25.02.2007
Genelkurmay balkanının MGK toplantısında yapacağı görüntülü delillere dayanan sunumun, haberinin önceden medyaya sızması ortalığı karıştırmış.
Soruşturma başlatılmış. Haber, bu sunumda Amerikanın keşfinin olduğunu yazıyordu, pardon yanlış oldu, Barzani’nin PKK terör örgütüne yardım ettiğinin kanıtları olduğunu yazıyordu. İspat edileceği söylenen şeyin bilinirliği ile ilgili olarak her iki durumun da aralarında fazla bir fark olduğunu düşünmüyorum zaten ama biz sorularımızı soralım.
Sorular şunlar;
1. Bu sunumun önceden medyaya sızmış olması bu gerçeği değiştirdi mi?
2. Bu haber medyaya sızdığı için mi Genelkurmay başkanı, sunmaktan vazgeçti? Veya vazgeçti mi?
3. Bu ispatlar sunuldu da ona rağmen mi “diyalog” kararı çıktı?
4. Aslında böyle bir sunum yok tu da bu haber şişirme haber miydi?
5. Bu ispat için görüntülü bir delile gerek var mıydı?
6. Genelkurmay başkanının Amerika’da verdiği mesajların bir önemi kalmadı mı ki diyalog kararı çıktı?
Bu soruların cevaplarını ve cevaplardan çıkaracağın yorumu sana bırakıyorum kıymetli okuyucu.
Haydi, bırakalım her şeyi yeni suçlu ve yeni gündemle ilgilenelim, kim sızdırdı?
Başlığa dönelim, zira sorulacak başka sorular ve verilecek başka cevaplar da var bu meyanda.
Bir süre önce M.İ.T müsteşar yardımcılığı da yapmış bir istihbaratçı olan, Cevat Öneş demişti ki;
"Türkiye'nin barışa ihtiyacı var. Kürt sorunu nedir diye baktığımızda 80 yıllık süreçte bu sorunu çözemedik. Sorun yüzde 60 psikolojiktir. Sorun 80 senedir devam ediyorsa 20 yılda büyük kayıp veriyorsak ve hala işin içinden çıkamıyorsak günümüzün şartlarıyla Türkiye'nin geleceği için yeni politikaların ve yeni yönelişlerin belirlenmesi lazım".
Sorular;
1. Sayın istihbaratçı bu fikre ne zaman kapılmıştır, hep böyle mi düşünüyordu, yoksa fikirleri sonradan mı değişmiştir?
2. Eğer hep böyle düşünüyorsa veya aktif görevden ayrılmadan önce böyle düşünmeye başlamışsa; bu çözüm metodundaki fikir ayrılığı, terörü tam aksine silahla çözme uğraşı içinde can diyetleri ödeyen Türk ordusu için istihbari bir mahrumiyete sebep olmuş mudur?
3. Bu mahrumiyet kaç yiğit vatan evladının hayatına, kaçının koluna veya bacağına mal olmuştur?
4. Sayın istihbaratçının alternatifi de diyalog mudur?
5. Biz neden bu diyalog lafını bu sıklıkta duymaya başladık?
6. Zaten sayın istihbaratçı terör örgütünü nitelerken, “terör örgütü” demek yerine “para militer örgüt” sıfatını kullanmıştır ki, inanın terör örgütü ile para militer örgüt arasında ciddi farklar vardır. Mesela her para militer örgüt terör örgütü olmayabilir, ama her terör örgütü, para militer bir yapıya sahiptir. Dolayısı ile para militer olarak tanımlamak, terör örgütü olarak tanımlamamak olarak algılanabilir. Tüm bu açıklamaların ışığında istihbaratçı efendi, PKK’yı terör örgütü olarak görmemekte midir?
Bu sorularında cevaplarını ve cevaplardan doğacak yorumu sana bırakıyorum kıymetli okuyucu?
Geçelim;
Fransa'da 5 Şubat günü tutuklanan PKK'lıların Fransız İstihbarat Servisi ile ilişkileri nedeniyle serbest bırakıldığı iddia edildi. Le Monde gazetesine konuşan bazı istihbarat üyeleri de PKK'lılarla ilişkilerini doğruladı.
Dünkü duruşmada avukatlar PKK üyelerinin gizli servisle işbirliğini savunmalarında kullandılar ve bu da bazı sanıkların serbest bırakılmasında etkili oldu. Duruşmanın ardından tutuklu bulunan 14 kişiden 8'i serbest bırakılmıştı.
Serbest bırakılanlar arasında PKK'nın Avrupa'daki üst düzey isimlerinden Rıza Altun da var. Avukatların itirazı üzerine hala tutukluluğu devam eden altı kişi, 27 Şubat Salı günü yeniden hâkim karşısına çıkacak. Ve inanıyorum ki onların da tamamı serbest bırakılacak.
Şimdi sorular;
1. Fransa bizim dostumuz mudur?
2. Eğer dostumuz ise, bize karşı terör ve tedhişin her türlüsünü uygulayan bir terör örgütü ile ne türlü bir ilişki içinde olabilir ve buna niye gereksinim duyar?
3. M.İ.T acaba bu güne kadar bir el kaide mensubundan istifade etmiş midir?
4. Bizim ülkemizde yakalanan bir El kaide mensubu veya Hizbullah mensubu aynı gerekçelerle serbest bırakılsa idi ne olurdu?
5. Bizim Cevat Öneş türevi istihbaratçılarımızın yüreği bu türlü bir şeye cevaz verebilecek çapta mıdır?
6. Sözde müttefiklerimizin başka kimlerle ve başımızdaki hangi terör belasının hangi belalıları ile buna benzer ilişkileri vardır?
7. Mesela Fehriye ile ve örgütü ile bir ilişkileri var mıdır? Varsa eğer bu ilişki Türkiye otomotiv sektöründeki Fransız payını, Özdemir Sabancı’nın ölümüyle birlikte nasıl etkilemiştir?
Bu soruların da cevaplarını ve cevaplardan doğacak olan yorumları sana bırakıyorum kıymetli okuyucu.
Daha yenilerde Şubat ayının sekizinci günü NTV’ye konuşan Sayın Koordinatörümüz veya özel temsilcimiz veya her neyse dedi ki; Başer
“Bu bir kırmızıçizgi değil. Biz böyle bir görüşmeden mücadele kapsamında yarar sağlayacaksak görüşme yaparım. Eleştiri okları üzerime doğrulabilir ama yararlı olacaksa. Buna tek başıma da karar veremem. Bazı üst düzey kademelerin kararı söz konusu. Kırmızı çizgi yok”
Biraz zaman sonra Genelkurmay başkanı Amerika’da yaptığı basın toplantısında, yani en çok bir hafta sonra malum diyalog ile ilgili sorulan soruya;
''Ben askerim. Çok önemli bir görevim, terörle mücadele. PKK'yı siyasi olarak görenle benim asker olarak konuşmama imkân yok. Ama görüşen görüşür. PKK'yı terörist görmüyor. Şu anda iki grup da PKK'ya tam olarak destek veriyor. Şu anda PKK'nın en büyük destekçisi, kuzeydeki iki gruptur. Bunu çok iyi biliyoruz. Bu konularla ilgili olanlar da biliyor. Ben kimsenin iradesine ipotek koyacak değilim. Asker olarak konuşuyorum. Ama siyaseten kim görüşürse görüşür, ona bir şey diyemem. Ben PKK'ya destek verenle oturup ne konuşacağım? (PKK'ya destek vermeyin) mi diyeceğim. Veriyor. C-4'leri de patlayıcıları da bunlardan alıyor. Eğer hayır bunları yapmıyor derlerse ben bir şey diyemem.''
Deyivermişti.
Sonra Abdullah Gül; “Düşmanımızla bile görüşürüz” anlamına gelen ve hatta aynı kelimelerle, cevabını verdi.
Sonra MGK ve çıkan karar; DİYALOG.
Sorular şunlar;
1. 1. MGK toplantısında çıkan sonuç, Asker ile iktidar arasındaki derin fikir ayrılığını artık geri dönülmez bir noktaya mı getirdi?
2. 2. Büyükanıt’ın cevabındaki “bu konuyla ilgili olanlar da biliyor” saptamasına bakılırsa ve Edip Başer’in bunu bildiğini varsayarsak—ki eminim biliyordur, yani umarım, yani bilmemesi ihtimalini düşünmek bile istemiyorum-- buna rağmen görüşme konusundaki tavrından hareketle, Edip Başer ile de bir fikir ayrılığının olduğunun mu anlaşılması gerek?
3. 3. Eğer Edip Başer bu konuda Genelkurmay ile fikir ayrılığı yaşıyorsa ki açıklamalardan anladığım odur, kiminle fikir birlikteliği içinde?
4. 4. Bu görüşme ve diyalog fikrine halk katılıyor mu?
Bu soruların cevaplarını ve bu cevaplardan doğacak yorumları da sana bırakıyorum kıymetli okuyucu.
Başlıktan hareketle, yazıya başka konuşmalar ve sorular eklemek gerekirse, DTP’li belediye başkanlarının ve il başkanlarının yaptıkları konuşmalardan bahsetmeye ve sorular sormaya bile gerek duymaksızın, söz ve yorum sendedir kıymetli okuyucu.
Şimdi başbakanın ağzından bu haberi sızdıranın hain, yayınlayanın da aynı olduğu tespitine, sırf yardım etmek maksatlı bir kılavuzluk hizmeti olsun diye yazılmış olan bu yazı yeterince anlaşılır değilse açıkça yazalım, hanımlar beyler, hainler her yerde, hatta gözünüzün önünde bile olabilirler.
Eğer hala bulamadınızsa, iyi aramalar olsun size.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder