Esasında bu da diğerleri gibi bir medya operasyonu idi. Daha doğrusu meyde komedisi.Adamın teki geldi, Danıştay’a girip ortalığı kan deryasına çevirdi ve benim gariban halkım gazete okudu, haber dinledi.
Benim gariban halkımın önüne serilen manzara ne Danıştay ikinci dairesinde 17 Mayıs 2006 günü yaşanan kanlı baskın ve ne de gazeteci gözüyle bu baskının analiz ve değerlendirmesiydi.
Anlatılan şey, her nasıl oluyorsa medyanın önüne her polisiye gelişme olur olmaz serilen bilgi akışı ve ezberletilmiş bir senaryo idi. Böyle olması gerekiyordu çünkü bazı gerçek bulguların, dikkatlerini çekmesi muhtemel gözlerden saklanması gerekiyordu. İstedikleri gibi de oldu zaten, ya dikkat edecek kadar açık bir göz yoktu yahut da olanlar görmemeyi tercih ediyordu.
Adam avukat, eğitimli, bilinçli, soğukkanlı ve son derece seri hareket yeteneğine sahip, ama olabilecek en acemi şekilde yakalanıyor. Asla tek başına gerçekleşmeyecek olan bu saldırı da dışarıda hazır bekleyenlerin kimler olduğu sorusunun ötesinde en önemli soru lojistik destek, nasıl ve kimler tarafından sağlandı?
Bu kadar önemli ve büyük bir soruşturmada nasıl oldu da basına bu kadar bilgi sızdı. Sızan bilgiler soruşturmayı ve dolayısı ile yargıyı nasıl etkiledi?
Ana birlik esas harekâtı icra ederken öyle bir sisleme yaptı ki neredeyse dost kuvvetler birbirlerini vuracaktı, tabii dost kuvvetlerin içinde olan satılmışların, yanlışlık süsü vererek yaptıkları atışlar hariç. O atışlar tam hedeflerini buldu. Yaralanan yürekler yaralandı, akan kanlar aktı.
Adamın cebinden çıkan kart kokteyli özensizce hazırlanmış bir sisleme idi ve bu sis perdesi bizim süper zekâlı(?) hafiyelere öyle bir ilham oldu ki sormayın gitsin. Yazdılar da yazdılar gazelleri. Ama o üzüntünün içinde bizi bile güldürmeyi başaranlar oldu, mesela Yeni Hayat dergisini siyasal İslamcı yayınlar yapan bir dergi, genel yayın yönetmeni Hanefi Altaş’ı da ibda-c yanlısı olarak yazmaları, bunu yazanların hiçbir entelektüel birikime sahip olmadıklarını ispatın ötesinde bizi günlerce güldürdü.
İsterseniz şimdi gereksiz ayrıntılardan uzaklaşıp, her önüne konulanı sorgulamadan ve araştırmadan yazan Türk(?)basınının kendisine sorması gereken soruları soralım kendi kendimize.
* Hiçbir askeri eğitimden geçmemiş bir sivil, nasıl olur da beş el ateş edip hareketli beş hedefte de vuruş kaydeder ki bu poligonda bile son derece zordur.
* Yasadışı yollardan girince bile değeri en az üç bin dolar olan bir silahı edinen saldırgan, neden susturucu kullanmaz.
* Kimlik kartını göstererek içeri girebilen bir adam çıkışta neden paniğe kapılır ve silahına davranır, hâlbuki yine aynı şekilde kimlik kartını gösterip çıkabilirdi.
* Bu saldırının keşif ve kaçırma grupları kimlerdir.
* Silahı temin eden Mardinli M.Ö ile kral lakaplı kişinin ne ilişkisi vardır.
* Bu olayın iptal edilen Riport( Rize uluslar arası liman işletmeleri)ihalesi ile bir ilgisi var mıdır?
* Eğer necip(?)Türk(?) basınının yazdığı gibi bu teknik takip uzun süredir devam ediyor ise neden saldırıya engel olunmadı veya bu saldırı, birilerinin bilgisi dâhilinde göz göre göre mi gerçekleşti?
* Sayın İstanbul valisinin dediği gibi gerçekten teknik takip yapılmadıysa eğer, kıymetli basın bu kadar teknik takip dökümünü ve konuşma listelerini uydurdu mu?
* Sadece bir defa Danıştay’a girerek ikinci girişte bu saldırıyı yapmak imkânsızdır. Bu adamın defalarca buraya girip keşif yapmış olması gerekirken eski video kayıtlarının hesabını kim soruyor?
Bu soruları ve verilemeyen cevapları çoğaltmak elbette mümkün ama sorunumuz bu değil. Sorunumuz, bu senaryoların nerede yazıldığı ve yazılmaya da devam edeceği gerçeğidir.
Büyük bir inat ve kararlılıkla oynanmaya devam eden bu oyunun diğer perdesi açıldı. Şimdi sırada, ayrılıkçı terör ve onun işbirlikçi yardımcı oyuncularının oynayacağı yeni perde var. Bunu tahmin etmeye çalışmak hiçte zor değil ve inanın biraz sonra okuyacağınız ihtimallerden birinin gerçekleşmesi beni asla şaşırtmayacaktır.
Şimdi yeni operasyonlar yapılıyor ve ne hikmetse yine askerlerden kurulu yeni çeteler yakalanıyor. Aynı anda gazetelerde kendilerine kürt diyen ve her fırsatta devlete ve devletin üniter yapısına muhalefet ederek suç işleyen bazı sözde politikacı ve tanınmış simalar servis ediliyor.
Birinci ihtimal; bu medyatik tiplerden bir tanesinin- ki kesinlikle bu PKK sözcülüğü yapan biri olur- bir suikast veya bombalama sonucu öldürülmesi ve ihalenin askerlere bırakılması.
İkinci ihtimal ise; yaşanacak olan bir çatışma sonucu ölü olarak ele geçirilen terörist cenazelerinin kışkırtılması(tecrübe ile sabit ki en ucuza mal olanı bu).
Bu ihtimallerin bir ortak noktası var. Ortada olan oyuncu değişiyor ama ihalenin yıkılacağı aday aynı; askerler.
Muzaffer Tekin mi, O da kim? Vatan mı, bayrak mı, onur mu, onlar da ne başlıklı yazımızda Danıştay olayının hazırlayıcı unsurları olarak saydığımız olaylar, aynı formatta ancak farklı içerik ile yeniden yaşanmaya başlandı.
Nedir bunlar?
* Adı, marşı flaması olan bir (sözüm ona) çete daha yakalandı.
* Krokiler ve yine sözüm ona belgeler bulundu.
* Çetenin hedef listesi bulundu ve içinden Cüneyt Zapsu ve Murat Aksu gibi isimler çıktı.
* Bu isimler çete haberi ile yan yana manşetten verildi ve yine basın, müthiş denecek ölçüde bilgi ile donatılmıştı.
* Ahmet Türk’ün genel af ile ilgili Türk sabrını sınayıcı ifadeleri baş sayfalarda yazıldı ve çizildi.
* Batman DTP teşkilatı başkanının akıl almaz ölçüde cüretkâr ve tahrik edici, tehditlerle dolu konuşması yansıdı ön sayfalara. Adam bölücü başının kürt halkının önderi olduğundan dağdaki teröristleri meclise sokmaya kadar ve hatta geçmişte yaşananların(terörist katliamları mı kastediyor acaba?) bu güne taşınmaması gerektiğine kadar bir sürü ipe sapa gelmez açıklama yaptı.
* Ve tabi ki basına dağıtılan dosyalar, hem de kimliği belirlenemeyen bir kişi tarafından, üstelik te Genel Kurmay nizamiyesinin önünde.
Bence artık bu iş komik olmaya başladı. Bu kadar emin konuşan ve yazan basın sakın yeniden “pardon” demek zorunda kalmasın. O “yakalandı” diye şişirilen belgelerin standart GNH kursu ders notları ve sıradan tatbikat dökümanı olma ihtimali var mı acaba?
Hesap gayet açık ve seçik bir şekilde ortada duruyor. Sahne hazır, dekorlar bile değişmeden sadece oyuncular değişiyor ve sıra terör provokasyonunda. Şu anda “laik-anti laik” grubu yeni senaryoyu ezberliyor ama sahnede “terör-antiterör” oyunu var. Beni bu işte en çok hayal kırıklığına uğratan ise bu sözde çetelerin bir anda yakalanıyor olmaları. Bu yakaladığınız adamlar gerçekten bir çete kurmuş olsalar inanın bana onları asla yakalayamazsınız zira onlar düşman hatları gerisinde görev yapmak için eğitilirler. Kendi vatanlarında ve kendi polislerine bu kadar kolay yakalanabiliyor olmaları inanın son derece uzak bir ihtimal.
Bu olayın da mutlaka başka türlü bir olay olduğu ortaya çıkacaktır, o yüzden peşinen hükümler verip her önünüze konulanı yazmayın efendiler. Gazeteci gibi davranıp sorgulayın, araştırın tabi işinize gelirse. Unutmayın her gördüğünüz sakallı dedeniz olmadığı gibi her gördüğünüz asker de çete değildir. Üstelik her kuşun da eti yenmez.
Türk(?) basınına önemle hatırlatılır, bu oyunun en önemli parçası, bazı gazetecilerin salatalık ve tuz arsında kurdukları şartlanmaya dayalı ilişki ve buna mukabil kendi hareket tarzlarıdır. Şimdi kimlere ne sıfatlar yakıştırıp hangi asılsız bilgileri halka servis edeceksiniz bilmiyorum ama gazeteci sıfatı ile ilgili bir çalışma yapsanız iyi olur zira buna şiddetle ihtiyacınız var. Eğer kâtipliği gazeteciliğe tercih etmiyorsanız.
Tabi es geçmememiz gereken bir de Doğu Perinçek hadisesi var. Adam yazıyor da yazıyor. Yahu aslında bu hayal gücü onu zengin bir film senaristi bile yapabilirdi ama gel gör ki politikacı olmuş.
Kimse bu adama sormuyor mu acaba “sen kimin MİT elemanı olup olmadığını nereden biliyorsun” diye. İnsanlar hakkında bu tip yargılara varmak için elinizde kanıt olması lazım, belge olması lazım öyle işkembe-i kübradan sallayarak olmaz bu işler. Kimse bu adama tıp doktoru diploması olup olmadığını da sormuyor anlaşılan. İnsanların psikolojik durumları ile ilgili bu beyanatları veren bir adam ya ruh doktorudur ya da ruh doktoruna ihtiyacı olan birisidir. Şimdi durum biraz daha sarpa saracak ama ben Zekeriya Öztürk’ü de tanıyorum ruh sağlığı da gayet yerindedir akıl sağlığı da. Gerçi siz 1991 yılında terör örgütü kamplarında bölücü başı tarafından ağırlanırken o ve arkadaşları teröre karşı mücadele ediyordu, belki bu yüzden ona karşı bir sevgisizliğiniz olabilir ama bu kadar da değil.
İnsan atarken bile azıcık usturuplu atar.
Gazetecilerin atmadan, polislerin uydurmadan, bazı politikacılarında yalamadan işlerini yaptıkları bir ülke resmini görmeyi ne kadar özledim bir bilseniz.
“VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”
OKTAY YILDIRIM
03 Haziran 2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder