Blogda Ara

25.08.2008

BU YAZININ BAŞLIĞI YOK - OKTAY YILDIRIM

Bu yazının başlığı yok. Bu yazıya başlık atacak babayiğit de yok. Bu yazıya başlık atılır mı hiç, ne diyeceksin. Ne desen uymaz, ne desen yakışmaz. Her gün şehitler geliyor tabutlarla, en son 29 Temmuz’da bir Binbaşıyı getirdiler bayrağa sarılı tabutun içinde.

Annesi “ artık vatan sağ olsun demeyeceğim” diye haykırmıştı vicdanı ve yüreği olan herkesin yüzüne. Vicdansız ve yüreksiz olanlar için değişen bir şey yok ama benim hesabım yüreğinde azıcık Türklük ve vicdan kalmış olanlarla, Duymadınız mı yüreği yanık şehit anasının feryadını?

Niye vatan sağ olsun demedi bu anne bilen var mı? Vatan sağ olsun diye diye elde sağ evlat kalmayacak ta ondan. Vatan sağ olsun da sağ evlat kalmasın diyeceksiniz ama bu gidişle vatan da sağ kalmayacak haberiniz olsun. Duyarsızlık öyle bir noktaya gelmiş ki yas çengiye ve hesap sorma eğlenceye dönüşmüş.

Ve aynı dün ben Zeytinburnu’nda bir sivil arkadaşımla buluştum askeri lojmanların önünde. Buluşmaz olaydım. Ateşin düştüğü yeri yaktığını bilirdim de bu ateş o kadar mı uzağa düşmüştü. Adil Karagöz bir askerdi nihayet ve Zeytinburnu askeri gazinosunda çengi çaldırıp, göbek atanlar da askerdi. Yas tutmak zor gelebilirdi ama bari çalıp oynamasaydınız.

Başkaları çalıp oynayabilirdi ama siz taraftınız, kayıp vermiştiniz, düşman gülecekti siz değil. Düşman oynayacaktı siz değil. Sivil olan arkadaşım bana dedi ki; “yahu bu gün bir şehit var, memleket bunu konuşuyor, sizinkiler böyle yaparsa el âlem ne yapsın?”. Yer yarılsaydı da yerin dibine geçseydim bu lafı duyacağıma. Ama duydum.

Ve ben, tüm yazılarımda millet duyarlılığından bahsediyordum. Elbette onlar da milletin bir ferdi ve millet ne kadar duyarsız ise onların da o kadar duyarsız olma hakları var. Eşitlik anayasal hak nasıl olsa.

Ruhun şad olsun Binbaşım, ruhun şad olsun ben seni andım dün gece. Seni tanımıyorum, seninle beraber görev yapmadım ama sen benim silah arkadaşımsın.

Bu yazıya başlık atılmaz, ne yazsan uymaz.

Sonra adı Altay bir emekli paşam tokat gibi laflar ediyordu. Tokat dediysek, olması gerektiği gibi düşmanın suratında patlayan bir tokat değil, dostun ense köküne arkadan vurulan bir tokat bu. Niye ediyordu bu lafları, kime veya neye faydası vardı? Bilmiyorum, ama ediyordu işte, boştu, lüzumsuzdu ve belki doğru bile değildi ama ediyordu işte. Ağzından çıkanı kulakları duymuş muydu bilmiyorum ama bir sürü hasım kulak duymuş ve fırsatı kaçırmamışlardı. “Ben de” diyordu paşa “hâkimlerin ve savcıların evlerinin yakınlarına bomba attırdım zamanında, meselem mesaj vermekti” diyor, “kendilerine geldiler” diyor. Diyor da diyor paşa. Acep paşaya emekli olmadan önce sorsalardı “bu bombaları sen mi attırdın?” diye yine “evet ben attırdım diyecek miydi?”

Diyebilir miydi? Bence diyemezdi. Çünkü o zaman kaybedilecek rütbe ve makamlar vardı. Peki, şimdi paşa’ya” bu bombaları kime attırdın?” diye soracaklar, o vakit ne diyecek? O da iki tane astsubayın adını mı verecek acaba? Ya da “bizzat ben attım” mı diyecek? Peki, bu doğru olabilir mi? Hadi gelin bir inceleyelim.

Öncelikle olağanüstü hal bölgesinde görev yapan tüm hâkim ve savcılar, genellikle polis veya asker lojmanında kalırlar. Bu lojmanların ise tamamının etrafı çevrilidir ve emniyet unsurları(küçük birlikler) bulunur. Lojman emniyet unsurunun böyle bir operasyondan haberi yoksa bir el bombası en fazla 25- 50 metre mesafeye atılabilir ve bu mesafeden açılacak bir karşılık ateşi ciddi sonuçlara sebep olabilir. Lojman emniyet unsurunun haberi varsa belki yapılabilir ve bu olay kaçınılmaz bir şekilde ertesi gün duyulduğunda çok ciddi bir tepkiye sebep olur. Çünkü herkesin evinde çocukları vardır ve bir çocuğun silah sesinden, patlama sesinden nasıl etkilendiğini gördünüz mü? Ben gördüm. Ve sizi temin ederim böyle bir şey olsa idi gerçekten ana ve baba olan hiç kimse bu hesabı açık bırakmazdı. Dolayısı ile bu bombaların atılma ihtimali ancak sivil bir evde oturuluyor ise mümkündür, o da gazoz ağacı gibi bir şeydir ve asfaltta yetiştiğini gören olmamıştır.

Hadi doğruluğunu geçelim bir kalem de bu lafın edileceği zaman ve zemin uygun mudur? Atını ve itini nallayan herkesin ordu aleyhine yazılar yazdığı bir zamanda, onlara destek olurcasına bu laf edilir mi? Hem de satış fiyatına beş dosya kağıdı bile almanın mümkün olamayacağı kadar ucuz ama on katı fiyatına satsan maliyetini ancak kurtarabilecek bir dergide. Yani maddi bakımdan güçlü demek istedim, yayın politikasını da hiç konuşmuyorum. Arif aramaktan bıktım ben. Anlamayan anlamasın.

Peki, paşa durup dururken bu saçma sapan cümleyi niye kursun? Kartal olup Engizek’lerin tepesinde uçanların kanatlarının, televizyon programlarında kem, küm ederken kırıldığını görmüştük de böylesini görmemiştik. Ne düşündü acaba? Ben böyle dersem millet” ne cesur paşa” der diye mi düşündü? Öyle ise eyvahlar olsun. Ya da………………………….?

Tüm bunları gördükten sonra halkı askerlikten soğuttuğu için hakkında dava açılan Perihan Mağden’in halkı askerlikten soğutmak için sırasını beklemesi gerektiğini düşünüyor insan. Çünkü bu işi, hem de sadece askerlikten değil, askerden ve askerlikten soğutmak için çaba harcayarak yapan o kadar çok adam var ki?

Bilerek veya bilmeyerek ama neticede bunu yapıyorlar. Ve sizde bilirsiniz ki; belli bir makamdan sonra ihmal veya boş boğazlık sonucunda verilen zararlar “pardon” denilerek düzeltilmez ve bu tür hatalar neredeyse ihanet ile aynı şeydir.

Gerçek bir asker gibi davranıp öyle konuşmayanların bırakın eleştirmeyi, özür bile dilemesi gerekir. Çünkü askerden ve askerlikten soğutma konusunda Perihan Mağden solda sıfır kalır, yukarıdaki örneklerin yanında. Perihan Mağden’e boş yere kızmayın efendiler, ben de sizin gibi kızdım, hala kızgınım ve tepkimi göstermeye devam edeceğim, ÇÜNKÜ BEN GERÇEK BİR ASKERİM. Perihan Mağden, maden mi gerçekten bilmiyorum ama sizler cevhersiniz(?).

Bunları yazmak zarar verir mi peki?

Belki bazı şeylerin düzelmesi için birilerinin zarar görmesi veya utanması gerekir, çünkü artık kırıklar yen içinde kalamayacak kadar çoğalmıştır.

Bu yazıya başlık yazılmaz dedik, ne yazsan uymaz.

Bekaa vadisinden çıkarak yurduma sızan ve bir sürü vatan evladını şehit eden teröristler silah ve lojistik ihtiyaçlarını hangi ülkeninden karşılıyordu? Oralara seyyar satıcılar mı gidiyordu yoksa. Bu gün yardım etmek için gittiğimiz Lübnan değil miydi onlara kucak açan?

Biz ne yapıyoruz peki şimdi? Lübnan’a asker gönderiyoruz.

Niye?

Lübnan’dan gelen teröristler çok can aldı, çok askerimizi öldürdü, biraz da biz ikram edelim. Az öldük biraz daha ölelim. Ya Karabağ, Musul, Kerkük katledilirken ne yaptık? Hiçbir şey. Şşşşşşt! Bunlar din kardeşlerimiz.

Bir de ön şartımız varmış; ateşkes sağlanacakmış da ondan sonra girecekmişiz. Etkilenmemek elde değil.

Dedik ya bu yazıya başlık olmaz.

Ve gazeteler şartlar süren başbakanımızı, Larry King adında bir Amerikalı program yapımcısının, evet sadece bir program yapımcısının adeta sabır eğitimi verir gibi veya yanaşık düzen eğitimi yaptırır gibi on dakikalık bir program için saatlerce beklettiğini yazıyordu. “Ananı al git dediği adama”, bir dakika katlanamamıştı oysa.

Milli şahsiyetimiz o kadar yara almış ki ne kadar aşağılandığımızın bile farkına varamıyoruz. Bırakın Amerika’yı, Avrupa’yı, Kongo’lu bir bakanı birkaç dakika bile bekletebilir mi bizim bir televizyon programcımız? Üstelik de gecenin ta üçünde.

Derdimiz sadece eleştirmek değil elbet, duruş görmek istiyoruz. Bir askerin durması gerektiği gibi durduğunu, konuşması gerektiği gibi konuştuğunu, bir başbakanın durması ve davranması gerektiği gibi davrandığını görmek istiyoruz. Bir ülkenin durması gerektiği gibi, duruş görmek istiyoruz. Ama göremiyoruz.

İşte o yüzden, bu yazıya başlık atılmaz.

“VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”

OKTAY YILDIRIM

30-07-2006

Hiç yorum yok: