Blogda Ara

25.08.2008

MUZAFFER TEKİN Mİ? O DA KİM? VATAN MI? BAYRAK MI? ONUR MU? ONLAR DA NE? - Oktay Yıldırım

17 Mayıs 2006 günü Türk tarihine basiretsizliğin ve otoritesizliğin acı bir sonucu olarak geçti.

Bingöl/Kiğı nüfusuna kayıtlı bir avukat elindeki silahı ile elini kolunu sallayarak, Danıştay binasına girdi ve ortalığı kan gölüne çevirdi.



Saldırıda başından vurularak ağır yaralanan Danıştay 2. Dairesi üyelerinden Mustafa Yücel Özbilgin hayatını kaybetti. 2. Daire Başkanı Mustafa Birden ise, Karnından vuruldu. Diğer üyelerden Ayfer Özdemir, Ayla Gönenç ve Ahmet Çobanoğlu hafif yaralı. Kamuran Erbuğa ise saldırı sırasında kendisini yere atarak, yara almadan kurtuldu.

Haber son derece acı olmasına rağmen hiç şaşırtıcı değildi. Ateş ve Hareket tekniği başlıklı yazımızda sahnedeki iki oyuncunun sırayla rol aldığını ve bu iki oyuncunun da aynı kaynaktan beslendiğini yazmıştık.

Kimdi bu aynı kaynaktan beslenen iki oyuncu?

Bir tanesi terör, diğeri ise rejim karşıtlığı, her ikisinin de ortak düşmanı devlet düzeni olduğu halde bazı taşeronlar, daha doğrusu yardımcı oyuncular ve yerli işbirlikçiler tarafından değiştirilen kavramlar da yardımcılarıydı bu oyunun.

Terörün hedefi devlettir fakat ortaya konan oyunlar ile sokaktaki vatandaşın kafasında bu hedefin devlet içinde yapılanmış, gayri kanuni bir yapılanma(derin devlet, çete, vs.) olduğu izlenimini yaratmak ve bu sayede terörü ve teröristleri aklamak için çabalayan bazı basın organları ve bazı siyasiler. Bunlar terör oyununun yardımcıları.

Rejim karşıtlığının da hedefi devlettir fakat yine benzer oyunlarla biri rejim yanlısı diğeri rejim karşıtı gibi görünen ve bu oyuna yardımcı oyuncu görevi ile katılan bazı basın organları ve siyasiler.

Kiminin görevi tahrik etmek kimininki ise destek olmak, bunlar da irtica oyununun yardımcıları.

Tahrik edenler, uygun sebepler yaratmak için bilinçli bir şekilde yayınlar yapar ve beyanatlar verir.

Destek olanlar ise derhal karşıt cepheyi oluşturarak çatışma ortamını yaratır ve geriye oyuncunun sahneye çıkarak icra-i sanat etmesi kalır. Sonrası çorap söküğü gibi gelir.



Şemdinli olayları ile başlayan bu kargaşa sürecinin sonunda görevini tamamlayan ilk oyuncu olan ayrılıkçı terörün, sırasını ikinci oyuncu olan gerici teröre bırakması gerekiyordu.

Ve biz yine “Şemdinli’yi bilmeyen öğrenemeyen var mı?” başlıklı yazımızda demiştik ki;

Siz hala Şemdinli’yi mi konuşuyorsunuz veya bizim Şemdinli’den bahsettiğimizi mi sanıyorsunuz?

Şemdinli’de takılmayın a muhteremler, İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin tüm Türkiye Şemdinli’dir ve Şemdinli tüm Türkiye’dir.

Oyunu oynayanlar sadece Şemdinli’de değil, yurdun her köşesinde oynamaktadır.

Aklımıza gelen başımıza geldi ve oyun bir süre sonra Ankara’da ortay çıktı. Bu aradaki süre boyunca da bir takım gelişmeler oldu.

* Cumhuriyet gazetesi, çok manidar bir yazı karakteri ve üslubuyla ”Tehlikenin farkında mısınız? Cumhuriyetinize sahip çıkın” sloganıyla reklâmlar yaptı.
* Vakit gazetesinin Yargıtay üyelerini baş sayfaya taşıyıp “işte o üyeler” başlığı atmasından sonra Cumhuriyet gazetesinin yayınladığı başörtüsü bağlanmış domuz karikatürü ile bir kesim, hasmane bir cepheleşmeye sürüklendi.
* Süleyman Demirel, bir televizyon programında tüm türbanlı öğrenciler için “Arabistan’a gidip orada okusunlar” dedi.
* Alınan tüm güvenlik tedbirlerine rağmen, aynı gazetenin bahçesine patlangaç atar gibi atılan el bombalarını ve herkes izlerken kaçan faillerini izledik Güvenlik(?) kamerası kayıtlarından.
* Şemdinli provokasyonu neredeyse unutulmaya başlanmıştı ki Danıştay’daki menfur saldırı gerçekleşti.
* Danıştay başkan yardımcısı Tansel Çölaşan, saldırganın “Allah’ın askerleriyiz diye bağırdığını iddia etti.(Daha sonra, saldırıya uğrayanlar tarafından böyle bir şey olmadığı açıklandı)
* Danıştay başkanı Sumru Çörtoğlu yaptığı açıklamalarda üstü kapalı da olsa net bir şekilde hükümeti ve bazı gazeteleri işaret etti.(ben öyle anladım)
* Genel Kurmay Başkanı belki de tüm görev süresi boyunca kurduğu en sert cümleyi kurdu ve şiirin kafiyesi bozuldu.

Ve ikinci oyun başlamış oldu böylece, sonrası çorap söküğü.



Yapılış biçimi ve yeri açısından çok önemli bir eylem olan bu saldırı hakkında tıpkı Şemdinli’de olduğu gibi hemen arkasından konuşmalar başladı. Fakat bu defa yapılan konuşmaların Şemdinli olayı sonrasında yapılandan bir farkı vardı.

İlk etapta göze çarpan M. Ali Şahin’in olaydan yarım saat sonra mecliste yaptığı “sürprizlere hazırlıklı olun” açıklaması idi.

Neydi bu beklenen sürpriz? Yoksa saldırı Danıştay başkanı Çörtoğlunun da ifade ettiği gibi gerici bir terörist eylem değil miydi?

M. Ali Şahin’in sürpriz dediği şey çok yakında ortaya çıkacaktı.

Askerler!

Şemdinli provokasyonu yeterli gelmemiş olacak ki bu eylemin orta yerine de yine askerler çekilmeye başlanmıştı. Ali Kaya ve Özcan İldeniz yıllarca bölücü teröre karşı verdikleri cansiperane hizmetin karşılığını, içine düştükleri hain tezgâh sonucu ceza evinde almaya devam ederlerken, bu kez hedefte bir sembol vardı.

Namusun, erdemin, şerefin ve herşeye rağmen dik durmanın sembolü.

İnsanlığın, adam gibi adam olmanın, asker doğmanın ve bir asker gibi yaşayabilmenin sembolü ki üniforması yokken bir asker gibi yaşayabilmek, birçok üniformalı askerin bile yapabildiği bir şey değildi bu zamanda.

Bu defa hedef Muzaffer Tekin’di. İlk gün paragrafların en sonunda yer alan ismi, ikinci ve üçüncü gün sistematik bir şekilde odak noktası haline getirildi. Dış işleri bakanının ağzından çıktığı iddia edilen bir demeç ise hayatına son verme kararına sebep oldu.

Çünkü Muzaffer Tekin için hayat, şereften sonra geliyordu. Hastanede başucunda iken ”beni bir meczupla aynı kefeye koyamazlar”, diye haykırıyordu kalbindeki bıçak yarasından daha derindeki iftira yarasıyla. “ Benim başıma çuval geçiremeyecekler” diye bağırıyordu.

Sekiz göbek asker olan bir aileden gelen Tekin’in 1974 Kıbrıs barış harekâtındaki efsanevi hizmeti, onu teğmen rütbesinde iken şeref madalyası alan ilk subay yapacak ve onun adını taşıyan bir tepe(Zafer Tepe) ile bu kahramanlığı ebedileştirilecekti.

Halen görevde olan ve birçoğu çeşitli birlik komutanlığı makamında olan öğrencileri için, birlikte görev yaptığı tüm subay ve astsubaylar için namzet olmuştu.

Ayrıca ordudan filan atılmadı. Tuzlada yaşanan olaydan sonra askeri mahkeme beraatına karar verdi, dava askeri Yargıtay’a gönderildi, Yargıtay kararı beklenmeden Yüksek Askeri Şura kararı ile-ki bu karar dörde üç oyla alınmış olup birçok general bu kararın altına şerh koymuştur- resen emekli edildi.

Daha sonra gelen Yargıtay kararı da beraat kararını onaylamıştı. Avukatının tüm ısrarlarına rağmen sırf ordunun manevi şahsiyeti zarar görmesin diye yeniden dava açmamış ve kendisi için meslek değil yaşam tarzı olan askerliği onuruyla terk etmişti. Askerliği meslek olarak görenlerin, bu duruştan bir şeyler öğrenebileceğini umuyorum.

Ben onu tanıdığım her saniyeden gurur duydum ve onu tanıyan başkaları da.



İşte bu adam, çamur atmak ve lekelemek için son derece uygundu çünkü Muzaffer Tekin’in mümtaz şahsiyetine sürülen leke, temsil ettiği değerlere de sürülecekti. Bir taşla birkaç kuş birden vurulacaktı.

Olayların sebeplerinin içinde boğulmadan, sonuçlarına bakılırsa, gerek Şemdinli provokasyonunda ve gerekse Danıştay saldırısında zarar görenlerin askerler ve Türk Ordusunun mücadele azim ve kararlılığı olduğu apaçık bir şekilde görülecektir.

İlk etapta tüm tepkiler hükümete doğru yağarken, gerek kamuoyu nezdinde ve gerekse hukuk önünde, bu olayın faillerinin askerler olarak işaret edilmesi ile yapılacak manevra bu olaydan hükümetin elini güçlü çıkaracak ve seçime daha güçlü girmesini sağlayacaktı.

Sözün özü, kendini milliyetçi ve vatansever olarak tanımlayan herkes bu olaydan yara alacak ve meydan kim bilir, kime kalacaktı.

Yukarıda da söylediğimiz gibi bu saldırının yapılış biçimi ve kullanılan yöntem, verilen mesaj açısından son derece önemlidir. Düşünün, bir hukuk adamı(?) ülkenin ve Cumhuriyetin en önemli sinir merkezlerinden birinde, yargının ve hukukun kalbinin attığı yerde bu saldırıyı düzenliyor ve bu ihale kahraman bir askerin üzerine bırakılmaya çalışılıyor.

Adam diyor ki; senin kalbine, senin dallarından yaptığım çiviyi, yine senin dallarından yaptığım bir çekiç ile çakarım. Mesaj son derece açık ve iddialı bir mesaj olmakla beraber sözde çekici tutan elin seçimi konusunda minik bir hata yapıldı, oyunu üzerine ihale etmek için seçilen bu adam onurlu idi.

Onurlu, kelimesinin anlamını hatırlayan var mı?

Hâlbuki bu operasyon için onursuz bir adam lazımdı. Zira onurlu adam, sizin onu öldürüp tüm suçları üstüne atmanızı beklemez ve kendi hayatına son vermek isteyebilirdi.

Onursuz adam cezasında yapılacak ufak bir indirim için yazılacak her senaryoyu imzalar, onurlu adam ise sonuna kadar mücadele ederdi.

Onursuz adamlar yalnız kalır, onurlu adamların ise sevenleri onun için mücadele ederdi.

Onurlu adamlar, onurlarını hayatlarına tercih ederdi.

İşte yapılan bu minik hata, tüm oyunun bozulmasına sebep olmuştu. Medya önünde yapılan tüm gösterişli ve kendinden emin açıklamalar, iddialar, suçlamalar, linç kampanyaları, yargısız infazlar, hepsi havada kalmıştı. Hazırlanan sürpriz elde patlamıştı.

Anlaşılan o ki bu tezgâhı hazırlayanlarda balık hafızasına sahipti ve verdiği sözü zamanında tutamadığı için hayatına son veren, 57. Alay Komutanı Albay Reşat Çiğiltepe’yi unutmuşlardı.

Bu onurlu davranış yani, intihar girişimi tüm hesapları alt üst etmişti. Şimdi tüm bunların ışığında yukarıdaki tabloyu bir daha gözden geçirin, resim açık seçik ortada değil mi?

İnkâr edilemez bir basın desteği var sonra. Eline kalemi alan yazdı, ağzı olan konuştu. Basının da inkâr edemeyeceği bir bilgi akışı vardı tabi. Daha doğrusu senaryo akışı. Öyle şeyler yazdılar ki ben bile şaşırıp kaldım. Ben bile diyorum, çünkü Muzaffer Tekin’i çok iyi tanırım, hatta o kadar iyi tanırım ki bana “sen benim öz evladımsın” der ve ben de onu manevi babam sayarım.

Yaralandığı günden itibaren de hastaneden ve devamında Ankara adliyesinin önünden ayrılmadık ta ki beraberce İstanbul’a dönene kadar.

Buna rağmen beni bile şaşırttı yazılanlar. Çoğu zaman komik duruma bile düştüler ama onlar için bir önemi yoktu bunun, nasılsa kendilerine hesap soran bir kurum olmadığı gibi hesap verecekleri bir vicdanları da yoktu.



Kendi kafalarına göre örgütler kurup içlerini doldurarak “tespit edildi”, “belirtildi”, “açıklandı” kelimeleri ilen biten cahil cümleler kurdular ve haberler yaptılar. TİT, Ergenekon, TMT, Derin devlet ve daha aklınıza gelebilecek bir dolu saçmalık. Hatta Kızıl tugaylar, İra, Eta, El kaide gibi örgütleri de işin içine sokacaklarını beklemedik değil. Bu bizim aramızda şaka konusu bile olmuştu.

Örgüt evlerinden bahsediliyor, hücre yapılanması iddiaları yazılıyordu. Bir av köpeği burnu ile havayı koklayanlar ise boylarından poslarından utanmadan “neme lazım şayit mayit yazarlar korkusuyla, tanıdıkları halde ben Muzaffer Tekin’i tanımıyorum diye beyanatlar verirken bazıları da hiç tanımadıkları halde “fırsat bu fırsat” mantığı ile,” çok iyi tanırım şöyle oldu da böyle olmadı” türünden açıklamalar yaptılar.

Milli Güvenlik siyaset kitabı evinde bulundu dediler, sizde de olabilir, hemen internetten indirebilirsiniz çünkü o artık neredeyse her sitede yayınlanıyor, adresi de ben mi vereyim?

Yeni Hayat dergisi bulundu dediler, Türk solu dergisi bulundu dediler, bende veya binlerce okurunda da var. Hatta o dergide(Yeni Hayat) yazı yazıyorum. Şimdi ben de çete mi oldum.

Alın size birkaç örnek;

Evrensel; 21 Mayıs 2006

Danıştay’a saldırının azmettiricisi
yakalandı

Danıştay’a ve Cumhuriyet Gazetesi’ne saldırıyı azmettirdiği tespit edilen, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden atılma eski Yüzbaşı Muzaffer Tekin İstanbul Kadıköy’de intihar girişiminde bulundu.

“Bu Haberi yazan adam acaba bu tespiti kimin yaptığını da yazabilir mi?

Güneş- 21 Mayıs 2006

Danıştay’a saldırının azmettiricisi
yakalandı

Danıştay’a ve Cumhuriyet Gazetesi’ne saldırıyı azmettirdiği tespit edilen, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden atılma eski Yüzbaşı Muzaffer Tekin İstanbul Kadıköy’de intihar girişiminde bulundu.

“Aynı soruyu bu gazeteci(?) arkadaş’a sorsak bize kimin tespit ettiğini söyleyebilir mi?”



Yeni Şafak–20 Mayıs 2006

Alparslan Aslan’ın Cumhuriyet gazetesinin bombalanması ve Danıştay saldırısından önce sık sık eski Yüzbaşı Muzaffer T. ile görüştüğü ortaya çıktı. Grubun lideri olduğu düşünülen Muzaffer T. her yerde aranıyor

1980 yılında ordudan ilişiği kesilen yüzbaşının bir süre Aydınlık Türkiye Partisi (ATA) Ocakları ile yakın ilişkisinin bulunduğu, çevresinde ülkücü-ulusalcı çizgisiyle tanındığı ve Türk Solu ve Türkeli Dergilerinde yazı yazdığı öğrenildi. Bir ara fuel-oil ticareti yapan ve İstanbul'da olduğu sanılan Muzaffer T'nin yeni yapılanmanın lideri konumunda olduğu ve Alparslan Arslan ile diğer elemanlar arasında koordinasyonu sağladığı belirtiliyor.



“Bu gazetenin istihbarat şefi “kim belirtti?” sorusuna ne cevap verir acaba”

Türkiye; 21 Mayıs 2006 Pazar

Kilit adam yakalandı

İSTANBUL, ANKARA - Danıştay’a yönelik silahlı saldırıyla ilgili aranan ve ‘kilit isim’ olarak nitelendirilen ve saldırgan avukat Alparslan Arslan’ı azmettirdiği ileri sürülen Muzaffer T. dün yakalandı.

Zaman- 20 Mayıs 2006

Çete lideri yüzbaşı Muzaffer Tekin yakalandı... Danıştay'a düzenlenen hain saldırıların azmettiricisi olarak aranan Emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin, Kadıköy'de yaralı olarak ele geçirildi.

Yüzbaşı kelimesinin cümle içinde dahi olsa büyük harfle yazılacağını bilemeyecek kadar dil bilgisi sahibi gazeteciler(?), masum bir vatan kahramanına çete lideri demesini biliyordu ama bu hükme nasıl vardıklarını biliyorlar mıydı acaba? Ve manşetler atılmaya devam ediliyordu.

Bugün–21 Mayıs 2006

YÜZBAŞI TEKİN,YAKALANDI
“Komplo Çetesi”nin lideri eski yüzbaşı Muzaffer Tekin’in yakalanacağını anlayınca intihara teşebbüs etmiş olabileceği ya da bıçaklandığı sanılıyor
Danıştay’a saldırının azmettiricisi olarak aranan eski ordu mensubu yüzbaşı Muzaffer Tekin dün İstanbul-Kadıköy'de yakalandı
Tekin, yaralı olarak götüldüğü hastanede gözaltına alındı
Danıştay suikastçisi avukat Alparslan Arslan'ın ifadesi üzerin azmettirici olarak aranan Tekin, bıçakla göğsünden yaralanmış olarak götürüldüğü özel Acıbadem Hastanesi'nde gözaltına alındı.

Alparslan Aslan, ifadesinde özellikle Muzaffer Tekin ile bir ilişkisi olmadığını vurgulamıştır. Bugün gazetesine ayrı bir ifade mi verdi yoksa? Cumhuriyet savcısının aldığı ifade de böyle bir şey yok ise bu bahsedilen ifade hangi ifadedir?

Star 21 Mayıs 2006

ÇETE ÜYELERiNiN KÜRE BAĞLANTISI ORTAYA ÇIKTI
DANIŞTAY’I kan gölüne çeviren Avukat Alpaslan Arslan’ın içinde yeraldığı çetenin, kamuoyunda ‘Sauna’ çetesi olarak bilinen ‘Küre Operasyonu’ zanlıları ile bağlantısı ortaya çıktı. Soruşturmayı yürüten polis ile MİT, ilginç bağlantıları ortaya çıkardı. Çete lideri olmakla suçlanan ve dün İstanbul’da intihar girişiminde bulunan TSK’dan atılma Yüzbaşı Muzaffer Tekin ile Küre soruşturması kapsamında tutuklanan özel kuvvetler komutanlığında görevli Yüzbaşı Levent Nuri Bozkır ve polislikten atılan eski komiser Tamer Topsakal’ın bağlantılı olduğu tesbit edildi.



“Peki bu tespiti kim yaptı, utanmasanız kızıl tugaylar ile dahi bağlantı kuracaksınız”

Sabah

Azmettirici yaralı olarak yakalandı
Danıştay 2. Dairesi üyeleri ve Cumhuriyet Gazetesi'ne yönelik saldırı olaylarıyla ilgili yürütülen soruşturma kapsamında olayların azmettiricisi olarak aranan Muzaffer T, bıçakla yaralı olarak getirildiği hastanede kimlik kontrolü sırasında yakalandı.

Bu haberi yazmak için seni kim azmettirdi diye sorsak ne cevap alırız acaba, maaş çeki olabilir mi?



Aslında daha fazla örnek yazılabilir ama diğerleri de ne yazık ki şu an sizlerin gözleri önüne serilen “Türkiye’de gazetecilik” isimli bu tabloya ancak küçük katkılar sağlayabilir. Resim ortadadır.

Muzaffer Tekin hakkında bir tek kelime gerçek veya resmi bilgi sahibi olunmadan yazılan bu yazılar, zavallı Türk basını’nın içler acısı halinin yansımasıdır.

Şimdi, “belirtildi”, “açıklandı”, “tespit edildi” kelimeleri ile biten bu iddiaları yazanlara;

- Yahu kim belirtti?

- Kim açıkladı?

- Kim tespit etti? Sorularını sorsak bir tanesi bile adres veya isim söyleyemez. Falan yetkili şunu dedi de biz de yazdık diyemez. Bunun adı ne olur o zaman biliyor musunuz? ASILSIZ HABER.

Asılsız haberleri kimler yapar biliyor musunuz?

Biliyorsunuz… Bazı gazeteciler(?)



Oysa çıplak gerçek ortada duruyordu, Muzaffer Tekin masumdu. Televizyonlarda gövde gösterisi yapan efendilerine bu yanlış bilgileri aktarıp sonra tüm bu iddia sahiplerinin tükürdüğünü yalamasına sebep olanlar acaba şimdi efendilerine “çete lideri “ olarak kimi servis edecekler?

İbrahim Şahin’i tanımak suçsa eğer onu tanıyan herkesi sorguya mı alacaklar? Bende tanıyorum İbrahim Şahin’i ve çok ta severim, şimdi biz çete mi olduk?

Herhangi bir mahkemenin “İbrahim Şahin ile arkadaşlık kurulmayacak” diye bir kararı mı var? Yahut arkadaş olmak için savcılıktan muvafakat belgesi mi alınması gerekiyor?

Bu nasıl hastalıklı bir düşünce yapısıdır böyle? Bunu anlayabilmek mümkün değildir.

Gazeteci araştırır, merak eder, sorgular her önüne konulanı yazmaz, her salatalığa bir avuç tuz alıp koşmaz. Pardon, biraz amiyane oldu ama yapılan saldırıya iştirak edenlerin layığı budur.

Başa dönmek gerekirse, iki oyuncudan bahsetmiştik. Gündemi işgal eden ve cambaza bak kumpanyasının kadrolu iki oyuncusundan. Türk kamuoyu Şemdinli ile başlayıp devamında Danıştay saldırısı ile sahnelenen bu oyunu izlerken, borsayı şişiren ödünç para gitti. Döviz ve faizler fırladı. Ama olsun duble yollarımız elimizde kaldı, bereket ki onlar sökülüp götürülecek şeyler değil.



Sonuç olarak elimizde Şemdinli’de başlayıp Danıştay da biten(?) bir olaylar dizisi var. Her iki olayda da Askerler suçlanmakta, terör yanlıları aklanmaktadır.

Biz bu olaylar dizisinin devam edeceğini tahmin etmekte hiç zorlanmıyoruz ama bizi yönetenler dağın arkasındaki gerçek düşmanı ve bu oyuncuların azmettiricilerini veya bir sonraki oyunu tahmin edebiliyorlar mı?

Bu millet onlara bunun için oy verdi, maaşlarını bunun için ödüyor. Eğer hala bir tahminleri yoksa bıraksınlar da tahmin edebilecek birileri yapsın bu işi. Tahmin ediyorlarsa eğer neyi bekliyorlar.

Ben bazı siyasilere ve hatta bu dava sürerken ellerinde hiçbir kanıt olmadan Muzaffer Tekin hakkında suçlayıcı ve talihsiz beyanlar verenlere daha sonra “ben demedim” diyenlere bile bir mesaj vermek istiyorum; lütfen o suçladığınız adamı tanıyınız. Gelip bir çayını içiniz, biraz sohbet ediniz, belki bir şeylerinden etkilenir ve kim olduğunuzu hatırlarsınız, zira ben onun sahip olduğu onurun ve Türk duruşunun en azından bir kısmına sahip olabilmenizi çok isterdim.

Muzaffer Tekin mi? O da kim, tanıyor musunuz?

Vatan mı, bayrak mı, onur mu, onlar da ne? Biliyor musunuz?


“VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”

OKTAY YILDIRIM

28 Mayıs 2006

Hiç yorum yok: