Blogda Ara

3.08.2008

ZİHİNSEL İŞGAL ALTINDAYIZ...

"Çanaklandık yozlaştık(mı)?" diye bir yazı yazmıştım 19 Eylül 2007'de...
Teknolojik gelişmelerin insan zihnini ne şekilde ele geçirdiğini ve bizlerin gözünün ne şekilde karartıldığına dem vurmuştum...
Son söz olarak da şöyle bağlamıştım yazımı; "Bence bir ülkeyi içerden çökertmenin, yıkmanın diğer bir yolu da kültürel yozlaştırmadır, bunu el birliğiyle başarıyorlar her türlü teknolojiyi kullanarak..." demiş, buna aracı olan "Türksat uydusu ve bu uydunun üzerinden yayın yapan kanalları denetlemeyen kurumu" da kınamıştım...
Geçen günkü Cumhuriyet gazetesi "Strateji" özel ekini okurken Yazar Kemal Yeşilçimen'in benzer bir yazısına denk geldim "Zihinsel işgal" başlığı altında...
Yazar; "Topla tüfekle işgal edilemeyecek, edilse bile sonuç alınamayacak ülkelere yönelik, biraz uzun bir süreçte farklı yöntemler uygulanıyor. Çocukluktan başlayan ve ustalıkla yerleştirilen zihinsel işgal, toplumları tüm kutsallarından vazgeçiriyor. Kabul ettirilen yaşam tarzı birçok sosyal hastalık üretiyor" diyor yazısında...
Evet gerçekten de karanlık bir savaşla karşı karşıyayız.
Niçin karanlık? Çünki bu savaş gözlerimizi kör ediyor, gerçekleri göremiyoruz.
Bize gösterilen boş hayallerle zaman tüketiyoruz. Düşmanın kim olduğunu, nerede olduğunu göremiyoruz.
Hangi silahla, nasıl ve nereden saldıracağını da bilemiyoruz. Doğrudan beynimize saldırıyorlar, farkında değiliz.
Beş duyumuzu ve zihnimizi gizlice ele geçiriyor. Algımızı oluşturan iletişim kaynakları elden gidiyor, öyle bakıyoruz. Sonuçta algımız giderek değişiyor.
Bizi biz yapan değerler elden giderken, beynimize ve algımıza bunun özgürlük, demokrasi, zenginlik olduğu yazılıyor.
Özgürlük maskesiyle tüm yaşam kaynaklarımız ve özgürlük alanlarımız bir bir elden giderken, beynimiz uyuşturulmuş seyrediyoruz.
Akıl tutulması denilen şey işte bu!..
Her çeşit göz boyama ve aldatma sonucu dostu düşman, düşmanı da dost görmeye başlıyoruz.
Bu karanlık savaş, bizi kendimizden bile şüpheye düşürüyor. Toplumsal paranoya ve şizofreni olmaya zorlanıyoruz.
Bundan daha karanlık savaş olur mu?..
Amaç insan zihnini ele geçirmek...
Bu karanlık savaşın hedefi; derin aklımızı ve beynimizi önce dağıtmak, sonra kendi gayesine uygun olarak yeniden oluşturmak.
Bunun için de öncelikle aydın, sanatçı, toplum önderleri ve bilim adamlarının beynine küresel şifreler koyarak yeni beyinler devşiriliyor.
Son iki asırdır bu sistem fabrika gibi çalışıyor ve geleceğin karar vericilerini yetiştiriyor. Stratejik yerlerin bu beyinlerle sessiz ve derinden ele geçirilmesi, her çeşit işgalden daha kolay ve etkili bir yöntem. Bu karanlık akıl oyunuyla belirlenen kötü kader ise yaşam tarzınız oluyor...
Bilinçaltına gönderilen sinyallerle körpe beyinler yıkanıyor, geleceğin küresel robotları hazırlanıyor. İnsan ve toplumun yaşam tarzını kurgulamanın en kestirme yolu budur.
Medyayı dikkatlice incelersek, zihinsel işgalin her çeşidini kolayca görebiliriz. Bu yöntemin en etkili olduğu dönem ise çocukluk dönemi...
Bu dönemde algılanması istenen nesneler, sevgi ve güven sözcükleri içine gizlenerek reklamlar, çizgi filmler ve çocuk programlarıyla sunulur.
Çünki ilk algılanan nesneler anne-baba gibi vazgeçilmez olacaktır. Bu şekilde çocuğun zihinsel bariyerleri kolayca geçilerek sigaradan cep telefonuna, janjanlı şeylerden kolalı içkilere kadar yaşam tarzına girmesi istenen her şey, zihinlerine kök hücre nakli gibi ekilir.
Minik beyinlere binlerce kere aşılanan "hayata bağlar" - "bağlan hayata" gibi şifre sözcüklerle ilişkilendirilen görüntü ve kurgular, çocukları hayata bağlayan vazgeçilmez nesneler olur. Onlarsız hayat artık mümkün değildir.
Minik yavrular bu nesnelerin sağlığa veya insan hayatına zararlı olabileceğini idrak edemez. Sonraki yıllarda bu nesnelerin zararlı olduğu idrak edilse bile iş işten geçer ve bu alışkanlıklar hayatın parçası olur.
Artık insanı yaşadığı dünyaya bağlayan bu nesnelerdir ve bunlar olmadan yaşamak anlamsızdır. Bunların yan etki ve zararları bile unutulur, bağımlılık benliği esir alır.
Özgürlükler, sadece silahla yok edilmiyor. Henüz reşit hale gelmemiş beyinlerin bu şekilde programlanması, özgürlükler açısından endişe vericidir. Minik beyinlere sürekli aşılanan bu tehlikeden, küresel minik robotlara dönüştürülmeye çalışılan canlarımızı, nasıl koruyabiliriz?..
Yaşam tarzını sinsice belirleyen bu akıl oyununu idrak edemeyen toplum ve milletlerin yaşaması çok zor.
İnsan beynini ele geçiren ve yaşam tarzını kurgulayan bu savaş, eğlenceden eğitim ve kültüre kadar bir çok alanda sessiz ve derinden devam ediyor. Bu zihinsel savaş aslında kültürel salgın olarak yayılıyor.
İnsanın beynine en yoğun bilgi girişinin olduğu ortamlar; eğitim kurumları, yazılı ve görüntülü medya internet ve eğlence mekanları bu salgının yayılma yerleri.
Çünki bu virüs bilgilendirme, eğitim, öğretim, eğlendirme gibi yararlı faaliyetler sırasında zihinlere kolayca nüfuz ediyor...
"Yat yat uyu!.." virüsünün uyuşturduğu beyinlere kolayca yerleşen ve hastalıklı yaşam tarzını sinsice yükleyen bu salgın pop kültürü, çağdaş ve modern yaşam gibi fiyakalı isimler arkasına saklanarak, dilimizden mağaza isimlerine kadar yöresel ve geleneksel bize ait ne varsa hepsini 4 aşamada bizden silip süpürüyor.
1. Birinci aşama: Dış dünyayı tanıma ve bilgilendirme maskesiyle yapılan zihinsel aldatma ile başlar. Yararsız bilgilerle, pembe hayallerle sanal bir dünya kurulurken aslında yapılan iş, zihinsel aldatmadır. Bu pembe dünyanın zihinleri uyuşturan morfini ise televolelerdir.
2. İkinci aşama: Bilgi bombardımanı arasına sokuşturulan kirli bilgilerle inşa edilen zihinsel kirletme dönemidir. Bilgi çağının en ciddi sorunu, bu bilgi kirlenmesinin yıllar süren tortusu olan zihinsel kirlenmedir. Bu dönemde yalan yanlış bilgiyle doldurulan kirlenmiş beyinler, kendilerine yaklaşan felaketi kurtuluş gibi görürken, bilinçaltına yazılan seçenekler listesinden seçimler yapmayı özgürlük zannedebilir.
3. Üçüncü aşama: Yabancı kültürel değerler ve düşünce şekli bütün zihni kaplarken, zihinsel işgal tamamlanıyor demektir. Beyinler sığlaşırken yaşam tarzı istenilen şekle dönüşmüş olur.
4. Bu son aşamada ise zihinsel köleliğe yol açan zihinsel soykırım dönemidir. Bize ait ne varsa, acımasız şekilde imha edilir.
Milli ve manevi değerler, vatan, bayrak, din, ahlak ve size ait her şey gereksiz, modası geçmiş ve çağdışı kabul edildiği için imha edilmelidir.
Bu son dönem bildiğimiz soykırımdan daha acımasız ve tehlikelidir. Çünki maddi soykırıma uğrayan toplumlar bedenen yok olduğu için, artık onları kullanma şansı yoktur.
Zihinsel soykırıma uğrayan toplumlar ise asgari bir ücretle köle olarak kullanılabilir. Esareti kurtuluş olarak algılayan bu gönüllü kuzular, beyinlerine işlenen biat ve itaat programları sonucu sefalet ücretiyle çalışan verimli sürüler olurlar. Kanlı savaşlar sonucu esir alınan toplumlar ise sürekli isyan ettiği için verimli değildir, aradaki fark budur.
Zihinsel soykırıma uğrayan toplumlar, yaşam tarzını dışarıdan yüklenen değerlere göre tanzim ettiği için kendi değerlerine yabancılaşır, küçümser, hatta onarı düşman gibi görmeye başlar.
Kutsal değerleri çiğnenir veya satılırken sevinir ve üzülenleri yadırgar, "Noolmuş yani?" der.
Çünki ruhunu yeni kutsallar sarmıştır. Kendi annesini, babasını, eşini, kardeşini bile acımasız bir şekilde öldürmekten çekinmez ama aynı gün eğlence partisi verirken, sakladığı annesinin cesedini, arkadaşlarının keyfini bozan utanılacak bir nesne gibi görür.
Tüm insani değerlerin yok edildiği bu yeni yaşam tarzına çabucak alışmıştır artık. Yaşadığı toplumu aşağılayan anlayışın temeli işte bu zihinsel soykırımdır. Zihinsel işgalin gizlenerek sonu gelmez vahşetin reyting malzemesi yapılmasına ne demeli?..
İyi olan her şeyi yok edere yerine kötülük tohumları eken bu karanlık savaş, iyilerin kaybettiği ve yalnız kötülerin kazandığı kötülük dünyasında yaşamanın kuralını da belirliyor; kötü olmak ve kötülük etmek!..
Toplumsal şidetin temelinde işte bu kötülük salgını var. Bulaşıcı hastalık gibi yayılan bu salgın, yaşam tarzımızı her çeşit hastalık ve kötülük üreten bataklığa çeviriyor.
Bu bataklığı kurutmadan, kötüler ve kötülüklerle nasıl baş edebiliriz?
"İyiler kazanır, kötüler kaybeder" gerçeğine dayanan iyilik dünyasını beyinlere nasıl işleyebiliriz?
Gerçek hayattan "rol modeli" olarak zihinlere yansıyan; güç ve paranın bütün değerleri ezerek yerine geçmesi, toplumun yaşam tarzını kemiren başka bir salgın hastalığa daha yol açıyor. Bu tehlikeli salgın yolsuzluktur.
Güç ve paraya ulaşmak için her yolu mübah kılan bu virüs, esir aldığı toplumu çökertir, yaşam tarzını hastalık üreten bataklığa çevirir. Çünkü tüm kaynaklar yolsuzluğa kurban gittiği için, ruhsal ve sosyal hastalıklar içinde kıvranan toplum yeni kurban olacaktır.
Önlenemeyen sosyal hastalıklar, zincirleme yolla ve çığ etkisiyle yaşam tarzımızı işte böyle kirletiyor.
Zihinsel işgale uğrayan toplumlar, beyinleri sığlaştığı için soygunun boyutunu kavrayamaz, neden ve nasıl gittiğini anlayamaz, önlem alamaz. Sadecealıkalıkseyreder.
Kaybettiği bu trilyon dolarların binde birini bile tekrar borç alabilmek için, kedinin kendi kuyruğuyla oynadığı gibi sürekli dolanır durur. Sürekli sahte şifreleri çözmekle oyalanır...
Halbuki, asıl Da Vinci'nin şifresi; kendi hayatının ve sağlığının kilitlendiği bu şifredir, bilemez ve çözemez!.. İşte bu zihinsel işgal ve soykırım; içinde yaşadığımız akvaryumu kirleten, zihinleri kilitleyen ve topumları acınacak hale getiren böylesine acımasız bir akıl oyunudur.
Zihinsel soykırıma uğrayan toplumlar, içine düştükleri hastalık üreten bataklığı idrak edecek ve kurutacak zihinsel yetenek ve derinliği de kaybederler.
Onların yapabileceği tek şey; bu bataklığın sürekli ürettiği sivrisinek ordusuyla savaşmak ve kıt kaynaklarını ahmakça harcamaktan ibarettir. Ama bu sevrisinek bulutları hiç bitmeyecektir.
Toplumu beyinsiz hale getirecek her işlem, zihinsel köleliği sağlamanın en kısa yoludur.
Bunun üzerine algı yönetimi de eklenirse, bir tek kurşun bile atmadan bilinçaltı kurgulama ile toplumlar kolayca yönetilir.
Bilim ve akıl gücünü koruyamayan devletler, yöneten aklı kaybettiği için yönetilen duruma düşerler. Çağdaş kölelik işte böyle oluşuyor.
Bu akıl oyununda, sağlıktan ekonomiye her alanda devam eden küresel savaşın değişik şekillerini bilmeyen toplumların yaşama şansı yok.
(Kaynak kitap: "Hastalık Üreten Yaşam Tarzımız Nasıl Değişir", Kemal Yeşilçimen, Hayy Kitap, 9. Baskı, 2008...
Alıntı bölüm: Cumhuriyet Strateji özel eki, Sayı: 200, 28 Nisan 2008...)
Gerçekten de her an, yoğun bir teknolojik bombardıman altındayız...
Bu gerçeğin farkındalığıyla kendimizi koruma altına almak, zihnimizin kontrol altına alınmasına, işgal edilmesine fırsat vermemeliyiz...
Ama nasıl?..

Ertan Yurderi

Hiç yorum yok: