VAN YÜZÜNCÜYIL ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ
Prof. Dr. Yücel Aşkın için
İnsan Suçlama Sanatı
Bunca yıllık deneyimlerimizden biliyoruz ki, ulus olarak haberlere yansıyacak belli olaylarda adı geçmedikçe, bazı adsız kahramanlarımızı tanıma ve niteliklerini öğrenme fırsatımız olmuyor. Benim bildiğim yüzlerce insan var bu bağlamda değerlendirilebilecek. Buna bir de çabuk unutan, belleği zayıf bir toplum olmamızı da eklersek vefa denen, kadirbilirlik denen sözcükler havada kalıveriyor, anlamsızlaşıyor.
Bu insanlardandır Yücel Aşkın ve Aşkın ailesi.
Önce yurt dışında olduğu sırada evine “tarihi eser kaçakçılığı” gibi bir gerekçe ile yapılan baskınla gündeme ve basının önüne geldi Yücel Aşkın. Suçsuzluğunu, durumun bir yıpratma ve karalama kampanyası olduğunu basınımıza, köşe yazarlarımıza net olarak daha ilk gün yazanlardan biriyim ben. Sizlerin e mail adreslerinize bu yazılarımı gönderdim. Suçsuzluğu kanıtlandı, aklandı ama karalandığı kaldı insanların hafızalarında.
Çünkü Prof. Dr. Yücel Aşkın’ı ve Eşi Prof. Dr. Oya Aşkın’ı yakından tanıyan niteliklerini bilen tam 40 yıllık bir eğitimciyim ben.
Yücel Aşkın ve Oya Aşkın malı, mülkü, serveti dostluk olan, doğa olan, dağlar olan, sanat eseri olan, bütün birikimleri ile tarihi eser toplamak olan ve bunları çocukları gibi sevmesini ve korumasını bilen insanlar. Bir başka yönleri ile tavizsiz, yurtsever ve Atatürk devrimlerinin savunucusu olma kimliği. İnsan olmanın en büyük nimetleri olan akıl ve bilimin; düşünme, sorgulama ve muhakeme gücünün yetkin savunucuları.
Çoğu insanımızın ve aydınımızın unutuverdiği, 28 Şubat sürecinde Rektörlük görevi verildiğinde görev aldığı üniversitenin vaziyet-i umumiyesi şöyleydi:
Üniversitenin adı doğuda ve güneydoğuda “Hizbullah Üniversitesi” idi.
Dekanlarının ve özellikle Tıp Fakültesi Dekanı’nın türbanlı öğrencilerin başında protesto yürüyüşlerine katıldığı bir üniversite.
Öğretim üyelerinin, öğretim elemanlarının ve kadroların önemli bir bölümünün Hizbullah yanlısı kadrolardan oluştuğu bir üniversite. Aklı başında sayılı mücadeleci insanların baskı altında tutulduğu, yıpratıldığı bir üniversite.
Bakımsız, çöplük ve pislik içinde, kıraç, boz topraklar içinde, çağdaş yaşama yakışmayan yoksul bir Arap ya da Afgan kasabası görünümünde (türbanlı değil, çarşaflı) bir üniversite.
Bu yoksul üniversitede bir önceki mukaddesatçı rektör tarafından yaptırılan göle nazır, içinde konken salonları bulunan lüks bir Rektörlük konutu.
Sosyal etkinlik, sosyal tesis fakiri, üniversal açılım açısından içine kapalı pısırık bir üniversite.
Döner sermaye gelirlerinin arpalık gibi kullanıldığı bir üniversite.
Böyle bir üniversetede görev almak her babayiğidin harcı değildir. Özveri ve çelik gibi irade ve mücadele gücü ister.
Ne yaptı bu üniversitede Rektör Yücel Aşkın?
Başka üniversitelerdeki yetkin, alanının önde gelen eğitimcilerini bir, iki, üç, beş gün, bir ay gibi sürelerle üniversiteye davet etti. Herkes ona destek olmak için koşa koşa gitti Van’a. Çıkarsız, özveri içinde. Bunların düşüncelerini, önerilerini akıllıca değerlendirdi, Üniversite için.
Hizbullah militanlarının sorumluluklarını aldı.
Döner sermaye payları gibi arpalıklarını kesti.
Rektörlük konutunu, bütün ömrü içinde biriktirdiği insanın elini değmeye korktuğu tarihi ve etnolojik değerleri çok yüksek eserlerle müze haline getirdi. Dış kapıdan, tavana kadar zengin bir müze. “Ev” kavramı ile ilgili bir koltuk bile olmayan bir müze. Konuklarına çay bile ikram edemediği bir müze. Bütün konuklarını, üniversiteye gelen her konuğu övünçle gezdirdiği, kayıtlı kuyutlu bir müze.
Hatır gönül dinlemeden, nitelikli elemanlarla kadrosunu güçlendirdiği bir üniversite.
Kısa sürede yemyeşil parkları, çok ucuz fiyatlarla yaptırılan lojmanları, yürüyüş ve koşu parkurları, Van gölünde salınan ve üniversite teknik elemanlarının kendi yapımları olan araştırma tekneleri, beş altı ayda bitirilen yepyeni eğitim öğretim binaları. Türkiye’de az bulunur, Türkiye’nin öteki ucunda göle nazır bir Güzel Sanatlar Fakültesi. Pırıl pırıl sosyal tesisler.
Uluslar arası sanat sempozyumları, Heykel sempozyumu ile kazandırılan uluslar arası eserler, heykellerle donatılan bir üniversite.
Önceden yapılan görkemli Rektörlük binasını bir tarafa bırakarak kendine çalışma ofisi olarak seçtiği yer Güzel Sanatlar Fakültesi binasında biri ressam, biri seramikçi iki genç sanatçının odalarının arasında küçük bir mekan. Her gün onların eserlerine gösterdiği içten ilgisi ve yüreklendirmesinin gençlere verdiği müthiş güç.
Dışa açık, dinamik bir üniversite.
Görüleceği gibi ilgilenmeyenlerin bilemediği; çağdışı kafalarla, tuzaklarla, ayak oyunları ile, tehditlerle müthiş bir mücadele. Çıkarları zedelenenlerin, amaçları kursaklarında kalanların, nasırlarına basılanların, üniversiteyi keyiflerince kullanamayan şeriatçı örgütlerin her türlü mayınlarına karşı bir mücadele.
Bu satırların yazanı olarak ben, bugünkü oyunların mutlaka oynanacağını biliyordum. Belli erkleri arkalarına alan güçlerin bütün çirkeflikleri sergileyebileceklerini, hatta Röktör’ün canına kastedeceklerini biliyordum, üniversite ve Van ile ilişkisi olan pek çok kişi biliyordu. Özellikle çıkarları engellenen Tıp Fakültesi mensuplarının yerel basını ve halkı kışkırtmaları uzun süre devam etti. Bu güçler belli bir süre pusuya yatarak uygun ortamın gelmesini beklediler. Bekledikleri siyasal ortam oluşunca marifetlerini sergilemeye başladılar. O da biliyordu mutlaka, ama korkusuzdu. Dürüstlüğünün, yurtseverliğinin güveni içindeydi.
Şu bir gerçek ülkemizde: İnsan harcamak ve yıpratmak sudan ucuz. İnsan harcamak için kullanılabilecek maşalar bulmak çok ucuz. Her alandan istenilen nitelikte maşa bulunabilir.
Bu alanda doğruları gören, doğrudan, haklıdan, çağdaşlıktan yana olanlar “İdeolojik kadrolar” gibi ucuz ve bayatlamış ifadelerle değerlendirilebilir.
Hele hele Van Yüzüncüyıl Üniversitesi’nin Yücel Aşkın’dan önceki ve sonraki durumunu bilmeden, incelemeden, YÖK konusundaki sabit fikirleri ile ve kafalarındaki ön yargılarla Ankara’dan ya da İstanbul’dan ahkâm kesme çabası içinde bulunanlar olabilir. Bu olayın modası geçmiş ”ideolojik kadrolaşma” gibi değerlendirmelerle geçiştirilmesini ibret verici olarak görüyoruz.
İnsan yurtseverse; yalansız, dolansız, çıkarsız yurtseverse; yaşamını bu ülkeye hizmet için ortaya koyabilecek kadar yurtseverse, kendisine yapılanlar onu daha da yüceltecektir. Simgeleştirecektir.
Biz bu ülke tarafından, bu amaçla yetiştirilen insanların yanındayız ve buna yürekten inanıyoruz.
“Sürünün ters döndüğü, uyuz keçilerin başa geçtiği” toplumlarda akılcı, devrimci güçler dimdik olmak zorundadır.
Prof. Hasan Pekmezci
Hacettepe Üniversitesi
Blogda Ara
15.07.2008
İNSAN SUÇLAMA SANATI - Hasan Pekmezci
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder