Beraatından mütevellit, zil takılıp oynama kıvamında bir yazı okudum, Perihan Mağden imzalı. Hakaret, aşağılama, saç saça ve baş başa üçüncü sınıf mahalle kavgası üslubu ile yazılmış, yazı(k) olmuş dergiye. Renkli ve kuşe kâğıttan sayfalarına hönkürülülerek, salya sümük böğürülerek yazılmış bir yazı. Bir dergide, evet bildiğiniz dergi, 1,5 YTL değerinde ve satış fiyatının maliyetini nasıl kurtardığını(?) anlayamadığım haftalık bir dergide.
Madam Mağden’e cevaptır;
15 küsur yıldır süren ve binlerce can alan bu terörist saldırılara karşı tavır almamak, vatanı savunmamak ihanetinin, insani veya hayvani bir vicdana dayandırılarak savunulması ve toplumun bunun için ikna edilmeye çalışılması en hafif ifadeyle vicdansızlıktır. Ama bir dakika, vatan sizin için bir şey ifade ediyor mu? Va-tan.
Hayır madam Vatikan demedim, Vatan dedim.
Neyse boş ver.
Madam Mağden’e cevaptır;
Soyadını Atatürk’ün verdiği M. Esat Bozkurt’un Cumhuriyetin savcıları için biçtiği bir sorumluluk vardır ve umarım cumhuriyetin savcıları bu sorumlulukla hareket ederler. Çünkü Meriç kıyısındaki çiftçinin kaybolan sabanından, Bingöl’ün dağ köyündeki çocuğun nafakasına kadar sorumlu olduğunun bilincinde olan her savcı, bu ülkede vergi ödeyen her vatandaşın mağdur olduğu konuda dava açabileceğini veya müdahil olabileceğini bilir. Avrupa Birliği uyum sürecine karşı olan ve buna ayak direyen savcıların ve hâkimlerin varlığı, hala Atatürk’ün tam bağımsızlıkçı duruşuna ve fikrine sahip yargı mensuplarının yetiştiğini gösterir ki bu son derece sevindirici bir durumdur madam.
Düşünce özgürlüğüne gelince, gerçekten bunun sadece sizin ve sizin gibiler için istenen bir özgürlük olmadığına emin misiniz? Mesela bir yazarın çıkıp ta size tecavüz etmenin veya sizi öldürmenin ne kadar zevkli ve insani bir şey olduğunu yazması da sizin bakış açınızla düşünce özgürlüğü kapsamına giriyor mu? Böylesi hayvani bir hissin dile getirilmesi konusunda da “ne olacak canım, sadece düşüncesini yazmış.” Der misiniz? Veya başka bir yazarın birileri sizi öldürürken, gasp ederken, çantanızdan tutup arabanın arkasında sürüklerken müdahale etmeyip seyretme eylemini “ vicdani tarafsızlık” olarak yorumlaması ve bunu yazması da sizin düşüce özgürlüğü kapsamınıza giriyor mu?
Efendim, duyamadım!
Ama ne deseniz haklısınız, bu topraklarda düşünce özgürlüğü yok. Değilmi ki siz, vicdansız, bencil ve erdemsiz bir korkaklığı özendirip ululadığınız yazınızdan dolayı mahkemeye verildiniz ve beraat ettiniz, şimdi de kalkıp mutasyona uğramış kaleminiz ile hönkürüyorsunuz. Hâlbuki sizi hedef alarak yapılan bir tecavüzü(hukuki anlamdadır ne kadar istekli olursanız olun başka anlamlar çıkmaz) def etmek maksadıyla müdahale etmek yerine, oturup seyretmenin zevkini ve insani bir hak olduğunu yazan bir yazar “suç işlemeye teşvik etmek” suçundan cezalandırılırdı. Oysa birbirlerine o kadar yakın örnekler ki, hatta ikinci örnek daha hafif zira bir ulusa karşı değil bir kişiye karşı işlenecek olan suçu teşvik ediyor. Bu açıdan bakınca düşünce özgürlüğünün düşünülen şeye bağlı olarak ne kadar değişken olabileceği ve sınırlandırılması gerektiğini düşünüyor musunuz?
Düşünmek madam, düşünmek, tanıdık geliyor mu?
Ve madam, yüz karası olmak kime karşı yüz karası olunduğuna göre değişir. Eğer kalemşörlüğünü yaptığınız AB-D’ye karşı bir yüz karalığı ise bu hiç endişe etmeyin onların yüzleri sizinkinden daha karadır. Yok, eğer tarihe ve Türk ulusuna karşı bir yüz karalığı ise kastınız o konuda da endişe etmeyin zira tarih bu gün bile Cenap Şahabettinlere karşı Ali Kemallere ve Rıza Tevfiklere karşı Yakup Kadrileri, Ziya Gökalpları ve Falih Rıfkıları aklamıştır. Size de tarihin tozlu sayfalarında hak ettiğiniz ve layık olduğunuz yer, verilecektir.
Etrafınızdaki insanlardan, onların size karşı veya sizin onlara karşı hitaplarınızdan bir alışkanlığınız olabilir mi bilmiyorum ama kullandığınız “zibidiler” kelimesinin sizin alışkanlıklarınız ve kulak aşinalığınız ne olursa olsun son derece çirkin bir kelime olduğunu hatırlatmalıyım. Üstelik sizin davanıza müdahil olarak katılma talebinde bulunan grup, beş gazi, iki şehit annesi ve dört avukattan oluşuyordu ki bu insanlarla karşılaştırınca zibidilik makamının kime daha çok yakışacağı sorusuna yine siz cevap vermelisiniz. Kendinizi, bu vatan için canlarını vermiş evlatların anneleri ile kahraman gazilerle ve avukatlarla kıyaslayıp bu “zibidi” sıfatının size mi, onlara mı daha çok yakıştığını hem kendi okurlarınıza ve hem de tüm kamuoyuna beyan etmelisiniz.
Belki okur sayınız, bu dürüstlüğünüz karşısında daha da artar.
Madamın anlamakta güçlük çektiği konuyu, yani ne hakla davasına müdahil oldukları konusunu anlayabileceği kadar uygun bir dille anlatabilir miyim bilmiyorum ama deneyeceğim. Kısaca madam, onlar evlatlarını, kollarını bacaklarını vermek pahasına savundukları bu ülke için herkesten aynı fedakârlığı bekleme ve isteme hakkına sahipler, bu ülkede askerlik yapmış herkes de ve dahi ben de sahibim ve sizin bu borcun ödenmesini önlemek için gösterdiğiniz cansiperane çabaya karşılık müsaadenizle bizim de dava açma ve müdahil olma hakkımız vardır. İşte anlayamadığınız, bu hukuki hakkın kullanılmasıdır. Çünkü onlar bu vatan için evlatlarını verdiklerinde, evlatları size dava açmasından şeref duyduğunuz Türk Genel Kurmay’ının emrinde idiler ve siz bu ülke halkını aynı Genel Kurmay’ın emrine girmemesi için teşvik ediyordunuz. Yeterince açık mı?
Üstelik onlardan hiç biri oraya sizin gibi madam, son model ve bilmem kaç yüz milyarlık arazi araçları ile gelmedi. Akbil ve belediye otobüsü kullandılar. Hiç birisinin bir yerlere bastıracak parası yok. Polis konusuna gelince haksızlık ettiğinizi düşünüyorum madam, zira oradaki çevik kuvvet neredeyse parfümünüzün markasını tespit edecek kadar yakın duruyordu size. Çünkü bazılarının burunlarını tutarak uzaklaştığını ben gördüm.
İnsanların isimlerinin önünde ne gibi ünvanlar olduğu çok mu önemli? Benim adımın önünde unvan filan yok, hiçbir yerin başkanı veya lideri değilim. Üstelik topu topu birkaç kişilik bu “hakaret etmeyi yazarlık zanneden kompleksli yazıcılar topluluğuna “ karşılık çıkıp bu toplumda var olduğuna inandığım gerçek sanatçıların “ne yazarı”, “ne yazarlığı ULAN” diye tepki göstermiyor oluşu, fındık veya üzüm için gösterilen tepkinin yarısının şehitlerimiz için gösterilmemesi, bu duyarsızlık ve vurdumduymazlık olduğu sürece adlarını yazar koyan sizin gibi yaşam formlarıyla uğraşmak bize müstahak.
Sadece kendisi için özgürlük isteyen hastalıklı zihinler var, belki tanıdık gelir size. Mesela düşünün ki ben bir roman yazdım ve romanımın içinde ki hayali bir şahsiyet zatınıza sövdü saydı (daha doğrusu sizin tüm yazınız boyunca sergilediğiniz üslupla dümdüz gitti demek daha doğru olur). Siz dava etmez miydiniz madam? “Aman canım nasıl olsa hayali şahsiyet, gitsin ana avrat ne olacak. Sanat bu sanat” der miydiniz? Aslında bu tarih sizin gibilere yabancı değil ilk değilsiniz ve ben eminim ki son da olmayacaksınız. Fakat her dönemde karşınızda birileri olacak. Bakın İstanbul’da Sevr muahedesine göre son askeri kıtalar terhis edilip subayların büyük bir kısmı açığa çıkarılırken bu hadiseyi kutlar mahiyette bir makale yazan Cenap Şahabettin’e Yakup kadri nasıl cevap veriyordu;
Şu içinde bulunduğumuz çıkmazda kalem sahiplerimizden bazılarının vatani vazifelerini görmek şöyle dursun gerek bilerek, gerek bilmeyerek daima vatanın menfaatleri zıttına hareket günahından kurtulamadıkları aşikardır. Bu milletin silahlı kısmı tam yüz yıldan beri, durmadan, aydın olduğunu iddia eden bir zümrenin isyan ve hatalarını kendi bileğinin kuvveti ve kendi göğsünün kanıyle düzeltip temizlemekten başka bir şey yapmıyor. Biraz önce de dediğimiz gibi kime söz söyledikleri ve ne için kalem oynattıkları bir türlü anlaşılamayan bu zümrenin halkın ruhuna ve vatanın mukadderatına sahip çıkmaya kalkışması bir nevi gasıplık değil midir? Bizce böyle bir hakka malik olabilmek için önce buna hak kazanmak lazım gelir.
Aslında kalem bir çatlak saz ve söz bir uçucu havadadır, ona bir çelik kuvveti ve buna bir ateş tesiri veren şey o kalemi tutan elle bu sözü söyleyen ağızdır. Fakat gerekir ki, bu el her şıkırdayan keseye uzanan ellerden ve bu ağız her uzatılan lokmaya açılan ağızlardan olmasın; zira, el doğruyu bulmak ve ağız gerçeği söylemek içindir.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu
İkdam gazetesi 24 Şubat 1921
Aslında şaşırtıcı olan yazının konusundaki benzerlik veya yazarların verdikleri cevapların günümüzde hala geçerliliğini kaybetmemiş olması değildir. Şaşırtıcı olan bizim seksen küsur yıldır bu ihaneti bitirememiş olmamız veya bunları bu hale getirecek kadar hoş görülü olmamızdır. Ama beraat ettiğini sanan madam, ulusun yüce vicdanında ve tarih önünde Cenap Şahabettin veya Rıza Tevfik ne kadar beraat etmişlerse o kadar beraat etmiştir. Ve asla endişe etmesin sıradaki hakareti veya aşağılamayı kim yaptı ise onu da mahkemeye verecek ve orada olacağım. Hayırlı akşamlar madam, her kimleri uyutuyor ve bunu kimler için yapıyorsan. Bol sıfırlı maaş çekleri için iyi sabotajlar. Hatırlarsın belki, bu gün 15 Ağustos. Terörün yıl dönümü.
“VARLIĞIM TÜRK VARLIUĞINA ARMAĞAN OLSUN”
OKTAY YILDIRIM
15 Ağustos 2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder