevecek kadar zaman verilmedi
arzularıma haber saldım, gelmediler nerede unuttum ateşli bedenimin alfabesini..? hangi ketum dil yaladı geçti haykırışlarımı..? size bir sır vereceğim, galiba (d)üşüyorum
hadi toprak ana! Seviş ruhumla ve temizle diline biber sürülmüş dudakları görmüyor musun..? Bana bir şeyler oluyor bedenimden bir deniz geçiyor, dalgaları göğsüme vurup geri çekiliyor hangi mevsimin rahminden çıkartacağım başını yüreğimin..? bu dalgalar öksüzlüğümü çok fena acıtıyor
zehirli bir ihanet aktı yanaklardan atılan bir imzayla onaylandı unutulduğum gelinlik bir kız gibiydi düşlerim oysa, kaçırıldı kimlerin yatağında nergis kokusuysa, orada kalsın
çocuk kalan yanım!. Sen sakın üzülme seni yeniden güldürebilmek için arınacağım bu lekeli acılardan babamı affettiğim gün, sevdalarımı da affedeceğim soyacağım yüreğimi yeniden ulu orta. Utanmadan, sevişeceğim yeniden kana kana, kan(a)madan
sen de biliyorsun ki; saçlarına kır düşmüş mavi bir geceydi sevdam kayan bir yıldız da dilek olsaydık da, bizi tutsaydı...
"Titrek bir mum alevinin havaya bıraktığı bulanık bir is, Ve göz gözü görmez bir sis değildik biz Beni bilimle anla iki gözüm, felsefeyle anla, Ve tarihle yargıla..."
Bal değildir ölüm bana, İdam gül değildir bana, Geceler çok karanlık, Gel düşümdeki sevgilim, Ay ışığı yedir bana...
”Ahh... Ben hasrete tutsağım, Hasretler tutsak bana Bıyığımdan gül sarkmaz, Bıyık bırakmak yasak bana, Mahpus bana, sus bana. Yağlık ilmek boynuma... Sevgili yerine Koynuma idamlar alır, idamlar alır yatarım, Ve sonra sabırla beklerim, Bulutları çekersiniz üstümden, Suçsuzluğumun yargılayıcılarını yargılarsınız, Ve o güzel geleceği getirirsiniz bana... Ölüm tanımaz işte o zaman sevgim, Tırnaklarımı geçirip toprağın sırtına, doğrulurum, Gözlerimde güneş koşar, Ve çiçekler ekersiniz, çiçekler ekersiniz toprağıma...”
Duygu bana, öykü bana, Roman gibi her an bana Hücremde yalnızım gel, Gel düşümdeki sevgilim, Soyunup hazırlan bana.
“Biraz sonra asmaya götürecekler beni, Biraz sonra dalımdan koparıp öldürecekler beni, Hoşçakalın sevdiklerim; Dört mevsim, yedi kıta, mavi gök... Bütün doğa hoşçakalın... Hoşçakalın sevdalılar, Çocuklar, üniversiteliler, genç kızlar, Sonsuz uzay, gezegenler ve yıldızlar, Hoşçakalın... Hoşçakalın senfoniler, oyun havaları, Sevda türküleri ve şiirler. Bildirilerimizin ve seslerimizin yankılandığı şehirler. Dağlarında yürüdüğümüz toprak, Yalınayak eylem adımlarıyla geçtiğimiz nehirler hoşçakalın... Hoşçakalın ağız tatlarım; Sıcak çorbam, çayım, sigaram... Havalandırma sıram, banyo sıram, kelepçe sıram... Parkamı, kazağımı, eldivenlerimi, ayakkabılarımı, Ve kalemimi, ve saatimi, Ve kavgamı bıraktığım sevgili dostlar Hoşçakalın, hoşçakalın...”
Dostum bana, sevdam bana, Soluğunu geçir bana, Uyku tutmuyor gözüm, Anılar sıraya girdi. Gel anne süt içir bana.
”Hoşçakalın anılarımı bıraktığım insanlar, Mutluluğu için dövüştüğüm insanlar, Yedi bölge, dört deniz, Yedi iklim, altmış yedi şehir, Okullar, mahalleler, köprüler, tren yolları... Deniz kıyıları, balıkçı motorları, takalar, Asfalt yolu boyu dizilmiş fabrikalar, Ve işçiler ve köylüler... Hoşçakal ülkem Hoşçakal anne, hoşçakal baba, kardeşim, Hoşçakal sevgilim, hoşçakal dünya, Hoşçakalın dünyanın bütün halkları, Sınırlı olmayan mekâna, Sınırlı olmayan zamana gidiyorum ben; En sevda halimle, en yaşayan halimle, Gidiyorum dostlarım, Hoşçakalın, hoşçakalın... Beni yaşamımla sorgula iki gözüm, Beni yüreğimle, beni özümle, Bilimle anla beni, felsefeyle anla beni, Tarihle anla beni, Ve öyle yargıla.
Ben hep 17 yaşındayım Demir kapının her açılışında Her ayak sesinde içime sığmaz yüreğim Her türlüsünü tattım acının ve ızdırabın Yalnız seni özlerken kendimi yenemedim Çünkü; senden gayrısı haram Şu Metris'in önü bir uzun alan Bir tek seni sevdim gerisi yalan
Cigara çekmedi canım hiç Çıkarken havalandırmaya Olmadı avluda atılmış voltam hiç Hele masmavi bir denize atılmış oltam Hiç mi hiç... İçerde bıraktım dünyayı Parmaklıklarla bölünmüş olarak Görmeye alışık gözleri Ve senin için yazdığım şiirleri, sözleri. Sana olan aşkımı Defterlere değil Metris'in duvarlarına yazdım Uykusuz geçen geceler akıllara zarar Kıramazdı beni duruşmada kırılan kalem Senin görüşlere gelmediğin kadar Şu Metris'in önü bir uzun alan Bir tek seni sevdim gerisi yalan Senin hasretindi hücreme dolan Yalnız seni sevdim gerisi yalan.
Parmaklıkların elime bulaşan pası Havalandırmadan gelen hela kokusu Işık ve ufuksuz hücremde Gözlerim kuvvet kaybındaydı. Bir şişin ucundaydı ölüm korkusu Ve özgürlük kravatlıların avucundaydı
Bir kazaydı gelişin Ya seni sevişim? Bir masaldı. 17 yıl 15 gece Bir ranzaydı yattığım Bir de oturduğum masaydı
Ben gençliğimin en tutkulu aşkını Kağıtlara değil Gönlümün en derin nağralarını Kalemle değil Tırnaklarımla Metris'in duvarlarına yazdım Ve kanayan ellerime tuz bastım
Çok mektup yazdım sana Ama hiç yollamadım Ben sana olan mektuplarımı Metris'in duvarlarına yazdım Ve üzerine zarf değil Mapushane kapılarını kapattım
Şimdi bir şey yok yanımda senden kalan Şu Metris'in önü bir uzun alan Benim sevdam gerçek Senin aşkın yalan Hücrem değil hasretinle yanarım Senin için hergün hergün ağlarım Kanım hep içime akar kanarım Beni anlamadın ona yanarım.....
Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın. Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gb, hem de hep senin kalacakmış gb hayat... İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...