Blogda Ara

28.06.2008

ŞEMDİNLİ’Yİ BİLEN VAR MI?_ Oktay YILDIRIM


ŞEMDİNLİ’Yİ BİLEN VAR MI?

Şemdinli’yi bileniniz var mı? Hiç gitmişliğiniz, Otuz iki virajları aşıp, Kaymakam çeşmenin soğuk suyunu hiç içmişliğiniz var mı? Her sabah uyandığınızda size merhaba diyen Efkâr tepeyi, Gomane tepeyi gezdiniz mi karış, karış?

Mayına basan aracın içinden, tam on dört metre uzağa fırlayan bir arkadaşınız oldu mu sizin? “Yenge vallahi az önce yanımda oturuyordu, şimdi dışarı çıktı” diye yalan söylediniz mi karısına? Dükkânına girip alışveriş yaptınız mı bir esnafın?

Gomane tepenin zirvesinden, içinde eşinizin, çocuğunuzun bulunduğu lojmana doğru yanarak gidip evinizin duvarında patlayan RPG-7′leri izlediniz mi siz?

Ama yine de bulunduğunuz görev yerini terk etmeden, acaba öldüler mi, yaralandılar mı, diye sabaha kadar hiçbir haber alamadan beklediniz mi?

“Ben bu insanlar rahat uyusun diye buradayım, ama neden benim aileme saldırıyorlar” diye düşündünüz mü hiç.

Evinizin roketlendiği mahalleden ve hatta roketin atıldığı, makineli tüfeğin yanı başında çalıştığı evin sakinlerinden, “vallahi biz bir şey görmedik” dediklerini duydunuz mu kulaklarınızla?

Her şeye rağmen deyip görevinize devam ettiniz mi? O patlamalardan dolayı yıllardır psikolojik tedavi gören bir çocuğunuz veya çocuğu bu yüzden tedavi gören bir tanıdığınız oldu mu? Hiç böyle bir baba’nın veya Anne’nin yüz ifadesini gördünüz mü?

Tabancanızı evinizde bırakıp “bir şey olursa, eve girmeye çalışırlarsa gerekeni yap, son iki mermiyi de kendinize ayır, ellerine sağ geçme” diyerek her defasında eşinizle helalleşip çıktınız mı evden, ya da böyle bir tanıdığınız oldu mu?

Sürekli telsiz anonslarını dinlediği için, ilk kurduğu cümle “atışlar normal” olan bir çocuğunuz oldu mu sizin?

Lojman’ın emniyetini sağlayan silahlı nöbetçilerin yanında mı oynadı çocuklarınız ve uzaktan dahi gelse, her silah sesinde o çocukların evlere, mevzilere nasıl koşturduğunu, koşarken düşenlerin nasıl yerlerde sürüklendiğini, nasıl hıçkıra rak ağladıklarını gördünüz mü hiç?

Bu gün yaşanan olayların, ilk olduğunu mu sanıyorsunuz?

Bunları yapmadı ve yaşamadıysanız eğer, orası hakkında bildiklerinizin hiç bir kıymeti yoktur efendiler. Affedersiniz bu kadar net konuşmak istemezdim ama ne yazık ki sabrım tükendi artık. Siz oturduğunuz ceylan derisi koltuklarda belki farkında değilsiniz, belki de umurunuzda değil ama orada görev yapan insanların öncelik sıralarında, ailelerinden önce vatanları geliyor, yeminleri geliyor. İşte bu yüzden mevzilerini terk edip ailelerinin yanına koşmuyorlar. Biz de onun için koşmadık zamanında görevimizi bırakarak. Yüreğimiz titreyerek bekledik ama görevimizin başında, dağda, hudutta bekledik efendiler, görevimiz bitene kadar bekledik.

Bu insanlar tüm bunlara vatanları için, üstüne el koyup yemin ettikleri bayrakları için katlanıyorlar, sizin başınızın üzerindeki, ama nasıl sağlandığını bile bilmediğiniz “egemenlik örtüsü“‘nün bekası için katlanıyorlar.

Peki , onlar bu şartlar altında görev yaparken siz veya sizden öncekiler bu fedakârlıklara liyakat gösterebilmek için, geçmişte ne yaptınız, Şimdi ne yapıyorsunuz?

Anıtlaştırılan terörist mezarlarının hesabını mı soruyorsunuz?

O cenaze araçlarının görevlendirme emrinde kimlerin imzasının olduğunu mu araştırdınız?

Başbakana güç gösterisi yaparak “uçaklardan ve validen hoşlanmadık, ayrıca dağdakilerden vazgeçmeyiz” diyenlere mi hesap sordunuz yoksa?

Ya bütün kutsal değerlerimize söverek ayaklanan kalabalıklar, onlara devlet’in varlığını mı hissettirdiniz?

Baldırı çıplak peşmergelerden tutun da, Danimarkalısından, Hollandalısından, Rum’undan duyduğunuz her türlü hakaret ve aşağılamaya cevap mı verdiniz?

Roj TV muhabirlerinin nasıl olup ta olaylardan 3 dakika sonra canlı yayın yaptığını mı buldunuz? Bir el bombasının nasıl olup ta o kadar hasar meydana getirdiğini mi, Almanya ile yapılan telefon konuşmasını mı, o kalabalığın nasıl bir anda örgütlendiğini mi, araştırdınız?

Arabası parçalanarak yakıldıktan sonra, şerefsizce ve insafsızca dövülerek komaya sokulan uzman çavuşu mu, evi kurşunlanan polisi mi, okulunda tartaklanıp kovalanan asker çocuklarını mı, araştırdınız?

Bütün bu eylemleri kimin planladığını yada organizasyonu kimin veya kimlerin yaptığını mı, o gün halkı sürüsünü idare eden bir çoban maharetiyle kimlerin idare ettiğini mi araştırdınız?

Hayır, bunların hiçbirisini yapmadınız. Siz ne yaptınız peki?

Sizin farkında bile olmadığınız değerler için orada görev yapan bir astsubay ve bir uzman çavuş bulup, sonra bütün aydıncıklar, sağduyucular, mozaikçiler, üst kimliği, yan kimliği, alt kimliği olanlar ve hatta kimliksizler, sonra dalkavuklar, sendikacılar, susurluk paranoidleri, Soroscular, hülasa ne idüğü belirsiz, ne kadar adam varsa etrafınızda, bila istisna topunuz bir koro nizamında toplanıp, koroyu kimin yönettiğine bile bakmadan-ki ben bundan emin değilim- ” Vurun Kahpeye” konseri verdiniz.

Yanlış şarkıyı çalıyordunuz ama çaldınız, sesler, akortlar, notalar hep bozuktu ama yinede çaldınız, orkestra şefi, “müzik” demişti nasılsa.

Şimdi yapılan araştırmalar neticesinde şu anda bile kuvvetle muhtemel olan sonuç çıkarsa ki bu sonuç, olayların altından terör örgütü ve onunla beraber bazı gizli servislerin çıkmasından doğacak sonuçtur, o vakit ne yapacaksınız?

Allanıp pullanıp önüne çıkarak tek, tek arzı endam ettiğiniz o basına (!) bu defa ne söyleyeceksiniz? Acaba yapacağınız hangi açıklama ile durumu kurtarmaya çalışacaksınız?

Bir açıklamanız var mı efendiler? Daha doğrusu bir “B” planınız var mı?

Ama bana sorarsanız, sizin kafalarınızı böyle şeylerle yormanıza gerek de yok zaten. Zira sizin adınıza orkestra şefi düşünür, besteler, önünüze koyar ve size de yine icra-i sanat etmek kalır ki bu, yani başkalarının bestelerini okumak zaten sizin en iyi yaptığınız şey değil midir? Ne demişler “gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım“.

Yapın efendiler; vazifenizi yapın, hem de gözünüz kapalı yapın. Açarsanız gözünüzü belki Türk Bayrağına sarılı tabutları görürsünüz, ağlayan ailelerini, yetim çocuklarını görürsünüz de vicdanınız depreşir, vazifeniz yarım kalır. Sonra ne der Avrupalı, değil mi?

Hatta bakın ne diyeceğim, asın gitsin o astsubayla uzman çavuş’u, Şemdinli’yi, Yüksekova’yı, Hakkâri’yi de belediye başkanlarına teslim edin, seçilmiştir nihayet atanmış değil. Öyle Vali’ye filan da gerek yok canım, boşa zahmet. Tayin et, beğenmediler değiştir, ne lüzum var efendim. Bir belediye başkanı yeter de artar bile.

Siz de bu arada sanatsal sergiler açın, fotoğraf çekin, resim yapın, medeniyetleri buluşturun, dinlere diyalog kurdurun.

Değil mi ki ateş düştüğü yeri yakar. Ateş sizin yüreğinize mi düştü sanki? Bölen bölsün, satan satsın, Avşar’ı da ayırsınlar, Yörüğü de ayırsınlar, dadaşı da, sarışını da, esmeri de.

Şehirleri, köyleri, mahalleleri hatta ev ev ayırsınlar Türk Milletini, size ne gam efendiler. Siz fotoğraf çekmeye devam edin. Fakat unutmayın ki bir gün sizin de bir fotoğrafınızı çeken çıkar elbet. Ama o fotoğraf hangi salonlarda, nasıl teşhir edilir bilemem. Malum ya yaşlı tarih fotoğrafları çekilip, tozlu sayfalarında bir yerlere asılmış liderlerin, fotoğrafları ile doludur.

“VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”

Oktay Yıldırım kimdir ?

Oktay Yıldırım, Astsubay rütbesiyle Orduya katılmış, Güneydoğu’da yıllarca çarpışmış yiğit ve kahraman bir Türk evladıdır. Kendisi de güneydoğu gazilerinden olan ve üsteğmen rütbesinde iken ordudan ayrılan Hakan Evrensel‘in “Yer Eksi İki” adlı romanında anlattığı gerçek kahramanlardan biridir.

Görevi gereği yerinden ayrılmadan saatlerce buzlu suda kaldığından ayaklarından sakatlanmış ve zorunlu olarak malulen emekli edilmiştir.

Kendisiyle ilgili bilgiyi de Hakan Evrensel vermiştir; Oktay Yıldırım, övünmeyi ve yaptıklarını anlatmayı sevmeyen yüksek bir karaktere sahiptir.

Halen yürüme güçlüğü çekmektedir.

Hiç yorum yok: