Türkiye'de Kemalizm mücadelesinin iki esası var. Bunlardan birincisi, Türk gençlerinin Kemalizmin ne olduğunu öğrenmesi lazım. Türkiye'de, en azından elli senedir, hatta belki daha uzun zamandan beri herkes "Atatürkçü" olduğu halde Kemalizmin eğitimi ve öğretimi yok.
Mustafa Kemal Paşa'nın, hareketin başından itibaren söylediklerini bile derli toplu vermemişler. Sadece Nutuk'tur ortada olan. Bir de Söylev ve Demeçleri diye üç ciltlik bir kitap. Daha önceleri Enver Ziya Karal gibi bir takım hocaların yaptıkları derlemeler vardır Mustafa Kemal Paşa'dan. Onları bir okusanız, onlarda bile Mustafa Kemal Paşa'nın ne yapmak istediği iyi kötü anlatılmıştır, İsmet Paşaya rağmen.
Çünkü İsmet Paşa başımızdaydı o dönem. Yine de Enver Bey'in kitabından, hareketin nasıl bir halk hareketi olduğu, nasıl bir mazlum millet hareketi olduğunu cümlelerin içinden, arasından anlıyorsun. Ben bunu 1957'de okudum. Daha o zaman uyandım.
Gençler oturacak kafayı yoracaklar, o günkü şartları inceleyecekler, o şartlar içerisinde Mustafa Kemal Paşa'nın koyduğu tavırlara bakacaklar, görüşleri, belgeleri nasıl kullandığına bakacaklar ve oradan da bir sonuç çıkaracaklar. Bir kere bunu öğrenelim.
Peki bu öğrenme nasıl olacak? Bu öğrenme bugün Türkiye'de geçerli olan eğitim ve öğretim sistemiyle mümkün değil. Çünkü eğitim ve öğretim işleri, yani bugün geçerli olan sistem Mustafa Kemal Paşa'nın Türkiye'de 'İnkılap Kanunu' diye getirdiği Tevhid-i Tedrisat'ın delinmesi ile oluşmuştur. Tevhid-i Tedrisat ne istiyor ise aksi yapılıyor. Ve böyle bir sistemin içinde gençlerin Gazi'yi öğrenmesi mümkün değil. Öğrenmemesi için de elden gelen her şey yapılıyor zaten. Çünkü Gazi'yi öğrenirse, 'Ya siz ne yapıyorsunuz' diyecek.
Yurttaş Yetişmek
Gazi'yi nasıl öğreniriz? Ne zaman ki öğretim ve eğitimin amacı, yurttaş yetiştirmek olur, o zaman öğreniriz. Biz yurttaş olarak yetiştiriliyorduk. Amaç bir lise mezununun, memleketin geleceği hakkında fikir sahibi olabilmesi idi.
Biz liseye başladığımız sıralarda Türkiye'de lise mezunu olmak çok önemli bir şeydi. Çünkü zaten bir tane üniversite vardı. Lise mezunlarına çok önem veriliyordu. O zaman okutulan kitapları alıp baktığınız zaman hayretlere düşersiniz. Lisenin ikinci sınıfında öyle bir tarih kitabı vardır ki okutulan, bu gün o kitabı Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde okutsanız millet sınıfta kalır. Bayağı etraflı, kapsamlı, derin kitaplardı.
Bunların dışına çıkarsan, tarih diye ellerine şu kadarcık kitap verirsen o zaman bu çocuklar Mustafa Kemal'i nasıl öğrenirler? Öğrenemezler ve öğrenemiyorlar. O nedenle de yurttaş yetişemiyor.
Yurttaş yetişmek ne demek? Yurttaş yetişmek demek, gerek manevi düzeyde gerek maddi düzeyde üretici olmak demek. Yurttaş, işçiyse veya köylüyse çabasıyla üretecek. Aydınsa fikirleriyle, sanatçıysa eserleriyle üretecek.
Dikkat edip bakarsanız Mustafa Kemal Paşa'nın devrinde Türkiye'de bütün bunlar son derece yolunda. Türkiye son derece ulusaldır. Ulusallık o kadar önemlidir ki, Türkiye'deki on, on beş tane kadar yabancı sermayeli kuruluşların hepsinin tıkır tıkır paraları ödenmiş ve herifler kovulmuştur. Ve bu Türkiye'de, yani yabancı kuruluşları teker teker sepetleyen Türkiye'de şimdi yabancı sermayeyi getirmek için yapmadığımız şaklabanlık kalmıyor. Ve bunun Atatürkçülük olduğunu söyleyebiliyorlar. Bu kadar da yüzsüzleşmiş durumdadırlar.
Tüketici Değil Üretici Yurttaş
Üreticilik vasıflarıyla yetişmesi lazım gelen gençler Atatürkçü bir eğitimden geçseler o taktirde Mustafa Kemal'i de anlarlar, Kemalizm'in ne olduğunu da anlar ve memleketin geleceği için ne yapmak lazım geldiğini de. Ama sen Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nu delersen, misyoner okullarını bu defa devlet eliyle kurarsan ve yabancı dili memlekette yaygınlaştırsan, özel eğitimi teşvik edip devlet eğitimini üvey evlat haline getirsen, o zaman ne yetişiyor, o zaman üretici yetişmiyor tüketici yetişiyor.
Tüketici çok kötü bir insandır. Çünkü üretici ne kadar aktif ise tüketici o kadar pasiftir. Tüketici, enayi bir adamdır. Yani hep birileri sen şunu al, sen bunu al der, o da, acaba ben şunu mu alsam, bunu mu alsam tereddütü içinde yaşar. Memleketi veya geleceği hiç umurunda değildir. Bu mantıkla yetiştirdiğiniz zaman, yani senin yetiştirdiğin gençler üretici değil tüketici oldular mı, onlardan memleketle ilgili başka şey beklemeyin. Başka şey yapamazlar. Onlar sadece daha çok tüketebilmek için daha çok para kazanmayı düşünürler. Daha çok para kazanmak için de yapmayacakları yoktur.
Bir de ideoloji olarak getirip liberalizmi korsan önlerine... Zaten liberalizm nedir? Sosyal Darwinizm'dir. Sosyal Darwinizm nedir? 'Güçlü olan ötekini ezer'dir. Yani ormanda aslan üçlü olduğu için nasıl hakimse, nasıl zavallı kurt avladığı hayvanı aslan gelince ona bırakıp gidiyorsa, burada da öyle olacak. Güçlü olan sermaye gelecek öbürünün sırtına binip basacak.
Bu çerçevenin içinde sen bir tüketim toplumu haline gelirsin. Bir tüketim toplumunun Kemalist kalması da mümkün değildir. Mustafa Kemal Paşa'nın ideali çok açıktır: Sanayini kurmuş, hem de en mükemmel sanayini kurmuş, ordusunu, donanmasını, hava kuvvetlerini kendi üretimi ile takviye edip donatabilen, memleketin içersinde en son eğitim imkanlarını köylüsünden başlayarak halkına tatbik edebilen, en azından yüz milyonluk bir Türkiye.
Mustafa Kemal Paşa güçlü bir Türkiye çizmeye uğraşıyor. Güçlü Türkiye'yi kurabilmek için de sanayileşmenin kaçınılmaz olduğunu görüyor. Sanayileşme fikri Kemalistlerde, Kemalist eğitimde o kadar hakimdir ki, sonradan Türkiye'ye bizzat Amerika'nın lanse ettiği Demirel bile senelerce 'sanayileşme, sanayileşme' diye bağırmış o yüzden de iki darbe yemiştir. Çünkü fakında değildi Amerikalıların Türkiye'nin sanayileşmesini istemediğinin. Diyor ki, büyük Türkiye. Ama Amerikalılar büyük Türkiye istemiyorlar. Küçük Türkiye istiyorlar. İki darbeden sonra anladı Demirel ancak Amerikalıların sanayileşme istemediğini.
Bir defa şimdi Türkiye'de yetişen çocuklar kötü yetişiyorlar. Peki bunun çaresi ne? Bunun çaresi basit. Anayasada İnkılap Kanunları hala mercidir. Orada yazıyor. Darbelere rağmen İnkılap Kanunları Türkiye'de muteberdir. O zaman kim eğer Tevhid-i Tedrisat Kanunu'na aykırı hareket ediyorsa anayasa mahkemesine başvurulur. Diyeceksiniz ki: Bakın bu burada muteber. Anayasa'da yazıyor. Siz burada yabancı tedrisat yapan okul açamazsınız, bu Anayasa'ya aykırıdır. Versinler bakalım cevabını, ne diyecekler.
Buradan hareket ederek, yani Anayasa'da bizzat zikredilmiş olan Devrim Kanunları'nın geçerliliği meselesini Anayasa Mahkemesi'nin önüne getirerek Türkiye'de çok ciddi bir dalgalanma yaratılabilir. Bir kere bu var. Çok merak ederim mesela ADD niye bunu yapmıyor?
Üç tane Misak-ı Milli var. Birincisi toprak bütünlüğü meselesi, ikincisi say Misak-ı Millisi, üçüncüsü de Maarif Misak-ı Millisi. Bu üçünü bu memleketin temeli diye koymuş adam, bunu görmek zorundayız. Oysa şimdi bunları teker teker ortadan kaldırıyorlar. Onun için önce bir kere bunların çok net olarak ortaya konması lazım.
Gazi'nin tasarladığı Türkiye nasıldı? Şimdi birileri çıkıp diyor ki 'bunlar o zaman geçerliydi.' Mustafa Kemal Paşa doğmatik değildir. Bir kere bunu görmek lazım. Mustafa Kemal Paşa'da düşünce diyalektiktir.
Gazi Batılı Değildi
Nereden bu çıkıyor? Çok basit. Gazi , hiçbir zaman Batı medeniyeti gibi olacağız dememiştir. Çağdaş uygarlık seviyesi demiştir, muasır medeniyet demiştir. Peki muasır medeniyet seviyesi bir yere mahsus ve sabit midir? Asla. Bu gün Batı'da olur, yarın Asya'da olur, öbür gün Afrika'da olabilir. Nerede olursa olsun Türkiye için hedef o seviyeyi yakalamaktır. O seviyeyi yakalamak için mücadele etmektir.
Yalnız eğer bugün dünyada medeniyet Atlantik'ten Avrasya'ya kayıyorsa bunu görmek lazım ve Mustafa Kemal Paşa'nın görüşlerini bu istikamette uygulamak lazım. Diyorlar ki Gazi Batılıydı. Nereden biliyorsun sen Gazi'nin Batılı olduğunu? Gazi Batılıyım demiyor ki.
Bir örnek vererek Mustafa Kemal Paşa ile İsmet Paşa arasındaki farkı biraz anlatayım. Mustafa Kemal Paşa Sofya'da Ateşemiliter olduğu sırada operaya gitmiş çok beğenmiş. Ondan sonra Viyana'dayken de gitmiş, sonra galiba Berlin'de de gitmiş, operayı beğenmiş. Bir başkentte opera olması lazım. Ankara'yı başkent yapmışlar, Ankara'da opera yok, olacağı da yok. Daha dökülüyor Ankara.
Mustafa Kemal Paşa bir opera yapılsın istiyor. Bir şairle anlaşıyor, ona bir konu veriyor. Ve bu konu üzerinde düşünelim diyor. Verdiği konu Türk tarihiyle ilgili bir konu. Önce bir metin çıkıyor ortaya. Şimdi bunun bestelenmesi lazım. Bunun için bizim bestekarlardan kim var, Ahmet Adnan Bey'i çağırıyor. Ahmet Adnan Bey geliyor, onunla konuşuyorlar, ona durumu anlatıyor, diyor ki; " bizden olan, bizim olan bir eser yapalım" Ahmet Adnan zaten Türk müziğini çok iyi bilen bir adam. Oturuyor ona göre bir beste yapıyor. Arkasından bunu kim söyleyecek? Bunu söyleyecek kişi Almanya'da tahsil yapmış Nurullah Taşkıran. Opera sanatçısı. Onu getiriyorlar. Hasılı her şeyi Türk, her şeyi Anadolu olan bir opera yapılıyor. Ve bu opera Halk Evi'nde temsil edilmiş. Atatürk son perde kaçmış, beğenmemiş. Şimdi sefirler gelir, ben görünmeyim kaçıyım, demiş. Bu işin şakası ama bu doğrudur, gittiği doğrudur.
İsmet Paşa, Gazi öldükten sonra operayı açmaya karar aldı. Devlet Konservatuarı'nı kurdu. Başına kimi getirdi? Karl Ebert diye bir Almanı getirdi. Ondan sonra ilk temsil ne oldu? Smetana'nın Satılmış Nişanlısı oldu. Şimdi ha Abdulmecit'in saraydaki fasıl eğitimini dağıtıp yerine İtalya'dan Donizetti Paşa'yı getirmesi, ha İsmet Paşa'nın Karl Ebert'i getirmesi. Arada hiçbir fark yok.
Mustafa Kemal Paşa'yla bunlar taban tabana zıt. Mustafa Kemal Paşa bu milletin içinden, bu milletin kültüründen yeni bir aşama, ulusal bir kültür istiyor. Bunlar, Batı kültürüne nasıl benzeriz diye uğraşıyor. Bu bir sömürge mantalitesi. O bakımdan arada da zıtlık vardır.
İsmet Paşa Dönemi Tanzimat'a Dönüş Çizgisidir
Mustafa Kemal'in gerek kültürdeki gerek sanattaki bakışlarına da ters hareket edilmiştir. Mustafa Kemal Paşa hiçbir zaman Batıyla antlaşma yapmadı doğrudur. Gazi öldükten sonra hemen İsmet Paşa gitti İngilizlerle ve Fransızlarla ittifak yaptı. Bu doğrudur da şurası atlanır. Ondan bir sene sonra da Yunan-Latin sistemine geçti bizim eğitim. Niye? Gazi niye böyle bir şey düşünmemişti de o yaptı? Çünkü Batılılar ona enjekte ettiler. Dediler ki; siz Batılı olun boş verin Mustafa Kemal'in laflarını.
Biz de babamız da sanki Yunan-Latinmiş gibi kalkıştık bu işleri öğrenmeye. Biz bunu yaşadık. Derste oturup Sophokles'i okuduk. Hiç kimseyi ilgilendirmeyen bir şey. Edebiyat dersinde haftada 1 saat okutulurdu. Ankara'da Latin müzesi kuruldu. Çocuklar oraya gelirlerdi 'mancare, sui generis' böyle papaz gibi konuşuyorlardı. Türkiye'ye bunu İsmet Paşa layık gördü ve Türkiye'nin büyük kalkınması diye koydu.
Bu kalkınma, malkınma değil. Çok açık bir şekilde Tanzimat'a dönüş. Şimdi bu mantalitenin sonu nereye geldi. Gene Sevr'e geldi. Ama Gazi'yle olsaydı hiçbir zaman oraya girilmiyordu. Çünkü gerek 1938'de Almanlara karşı Fransız-İngiliz ittifakı, gerekse Rusya'ya karşı NATO ittifakı, Mustafa Kemal Paşa'nın Türkiye savunma mantalitesinin tam karşıtı. Mustafa Kemal Paşa Batı'ya karşı arkasını Asya'ya veriyor, cenahlarını Rusya ve güneyle sağlamlaştırıyor. Bu günküler tam tersine Doğu'ya cephe alıp arkalarını Batı'ya veriyorlar. Ondan sonra da bunun Atatürkçülük diye bu memlekete yutturmaya uğraşıyorlar.
Emperyalizme Karşı Doğu Cephesi
Mustafa Kemal Paşa'nın yaptığı strateji çok açık, çok belli. 1920'nin Şubat ayında yaptığı bir durum muhakemesi var. Orada Anadolu'nun nasıl savunulabileceği meselesini tartışır. Bunu bütün kumandalara telgrafla çeker. Orada çok açık söylüyor. Kafkasya'da cephe kurdular. Çünkü o zaman Gürcistan ve Azerbaycan, her ikisi de İngiliz yönetiminde. Yani başlarında Türkler veya Gürcüler var gibi görünüyor ama doğrudan doğruya İngilizlerin kontrolünde. Ne yapıp yapıp bu iki hükümeti devirip Bolşeviklerle temas sağlamalıyız diyor. Çünkü onlar da, biz de emperyalizme karşıyız. Kullanılan tabir aynen şu: emperyalizme karşı müşterek mücehedan oluştu, onlara karşı beraber cihat yapacağız. Bunu Mustafa Kemal diyor.
Emperyalizm olduğu yerde duruyor. Başımız dahil hiçbir yerden gitmedi. Mazlum milletler olduğu yerde duruyor, perişan haldeler. Peki Türkiye ne diye olduğu yerde durmayıp da bu tarafa doğru kayıyor? Bu ne demek, bunu izah etmek lazım Türk halkına, Türk gençliğine. Türk halkı, Türk gençliği bunu görmek zorunda.
Bu da yurttaş yetiştirmekle mümkün, yurttaş yetiştirmezsen ne Türk bilinci olur, ne tarih bilinci olur. Bunlar olmadı mı da memleketi korumaz, memleketi değil kendi çıkarını düşünür. Tüketici olur o, enayi tüketici. Acaba şuna mı taksit açayım, buna mı taksit açayım olur.
Şimdi buraya kadar gelindi ama buradan çıkmak lazım. Her şeyin başında üretici olmak yeter. Burada çok büyük bir sorun var karşımızda; üretici somut olarak ele alındığı zaman işçi ve köylü.
İşçi ve Köylünün Durumu
Bizde işçiler inanılmaz bir rehavet içinde. Ayakta uyuyorlar. İşçinin bir şeyler üretmesi lazım. Onuna elinde bir de üretim gücü var. Üretim gücü ne kadar, tüm ülke genelinde? Baktığımızda yurt çapında büyük fabrikalarda grev olmaz, küçük işletmelerde olur. Böyle büyük, çarpıcı, siyasi amacı olan ve mesela Kemalizmin amaçlarını savunan bir grev yok. Bir tek DİSK' in küçük bir takım hareketler vardır. Çok büyütülmüştür onlarda.
Peki niye Türk işçileri de üretim gücünü kullanmıyor? Çünkü Türk sendikacılığı üretim gücünü, Türkiye'nin üretim bilincini temsil etmiyor. Ya neyi temsil ediyor? Onlar aynen TÜSİAD gibi devlet vasıtasıyla halkın vergilerinden ne koparabilirimin peşinde. Türkiye'de sadece kamu işletmelerinde greve giderler veya toplu sözleşme patırtısı yaparlar. Çünkü özel sektörden ayrılmışlardır, girmeye de çalışmazlar. Yani sarı sendikacılığın daniskası Türkiye'de resmileştirilmiştir. Şimdi bu resmileştirilmiş sendikacılığın devlet dairesinden hiç farkı yoktur.
O zaman asıl verici, atılgan geliştirici olması gereken işçi sınıfı Türkiye'de tam manada ensesine vur, ağzından lokmasını al halindedir. Bir kere bunun değişmesi lazım. İşçilerin gözlerini açmaları, başlarındaki o sendika ağalarından kurtulmaları lazım. Çünkü onların düşündükleri doğrudan doğruya, o gidince yerine ben geçeyim hikayesi, başka bir şey düşünmüyorlar.
Bir de sanki onların görevi gibiymiş inanılmaz dergiler çıkarıyorlar, inanılmaz neşriyat yapıyorlar. O neşriyat asılında orta çapta bir üniversitenin yapacağı neşriyat. Onu okuyacak olanlar da üniversite öğrencileri. İşçiler onu anlamaz. Asla işçilere hitap eden doğru dürüst bir neşriyat yapmıyorlar. Asla bir işçi aksiyonu yok, asla bir işçi bilinçlenme hareketi yok.
Gelelim köylülere. Köylülerin halleri daha da perişan. Niye perişan? Türkiye'nin çayı var, buğdayı var, armudu var. Bunların hiç biri yokmuş gibi bunlar ithal ediliyor. Açtık kapıları. Köylüler sefalete düşüyorlar. Kimsenin duyduğu yok. Köylüler hiçbir şey yapamıyorlar. Niye? Çünkü onlar da mantalite olarak işçiler gibi. Üretici mentalitesinden çıkıp tüketici mantalitesine girmiş durumdalar. Hiçbirisi bir araya gelerek toplumsal bir iş yapmak dolayısıyla politika üretilebileceğini düşünmüyorlar. Herkes yolumu nasıl nasıl bulurum dalgası içinde.
Liberal toplumların yapısında olan bir şey. Aslında bugün devletimizin hala Türkiye cumhuriyeti. Bunu unutuyorlar; Türkiye demokrasisi değil ki. Üstelik sosyal bir cumhuriyettir. Anayasasında hala bu nitelikleri taşıyan bir cumhuriyette sen işçileri köylüleri bile adamını bul politikasına soktuysan eğer iş gitmiştir. Çünkü Türkiye'de işçiler köylüler ve aydınlar bir araya geleceklerde oradan bilinçli bir Kemalizm çıkacak.
Ama bunları bir araya getiremezsen, işçiler diyelim ki mal mülk sevdasına düşer, KİT'leri nasıl soyarım diye düşünürse, köylüler adamını bir bulsak da hangi Meclis acaba beni kurtarır diye düşünürlerse, aydınlar da nasıl olur da Amerika'ya kapağı atarım hayali içinde olursa o zaman sen zaten Sevr'e müstahaksın. Öyle bir yere getirmişsin ki memleketi herkes başka bir şey düşünüyor. Onun için bu sistematik çok önemli.
Hareket İşçi Sınıfına Dayanmalı
Türkiye'de yapılacak bir hareketin kesinlikle işçi sınıfına dayanması lazım. Dünyanın her tarafında böyle. Şimdi birileri diyorlar ki artık işçi sınıfı bitti. İşçi sınıfına ihtiyaç kalmadı. Otomatizm geliyor bilmem ne. Doğrudur ama bu işçi sınıfının bittiği demek değildir. Marksist literatür mükemmel bir şekilde bilime uyuyor. Bunları öğrenmek gerekiyor. Bunları öğrendiğin takdirde işçilerin nasıl hareket edebileceğini, köylülerin nasıl hareket edebileceğini çok güzel söylüyorsun.
Aydınlar da bir şey yapabilirler ama aydınlar bunu yapacaklarına Mustafa Kemal Paşa'ya nasıl söveriz onu düşünüyorlar. Kemal Paşa'ya sövmekle bir şey çözemezler. Neden? Çünkü O orada duruyor, yaptıkları orada duruyor. Birisi gelir kurcalar, laflarını bulur, önüne koyar mahçup olursun.
Çünkü Kemal Paşa hiç utanılacak bir şey söylememiştir. Merakla aradım ben yani bir yerde de yanlış bir şey söylemiş olsun, hayır utanacağı hiçbir sözü yok. Bütün sözleri memleketi için, memleketin geleceği için. Hatta bir çok yerde mazlum milletler için çok net tavır alıyor.
Hatta 1933'te bile o büyük günden on sene sonra 30 Ağustos'ta bir konuşması var. Başkumandanlık Meydan Muharebesi yerinde. Orada o lafı söylüyor: güneşin doğuşunu nasıl görüyorsam Doğu'nun uyanışını da öyle görüyorum.
Ama şimdi nerede Doğu ülkeleri ayağa kalkarsa kafalarına vurmaya gidiyoruz. Ve bunu büyük bir marifetmiş gibi söyleyebiliyoruz. Bu Mustafa Kemal'cilik değildir. Bu Kemalizm değildir. Bu doğrudan doğruya Türkiye'nin Tanzimat rayına oturtulmasıdır.
Vakıf Üniversiteleri Beşinci Kol
Çıkmak kolay olmayacaktır. Çünkü herşeyden önce eğitim sisteminin değişmesi lazım. Herşeyden önce işçilerin ve köylülerin sağlam bir üretici vatandaş haline gelmesi gerek. Ve hatta şimdi geldiğimiz yerde, o kadar kötü bir yerdeyiz ki Türkiye'nin yeniden 'yerli malı yurdun malı herkes onu kullanmalı' dönemine girmesi gerekiyor. Yani yerli sanayicinin de hali perişan. Onlar da kan ağlıyor. Çünkü bunlar AB'ye imzayı bastılar. O 1838 İngiliz Anlaşması'ndan beter bir anlaşmadır. Buradaki fabrikalarını da söküp götürüyor adam. Niye? Çok basit artık nasıl olsa gümrüksüz giriyor.
Bir defa eğitim sisteminin üzerinde ısrarla duruyorum. Eğitim sisteminin değişmesi lazim ve bunun mutlaka gerçekleştirilmesi lazım. Aydın, sorumluluk sahibi, ülkesini ve geleceğini düşünen gençler yetiştirelim.
Vakıf üniversiteleri Türkiye'de beşinci koldur. Vakıf üniversitelerinin bu millete hiçbir yararı yoktur. Bunlar doğrudan doğruya batılı ülkelerin çıkarlarını savunan ve Türkiye'de etnik ayrılıkları kışkırtmak isteyen kuruluşlardır. Bunlar fikir hürriyetini savunduklarını söylüyorlar. Fikir hürriyetini savunuyorlarsa niye Atatürk'ün cumhuriyetini savunmuyorlar? Onun fikirleri de var. O fikirler de savunuldu ve dünyada çok taraftarı var o fikirlerin. Nedense hiç oraya sokulmuyorlar. Ona pislik atmak için kurmuşlar sanki üniversitelerini.
Benim düşüncem; şu veya bu şekilde yabancı sermayenin Türkiye'de vakıf, üniversite, lise ve benzeri düzenlerle iyice memlekete girip gençleri yönlendirmesini önleyecek tedbirler almak gerektiği. Eğer bu yapılmazsa vaktiyle Mustafa Kemal Paşa'nın Lozan'da kıyameti kopardığı misyoner mekteplerini neticede yeniden kurmuş oluyorsunuz. Üstelik bu defa devlet katkısıyla kurmuş oluyorsunuz.
Bu küreselleşme adı altında yapılıyor. Halbuki küreselleşmenin ne olduğu olduğu ortada: Eritme ve yönetme. Küreselleşme bu. Bu nereden geliyor? LaMartine bunu Osmanlı tarihinde yazmıştır. Padişaha gönderiyor tarih kitabını. Ne diyor orada, Osmanlılar çok hata yaptı çünkü İslamiyeti anlamadılar. Aslında diyor, Batılılar gibi yapmaları lazımdı. Batılılar ne yapmış? Batılıların ne yaptığı belli, söylüyor onu da, kökeni eski Mısır, Yunan ve Roma'da, onlar bir yere girdiler mi oranın dilini ve dinini derhal bertaraf ediyorlar, kendi dil ve dinlerini empoze ediyorlar, onları kültürsüzleştiriyorlar. Bundan sonra da hükmediyorlar.
Halbuki Osmanlı Asyalı. Asya'da böyle bir şey yok. Asya imparatorluklarında bakarsın Türkler hakimdir, Moğollar onlarla çalışıyor. Bakarsın Moğollar hakimdir, Türkler onlarla çalışıyor. Ruslar bile bunu yapmıyorlar. Çarlık oldu, arkasından Sovyetler oldu. Hepimiz biliyoruz ki, Türk cumhuriyetleri baskı altındaydılar, ama dağıldığı zaman ne gördük? Hepsi dilleri, dinleriyle ayaktaydılar. Yani Ruslar empoze etmemiştir. İsteyenler Rusça öğrenmiş ama dillerini korumuşlardır. Dinlerine dokunulmamış ki. Ruslar ateydi. Yani Bolşeviklik zamanında. Asya'da öyle bir şey yok. Osmanlı'da da böyle bir şey yok. Biz hiç dokunmamışız. Avrupa bize şimdi kalkıyor diyor ki, siz ezdiniz bu milletleri. Halbuki LaMartine diyor ki, "Siz bunları niye ezmediniz?". Ezmezseniz böyle çıkar başınıza bela olurlar.
Küreselleşme ne şimdi? LaMartine'in dediğini dünyaya yapıyor. Herkese dilini, kültürünü ve giyimini empoze ediyor. Her tarafa, bu çok açık. Ve o olaydan sonra adam ne diyor; yeniden Haçlı Seferleri başladı. Bu kadar net ve açık herşey.
Böyle bir çerçevenin içerisinde sen Kemalizm diye bunlara... Politika işten değil. Bunların Kemalizmle uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmadığı gibi bunlar düpedüz Tanzimatçı. Olay bu.
Gençler Müdafai Hukuk'ta Birleşmeli
Ne yapabilir gençler? Benim düşüncem, şimdi Türkiye'de şu veya bu şekildeki nüanslarını, ayrılıklarını tartışma mevzuu yapıp bölünmesinler. Türkiye'de şimdi iki tür insan var; aynen 1919- 1920'de olduğu gibi. Bağımsız ve özgür Türkiye'den yana olanlarla tam tersine Batı'nın yarı sömürgesi halindeki onların uydusu bir Türkiye'den yana olanlar. Yani İstanbul Hükümeti ile Ankara Hükümeti. Şimdi bu defa İstanbul Hükümeti Ankara'da. Bütün yapılacak şey; bu kişilerin heyeti umumiyesinin bir platformda bir araya gelmesi. O platform da Müdafaa-i Hukuk platformudur. Değiştirmeye hiç gerek yoktur. Çünkü Müdafa-i Hukuk çok sağlam bilinçli ve ilerici bir platformdur. Tamamı ile Fransız Devrimi'nin en ilerici tezlerini almış 1920'lerdeki Mazlum Milletler tezleriyle içiçe geçirmiştir.
Onun için şimdi Kemalizm, sosyalizmle Fansız İhtilali'nin getirdiği demokrasi arasında bir sentez halinde görünüyor. Bunun için Kemalizmi sosyalizmin en uçlarından liberalizmin, ve hatta müslümanlığın bir uçlarına kadar hepsini içerecek bir çerçeve içinde düşünmek mümkündür. Hani ülkücülere gelince, onların zaten hemen uyanmaları lazım. Niye? Bunun da çok basit bir izahı var.
Mustafa Kemal Türkçüdür. Bunu unutuyorlar. Onun ideolojisinin iki temel adamı Ziya Gökalp'le Yusuf Akçura'dır. Yusuf Akçura'nın da Marksist olduğunu bilirler. Bunun ikisini de bir sentez haline getirmişlerdir o zaman. Ve bu Türkçülük olarak başlamıştır. Bu Türkçülük ta başından anti-emperyalist ve laiktir. Şimdi ülkücüler de dahil, müslümanların yobaz olmayan kesimi de dahil bunların hepsi yeniden Türkiye'de Kemalist Cumhuriyet'in kurulabilmesi için bir platformda buluşabilirler. Ve bu platform da Müdafaa-i Hukuk platformudur.
Bir ikincisini aramaya gerek yok. Çünkü bölünmeye yol açıyor. "Biz sosyalistiz ama onlardan bir bıyık bükümü farklıyız", bu olmaz. O zaman sen bir grup oluyorsun ve bir fakültenin içinde kalıyorsun. Herkes bir araya gelecek ve bakacaksın mesele ne? Bu iş ciddi, vahim. O zaman nasıl Ankara'ya bakıyordun; Mehmet Akif orada yanında Ziya Gökalp, Yusuf Akçura da orada. Mustafa Suphi de oraya geliyor, Baytar Salih de orada. O zaman hepsi bir aradaydılar. Solcusu, sağcısı, müslümanı hepsi bir arada. Niye? Bir laf var; "çünkü vatan tehlikede", bu laf söyleniyordu. "Çünkü vatan tehlikede", bu yetiyordu. Bunu söylediğin zaman herkes aman ve herkes cephede.
Yusuf Akçura'nın siz cephede savaştığını bilir misiniz. Cephedeydi, o zaman gençti. Hatta Kuvvay-ı Milliye Ankarası'nda evlenmiştir. O kadar genç bir adamdır o zamanlar. Şimdi böyle bir espri içinde İstiklal Marşı'nı Akif'e yazdırıyorlar. Kimse gocunmuyor. Niye? Çünkü Akif de vatan için orada.
Türkiye'de şimdi Kemalist olmak yeterli. Başka şey olmaya gerek yok.
Attila İlhan
Blogda Ara
15.07.2008
Gençler Müdafaa-i Hukuk'ta Birleşmeli...- Attila İlhan
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder