Blogda Ara

5.06.2008

ATAMIZIN BAZI HATIRALARI


.........KURTDERELİ...........
Atatürk, ünlü güreşçi Kurtdereli'ye ödül olarak 1000 liralık bir İş Bankası çeki veriyor.Altını Kemal Atatürk diye imzalıyor, zaten çeklerde resmi de var. Pehlivan çeki İş Bankası' na götürüyor; kendisine 1000 lirayı ödüyorlar. Muazzam bir para.Ama Kurtdereli hala bekliyor. "Ne bekliyorsun pehlivan?" diye sorduklarında çeki beklediğini söylüyor.
"Parayı aldın, çek bizde kalacak" diyorlar.
"O zaman alin 1000 liranızı, verin çekimi" diyor. "Onda Atatürk'ümün imzası var." Ve parayı iade edip Atatürk imzalı çeki sevgiyle cebine yerleştirerek gidiyor


.....BU MİLLETVEKİLLİĞİ AYRICALIĞINI HİÇ BEĞENMEDİM.....
Atatürk bir sabah florya'dan dolmabahçe sarayina dönüyor. Yesilköy istasyonunun önünden geçerken birdenbire otomobili durduruyor ve basyaver'e:
- sorunuz, tren var mi? Diye emir veriyor.O sirada tren hemen hareket etmek üzeredir, hep birlikte otomobilden inip yanindakilerle trene biniyor. Karar ani verildigi ve tatbik edildigi için bu trene binis hemen kimsenin nazari dikkatini çekmiyor.Bir müddet sonra, her seyden habersiz olan kondüktör ata'nin bulundugu kompartimana geliyor. Kafileyi görünce çekilmek istiyor. Ata hemen sesleniyor;
- vazifeni yap! (yanindakileri göstererek) bu efendilere niçin bilet sormuyorsun?
Yanindakiler cevap verirler.
- pasam biz mebusuz. Tren bileti almayiz. Parasiz seyehat ederiz.
Ata hayretle:
- bu imtiyazi hiç begenmedim, der. Çok ayip ve acayip bir kaide. Çok güzel halkçilik!

Ali Kılıç


.....DEVLET İMKANLARINI AMACINA UYGUN KULLANMA.....
Sivas kongresi sonrasi, heyeti temsiliye'nin Ankara'ya gelmesi kararlastirildiktan sonra Mustafa Kemal ve Hüseyin Rauf beraberlerindekilerle ankara'ya geldiklerinde keçiören yolu üzerindeki ziraat mektebi'ne misafir edilmislerdi. Daha sonra Mustafa Kemal Ankara istasyonundaki gar müdürlügü binasina yerlesti. Burasi hem evi, hem çalisma yeriydi.
O tarihlerde ankara vilayetinin sehir merkezi kale ve onun hemen çevresi idi. Keçiören, Etlik, Dikmen, Ayranci'da bag evleri vardi.Bunlar arasinda Çankayada papazin bagi olarak adlandirilan iki katli ev Mustafa Kemal'e armagan edildi ve o da evi ordu'ya devrederek evin adi ordu köskü oldu. Iki katli binaya 1924'de ilaveler yapildi fakat bina isitilamiyor idi. Zafer, inkilaplar, cumhuriyet, dünyanin üzerimizde toplanan gözleri, Mustafa Kemal'in müstesna sahsiyeti, mütevazi de olsa yeni bir devlet baskanligi konutunu zorunlu kiliyordu.
Mustafa Kemal yeri kendi seçti, kayalar düzenlendi, dis cephe pembe rengin hakimiyetinde, içerde yesilin her tonu ile ve planin esasi Mustafa Kemal'in olan yapi 1932'de tamamlandi ve ayni yilin haziran ayinda da tasinildi. Pembe köskün dösenmesi için bütçede pek mütevazi para vardi. Gazi, gerekli olani sahsi imkanlari ile karsilama karari aldi ve kendisine tavsiye edilen o günlerde beyoglu istiklal caddesinde bir türk'ün açtigi dekorasyon magazasi sahibi Selahattin Refik beyi ankara'ya davet etti. Binayi gezdirdi, arzularini açikladi ve kendisinden teklif istedi.

Kisa süre sonra kendisine sunulan tasariyi inceledi, muhatabi konuyu gerçekten biliyordu ve anladi ki, kendisini taniyanlarca da uyarilmisti. Buna ragmen teklifleri hazirlayanlari kirmadan ülkenin mütevazi imkanlarini izah edebilmis olmanin rahatligi içinde feragatlar istedi. O sirada ata'nin yaninda olan Ankara belediye baskani asaf İlbay bey Ata'nin su açiklamasini kaydeder. "biliyorsunuz burasi cumhurbaskanligi köskü... Mülkiyeti devletin...Benden sonra buraya meclisin veya belki milletin dogrudan seçecegi zatlar gelecek. Bu esyalarin parasini benim sahsen verdigimi sizler biliyorsunuz ama, yarin bunu bilmeyenler içinde yanlis hükümler veren olmaz mi? Memlekete en zaruri hizmetlerin yapilamadigi bütçe darligi içinde israf yapildigini düsünenler bulunmaz mi? Bir endisem de karar mevkinde olanlarin sahsi arzularini devlete yükleme mevzuunda beni emsal göstermelidir. Bunu hiç istemem."Sonra Selahattin Refik bey'e döner:"sahsi imkanlarin olsa bile, böyle mekânlara asgari masraflarla rahat ve zevkli tefrisi tercih etme tercihindeyim. Beni anliyorsunuzzannederim." Der.
Cemal Kutay, Atatürk olmasaydi



....................... BAYRAĞA SAYGI...........................
Atatürk bu engin insanlik duygusu ile milletlerin istiklali prensibine olan gönülden saygi ve bagliligini izmir'e girdigi sirada da göstermisti... O'na İzmir'de Karsiyaka'da bir ev hazirlanmisti ki, bu evde isgal esnasinda Yunan krali Konstantin'de kalmisti... Evin sahibinin oglu ile hazirlikta çalisanlarin bazi yakin akrabasi Yunanistan'da esir bulunuyorlardi; isgal esnasinda, bütün Türkler gibi çok izdirap çekmislerdi; içlerinden yaraliydilar ve yunanlilardan öç almak atesiyle yanip tutusuyorlardi. Bu duygularin etkisi altinda evin dis merdiveninin üzerine, muzaffer baskomuta'ninin basip geçmesi için, ipek bir düsman bayragi sermislerdi...Atatürk yere serili bayragin önünde durmustu; etrafinda bulunan kadin-erkek izmirliler, kendisini içeriye girmeye davet ediyor, gözleri yaslarla dolu:"buyurunuz, geçiniz, bizim öcümüzü yerine getiriniz. Yabanci kral bu evden içeri, bizim bayragimiza basarak girmisti; siz lütfedin, bu karsilikla o lekeyi silin. Burasi bizim sehrimizdir, bu ev sizin evinizdir, bu hak sizindir" diye yalvariyorlardi.Hiçbir durumda benligini ve sagduyusunu kaybetmeyen civanmert insan; kendilerine en tatli bakis ve sesi ile:"o, geçmiste hata etmis; bir milletin iskitlalinin timsali olan bayrak çignenmez, ben onun hatasini tekrar edemem," cevabini vermisti ve ancak bayragi yerden kaldirttiktan sonra beyaz mermerlere basarak içeri girmisti...

Soyak, Hasan Rıza; Atatürk'ten hatiralar, s. 136

....................CUMHURİYET....................
Atatürk, Mudanya yolu ile Bursa'ya gidiyordu. Kalabalik bir halk kitlesi iskelede etrafini çevirmis bulunmakta idi. Bir kadinin, elinde bir kagitla Atatürk'e yaklastigi görüldü. Ihtiyar, zayif bir kadindi.Ata'nin yolunu keserek titrek bir sesle:- beni tanidin mi ogul? Dedi.Ben sizin Selanik'te komsunuzdum. Bir oglum var; devlet demiryollarina girmekistiyor.Siz onu alsinlardediniz. Fakat müdür dinlemedi. Oglumu yine ise almamis..ne olur bir kere de siz söyleseniz.Atatürk'ün çelik bakisli gözleri samimiyetle parladi... Elleriyle genis jestler yaparak ve yüksek sesle :- oglunu almadilar mi? Dedi. Ben tavsiye ettigim halde mi almalidar?Ne kadar iyi olmus... Çok iyi yapmislar... Iste Cumhuriyet böyle
anlasilacak...Kadin kalabaligin içinde kaybolmustu. Ve Atatürk adeta vecd (çosku)
dolu bir sesle:- iste Cumhuriyetten bekledigimiz netice... Diyordu.

Köymen, Hulusi; Atatürk'ü anmak kitabindan, s. 260

........ATATÜRK' E BİR KÖYLÜNÜN CEVABI.........
Tarihimiz sayisiz savaslarla doludur. Biz bu savaslardan baskaldirip ne memleketi imar edebilmisiz, ne de kendimiz refaha kavusmusuzdur.Bunun sebebi, bizim suçumuzda oldugu kadar düsmanlarimizdadir da.Çünkü basta moskoflar olmak üzere düsmanlarimiz hep söyle düsünürlerdi.

- Türklere rahat vermemeli ki, baska sahalarda ilerleyemesinler...Bunun için de sik sik basimiza belalar çikarirlar, savaslar açarlar, Balkan milletlerini istiklal diye kiskirtirlardi.

Biz böyle durmadan savasirken de o zamanlar askere alinmayan gayri müslimler durmadan zenginlesirlerdi.

Onlarin neden zengin, bizim neden fakir kaldigimizi bir köylü, Atatürk'e verdigi kisa bir cevap ile gayet veciz olarak izah etmistir.

Atatürk, Mersin'e yaptigi seyahatlerden birinde, sehirde gördügü büyük binalari isaret ederek sormus :

- bu kösk kimin ?
- kirkor'un...
- ya su koca bina ?
- yargo'nun
- ya su ?
- salomon'un...
Atatürk biraz sinirlenerek sormus :

- onlar bu binalari yaparken ya siz nerede idiniz ? Toplananlarin arkalarindan bir köylünün sesi duyulur :
- biz mi nerede idik ? Biz Yemen'de, Tuna boylarinda, Balkanlarda Arnavutluk daglarinda, Kafkaslar'da, Çanakkale'de, Sakarya'da savasiyorduk pasam...

Atatürk bu hatirasini naklederken :
- hayatimda cevap veremedigim yegane insan bu ak sakalli ihtiyarolmustur, der dururdu.

Atatürk'ün nükteleri-fikralari-hatiralari , sh 18


.....................OLUR ŞEY DEĞİL........................
Muallimler ankara'da bir içtima yapmislar, içtimaa iki üç muallim hanim da istirak ederek salonda ayri bir yere oturmuslardi.
Muallim hanimlarin içtimaa gitmelerini hos görmeyen meclis'insariklilari gaziye sikayete gidiyorlar.
Gazi kizarak :
- "kimmis muallimler cemiyeti reisi ? Çagirin onu !"

Ve Mazhar Müfit birkaç dakika sonra içeri girinci gürleyen bir sesle çikisiyor :
-"siz muallimler içtimamda ne yapmissiniz ? Ne ayip sey bu ?"Mazhar Müfit sasakalir. Gaziden bu hareket mi beklenirdi ? Sariklilar muzaffer bir besaretle gülüyor. Sariklilar nes'e içinde gazinin sesi hep ayni tonda devam ediyor.- "olur sey degil olur sey degil !"
Mazhar Müfit hala ayakta ve hala ne diyecegini sasirmis bir halde cevap vermeye çalisiyor :-"efendim vallahi... "
- "birak birak ben hepsini biliyorum; içtimaa muallime hanimlarida çagirdiniz.Fakat onlari niye ayri siralara oturttunuz ? Sizin kendinize mi itimadiniz yok, türk haniminin faziletine mi? Bir daha öyle ayrilik gayrilik görmeyeyim, anladiniz mi?

Atatürk'ün nükteleri-fikralari-hatiralari sh 59


..................ŞIH HAZRETLERİ......................
Atatürk Amasya ziyaretinde vali konağında yörenin ileri gelenleri ile sohbette. Bir ara tam karsısında oturan birine takılır gözleri. Yaşı ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk'ün dikkatini çeker. Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar;
- Kimdir bu?
Vali yanıt verir;
- Efendim kendisi Şıh'tır. Yörede çok hatırlısı vardır.
Atatürk Şıh'ı yanına çağırır ve;
- Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Sunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir.
Şıh;
- “ Emrin olur Paşam ” diyerek yerine çekilir.
Aradan zaman geçer, bir aksam Atatürk Amasya'daki Şıh'ı hatırlar ve Vali'yi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata’yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış...
Şıh gelir, Ata’nın karsısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet bastan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünülmüştür. Atatürk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar;
- Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız?
Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp;
- Dün aksam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim der.
Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır;
- İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla...

................ATATÜRK VE ALLAH................
Atatürk'ün manevi kızı Sabiha Gökçen şöyle anlatıyor:

"Ata'nın elini öpmek üzere yanına girdim. İşleri ile meşguldü. Bir süre ayakta bekledim. Birden derin bir iç geçirdi. Ve "Allah" dedi. O bunu sık sık tekrarladı. Atatürk hakkında evvelce çok şeyler duymuştum. Bu tesirle olacak bir hayli şaşırdım. Onun ağzından Allah kelimesini duymak beni bir hayli şaşırtmış ve heyecanlandırmıştı. Atanın yüzüne şaşkınca bakmış olacağım ki,

-"Sen dindar mısın" diye sordu?

-"Evet dindarım" dedim. Ve bu cevabımı nasıl karşılayacağını anlamak için ürkek ürkek yüzüne baktım. Cevabım hoşuna gitmişti.

"Çok iyi, Allah, büyük bir kuvvettir. Ona inanmak lazımdır" dedi.

Ve bu konuda uzun uzun izahat verdi. Ben de o zaman anladım ki, Atatürk hakkında söylenenlerin aslı yoktur. Ve Ata, bütün söylenenlerin hilafında dindar bir insandı.


.......BABASININ ÇANAKKALEDE İŞİ NE?..........

Cumhuriyet kurulmuş, her şey düzene oturmuş. Atatürk şerefine bir davet veriliyor Ankara'da. Yabancı konuklar da davetli. Herkes gayet güzel eğlenirken Atatürk'ün gözüne o'na dik dik ve sinirle bakan bir ingiliz çarpıyor. Yaverine "Şu İngilizin neden öyle baktığını öğren" diyor. Bir süre sonra yaver dönüyor ve şunları söylüyor: "Efendim Çanakkale'de babasını öldürmüşsünüz. O yüzden sinirliymiş" Atatürk bunun üstüne yaverine dönüyor ve diyor ki "Sor bakalım babasının ne işi varmış Çanakkale'de!.."

.......ÖLMEYİ TERCİH EDERİZ.........

General Pershing'in kurmay başkanı olan General harbord Sivas'ta Mustafa Kemal'le görüşürken der ki;

- Bugünkü duruma bakalım. Başta Almanya müttefikinizle dört yıl harbettiniz, yenildiniz. Dördünüz bir arada yapamadığınız şeyi tek başına mı yapacağınızı düşünüyorsunuz. Bir milletin intihar ettiğini mi göreceğiz?

Mustafa Kemal generale şöyle cevap verir:

- Teşekkür ederim dedi. Tarihimizi okumuş, bizi öğrenmişsiniz. fakat, şunu bilmenizi isterdim ki biz emperyalist pençesine düşen bir kuş gibi yavaş yavaş aşağilik bir ölüme mahkum olmaktansa babalarımızın oğulları olarak vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ediyoruz."

General ve arkadaşları sessizce ayağa kalktılar.

- Biz de olsa böyle yapardık!

..........BÜYÜK GEÇMİŞ OLSUN!........

Atatürk, yurdumuzu ziyaret etmekte olan Yugoslav Kralı Aleksandr ile İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda konuşurken, konuk kral:

- Ekselans, Biz Türkleri çok severiz. O kadar çok ki, vaktiyle birinci Cihan Harbi'nin sonunda Lloyd George Batı Anadolu'yu Yunanistan'a teklif etmeden evvel bize teklif etmişti. Fakat biz Yugoslavlar, Türkleri çok sevdiğimiz için George'un bu önerisini kabul edip Anadolu seferine çıkmadık.

Atatürk, kralın bu sözlerine şu cevabı verdi:

- Haşmetmeap, evvela bize karşı olan sevginize teşekkür ederiz. sonra, büyük geçmiş olsun...

.......MİLLETİMİN ŞEREFİNE İÇİYORUM........

Bir akşam, birdenbire Saray'dan kalkarak Gülhane Parkı'nda Halk Partisi'nin verdiği bir açık hava toplantısına gittiğimiz zaman, orada toplanan on binlerce insana harf devrimini müjdelemiş ve bu sırada ayağa kalkarak millete hitaben:
"Arkadaşlarım, bu elimdeki rakıyı evvelce padişahlar da, halifeler de içerlerdi. Fakat onlar saraylarında, dört duvar arasında içiyorlardı. Ben ise sevgili milletimin önünde ve onun şerefine içiyorum."
Diye kadehini kaldırdığı zaman halkın alkış tufanı arasında Sarayburnu dakikalarca çınlamıştı.

Ali KILIÇ
Kaynak: Milliyet Gazetesi, 1952


........SEN NE OLACAKSIN Kİ?..........

Mustafa Kemal, Selanik'te yine bir akşam o zaman Sağlık Müfettişi olan eski Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Araş, Nuri Conker, Salih Bozok beylerle birlikte Olimpiyos birahanesinde oturmuşlar içerlerken, devletin dış siyaseti söz konusu oluyormuş.
Bu arada Mustafa Kemal Bey birtakım acı eleştiriler yaptıktan sonra işi şakaya dökmüş ve Tevfik Rüştü Bey'i göstererek:
- "Bu yanlış siyaseti bir gün doktor aracılığı ile düzelttireceğim." Deyince, yakın ve teklifsiz arkadaşı olan Nuri Conker:
- "Ne? Ne... Sen mi düzelttireceksin?" Diye küçümseme ile sormuş. Bunun üzerine Nuri (Conker) Bey'le aralarında şöyle bir konuşma geçmiş: - "Evet, ben doktoru Dışişleri Bakanı yapacağım. Bütün yanlışlıkları ona düzelttireceğim."
Nuri Bey şaka ile sormuş: - "Demek sen doktoru Dışişleri Bakanı
yapacaksın. O halde ya beni?" - "Seni de vali ve komutan yaparım!"
Bu konuşmaya, hazır bulunan Salih Bozok da karışıyor: - "Herhalde bu arada beni de bir şey yaparsınız?"
Mustafa Kemal Bey Salih'in bu sorusuna, biraz düşündükten sonra: - "Salih, seni yaver yapacağım ve yanımdan ayırmayacağım." Cevabını verince Nuri Bey yine dayanamamış, tekrar atılarak:
- "Allahını seversen, sen ne olacaksın ki, hepimize şimdiden böyle birtakım onurlar veriyorsun?" demiş. Mustafa Kemal Bey, Nuri Bey'in bu sorduğu soruya gülerek:
- "Bu memuriyetleri, bu onurları veren ne olursa işte ben o olacağım." Diye karşılık vermiş.

Ali KILIÇ
Kaynak: Milliyet Gazetesi, 15.10.1951

........BEN CEPHEYE GİDİYORUM........

Bir akşam Recep Bey (Peker) beni ve İhsan Bey'i evine akşam yemeğine çağırdı. Ayağım burkulmuş, alçıda idi. Koltuk değnekleriyle gittim. Gazi Paşa da Refet (Bele) Paşa'nın evinde imiş. Bizim Recep (Peker) Bey'in evinde bulunduğumuzu haber almışlar. Yaver Muzaffer (Kılıç) telefonla beni çağırdı. Kendilerini beklememizi söyledi.
Gazi, gece yarısından sonra geldi. Fazlaca alkollü idi.
- "Vakit geç oldu. Oturamayacağım gideceğim."
Dedi ve giderken beni, İhsan ve Recep (Peker) Bey'i baş başa getirdi. Ellerini omuzlarıma atarak:
- "Ben doğruca cepheye gidiyorum, düşmana taarruz edeceğim," dedi.
Hepimiz şaşırdık ve telaşlandık. İhsan Bey:
- "Paşam, ya muvaffak olamazsan?" deyince:
- "Ne?... Bir haftalık süre içinde onları yok edip denize dökeceğim." karşılığını verdi.

Ali KILIÇ
Kaynak: Ali Kılıç - Hatıralar, 1955


......DİL ALANINDAKİ ÇALIŞMALARI........

il alanında bir kaynak sorununu ileri sürünce, ortaya, kâğıt kalem ve Atatürk'ün kendi eliyle açıklamalar yapılmış diksiyonerler getiriliyor. Yunanca'dan getirilen kelimelerin, onları bir başka dile bağlayan daha eski bir etimolojisi aranıyor.

- Ana kökü arayacağız, diyor. Ve dil hakkındaki kuramını anlatmaya başlıyor ve bir gülüşle:
- Uzun bir çalışmadan sonra, bunu bulduğum zaman, Sakarya savaşını kazandığım dakikadaki mutluluğu duydum, diyor.

Prof. PITTARD
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi, 03.12.1938


.......ÖĞRENCİ GÖZÜNDE ÖĞRETMEN.......

Çankaya'da bir ilkokul açılmıştı. Köşkün çevresinde bulunan bu okulu bir gün Atatürk ziyaret etmiş.
Öğretmen tahta başında öğrencilere ders veriyormuş. Cumhurbaşkanı girer girmez saygı işaretini vermiş, çocuklar ayağa kalkmış ve oturunuz işaretini verdikten sonra yüzünü tahtaya çevirerek derse devam etmiş. Atatürk, beş on dakika ayakta ders dinlemiş ve çıkarken öğretmen yine aynı ses, aynı eda ile çocukları ayağa kaldırmış ve oturunuz işareti verir vermez derse devam etmiş.

Gazi kapıdan çıkarken yanındakilere:
- "Gördünüz mü öğretmeni? Cumhurbaşkanına önem vermedi" demiş ve ilave etmiş:
- "İlköğretmen vatanın en hayırlı elemanı. Onlar vatan çocuklarıyla o kadar kaynaşmışlardır ki, adeta çocuklaşmalardır. Onların gözünde en sevgili öğrencilerdir. Bu öğretmen eğer dersini bırakıp saygısını göstermek için yanıma gelseydi ve çıkarken beni merdivenlere kadar
geçirse idi, öğrencileri gözünde küçülür, belki prestijini kaybederdi. Öğrenci gözünde en saygılı, en büyük adam öğretmendir." demişlerdir.

Asaf İLBAY
Kaynak: Tan Gazetesi, 08.06.1949

.......KAHRAMAN TÜRK KADINI.........

17Mart 1923 Tarsus:

Mustafa Kemal İstasyon'dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü. O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi. O sırada ansızın bir olayla karşılaştı.
Milli Mücadele'deki çete giysili bir kadın, Atatürk'ün yolunu keserek ayağına kapandı. Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu:
- "Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!"
Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş) olduğunu fısıldadılar.
Gözlerinden iki damla yaş düşen Mustafa Kemal, bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi:
- "Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın."

Taha TOROS

.......ELİF, LAM, MİM NE OLACAK?.........

Atatürk, Kur'an'ın Türkçe'ye çevrilmesine karar verdikten sonra Kâzım Karabekir Paşa kaygıya düşmüştü. Büyük bir heyecan ve şaşkınlık içinde bir gün dayanamayarak Atatürk'e sordu:

- "Kur'an'ın Türkçe'ye çevirisini emretmişsiniz."
- "Evet."
- "Peki, o zaman elif, lam, mim ne olacak?"

Atatürk hayretle Karabekir'in yüzüne baktı ve en kolay bir şeyin cevabını verir gibi: - "Ne olacak, elif, lam, mim yine elif, lam, mim olarak kalacak" dedi.

Hamdullah Suphi TANRIÖVER

Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi, 13.08.1966

...........SOKAK ÇOCUĞU............

Atatürk'e, düşmanlarından bir bayan, bir yabancı gazetede (sokak çocuğu ve zalim) diye yazılar yazmak küçüklüğünü göstermişti. Bir gün Yat Kulüp'te Atatürk, arkadaşlarına bu yazıdan söz ederek demiştir ki:
- Bana sokak çocuğu diye yazmış... Ben pek küçük yaşta yatılı bir öğrenci olarak okullara girmedim. İdadi'den Harp Okulu'na, oradan da orduya hizmete gittim. Sorarım sizlere, benim sokakta oynamaya vaktim mi vardı? Bana (zalim) diyormuş...
Ben eğer bu vatana ihanet eden birkaç adamı mahkemeye vererek, kanun çerçevesinde bu adamlar cezalarını buldularsa, benim onlara karşı sevgimden ziyade, Türk milletine sevgim daha büyüktür... Bu nedenle Türk milletine onların zararlı vücutlarını feda ettim..." demişlerdir.

Enver Behnan ŞAPOLYO
Kaynak: Enver Behnan Şapolyo - Milli Mücadele Tarihi, 1944


UŞAK OLMAYI ÖĞRETEMEDİM

Atatürk'ün davet ettiği İngiliz kralı Türkiye'ye gelir ve Dolmabahçe sarayında sohbete başlarlar.Atatürk'ün şöförü kazayla kahveyi kralın üstüne döker.Kral sinirli sinirli yanındakilere "Ne beceriksiz adam.Yanındakilere disiplin verememiş ülkesini nasıl kurtarmış?" demiş.Atatürk demişki:"Ne diyor bu kocaoğlan?" Olayı anlatmışlar Ata cok kızmış ve demişki:"Ben bu millete herşeyi öğrettim sadece uşak olmayı öğretmedim" demiş

Hiç yorum yok: