İnternet ortamında günlük haberlere bakarken “Polisin askeri genelgeye isyanı” başlıklı bir haber okudum. Özetle; bir polis müdürünün askerlerin gözaltına alınması ile ilgili sadece hatırlatma niteliğinde ki ( yıllardır var olan bir yasa zaten) genelgeyi öne sürerek ama başka şeyleri kastederek ve bu genelgenin Anayasaya aykırı olduğu gerekçesi ile yürütülmesinin durdurulması için mahkemeye başvurmasını anlatıyor.
Gerekçe olarak gösterdiği şeyler ve verdiği örnekler son derece ilginç. Şahsen ben polis mi savcı mı veya sözcü mü olduğu konusunda bir hüküm veremedim. Hepsi birdenmiş gibi geldi ama en çok sözcü gibi algıladım. Neyin ve kimin sözcüsü olduğunu bu yazıyı okuyanlar teşhis etsin. Veya sözcü olup olmadığına da yine kıymetli okuyucu karar versin. Başvuru evrakının gerekçesi olduğu ileri sürülen ve Ordu İl Emniyet Müdürlüğü Koruma Şube Müdür Vekili Baş komiser Kadir ÖZDEMİR’İN beyanını kelimesine dokunmadan aktarıyorum.
“Bu genelgenin aynı zamanda toplumda adalete olan güven duygusunu sarsacağını, özel teşebbüsü daraltacağını, çetelerin oluşmasına zemin hazırlayacağını, yolsuzluklara ve ekonomik kayıplara sebep olacağını, orduyu halkın gözünde yıpratacağını ve kurumlar arası sürtüşmelere sebep olacağını kaydeden Baş komiser Özdemir, dilekçesinde şunları belirtti:
"Genelge hiç bir kanuna dayanmamaktadır. Genelge konuyla ilgili bütün kanunlara açıkça aykırıdır. Bir esnafın arabasına maddi hasar veren bir askerin alkol raporunun alınamaması telafisi imkânsız bir durumdur. Bir şahsı silahla vuran askeri bir şahsın elinden izin geç alınması ve delil özelliğinin kaybolmasına sebebiyet verilmesi telafisi imkânsız bir durumdur. Bir mağdureye tecavüz eden asker şüphelisinin üzerinden sıvı alınmasını ihmal telafisi imkânsız bir durumdur. Müdahale edilmeyen bombanın patlaması telafisi imkânsız bir durumdur. Geçen her gün bu durumlar doğmaktadır. Çetelerin oluşması, Atabeyler çetesinin varlığı, kitapçıların askeri malzeme ve askeri personelce bombalanması, Danıştay'a saldıranların arkadaşlarının emekli asker olması, evinde askeri malzeme çıkması, Danıştay saldırısından sonra toplumun laiklik tartışmalarıyla bölünerek sokağa taşınmaya çalışılması örneklerine bakıldığında, genelgenin varlığı ülkenin sınırları açısından telafisi imkânsız durumlar doğuracaktır. Kanunlara açıkça aykırı olan bu genelgenin yürütmesinin durdurulmasını ve iptal edilmesini talep ederim".
Ve şimdi soruyorum;
1. Özel teşebbüsün daraltılması ile ne kastedilmektedir?
2. Çetelerin oluşması, yolsuzluklar ve ekonomik kayıpların artmasının sebebi, askerler midir? Onları canınızın istediği her yerde tutuklarsanız bunlar düzelir mi?
3. Meslek hayatınız boyunca esnaf arabasını parçalayan kaç kişi tutukladınız ve bunların kaç tanesi asker olduğu için tutuklanamadı?
4. Failinin askerler olduğu kaç cinayet davasında çalıştınız ve bunları tutuklamakta zorluk mu çektiniz?
5. Kaç tecavüz vakası gördünüz ve bunlardan kaçının faili asker olduğu için siz delil bulmakta zorlandınız?
6. Faili askerler olan kaç bombaya müdahale edemediniz ve bu patlamalar nerede ve ne zaman oldu?
7. Atabeyler dediğiniz oluşum bir çete midir ve bu çete ise asker oldukları için gözaltına alınamamış mıdır?
8. Askerler hangi kitapçıları bombalamıştır? Eğer bu kastettiğiniz olay Şemdinli de yaşanan olay ise mahkeme sürecinin hala devam ettiğini biliyor musunuz? ( bu olayda o iki askerin gerçekten anılan suçu işlediğini düşünüyorsanız, adli ve kriminal bilginize şaşarım zira o iddianameyi satır satır okudum ve “Büyük Türk Milletine Açık Mektup–6” başlıklı bir yazı yazdım okumanızı tavsiye ederim, belki el bombası ile ilgili biraz bilgi sahibi olursunuz)
9. Danıştay’a saldıranların arkadaşlarının emekli askerler olması ile kastınız Muzaffer Tekin ise eğer, iddianamede adı bile geçmiyor. Ve siz şu anda bile itham ediyorsunuz. Deliliniz var mı?
10. Evden çıkan askeri malzeme olarak neyi kastediyorsunuz, bomba, roketatar, patlayıcı madde, yasadışı silah mı, yoksa başka şeyler mi? Bunlar nelerdir?
11. Toplumu, laiklik tartışmaları ile bölmek ve sokağa taşımak örneği derken tam olarak neyi kast ediyorsunuz? Yoksa askerler bunun için de bir genelge mi hazırladı?
Bu soruların cevaplarının tamamını ben biliyorum, Baş komiser de biliyorsa bizi aydınlatsa da şöyle bir aydınlansak. Kopya çekmek veya yardım almak serbesttir Baş komiser, ama emin ol hiçbir kopya bu sorulara senin kastettiğin cevapları bulmanı sağlayamaz. Kurumların arasının açılması konusuna gelince; sence kurumların arası bozulmaması gerekecek kadar iyi mi gerçekten?
Şimdi sizlere, güdümlü gazeteci lafazanlığından ileri gitmeyen iddialardan değil, gerçek bir olaydan bahsedeceğim.
01–08–2006 tarihinde bir trafik kazası geçirdim. Ana yolda seyir halinde iken tali yoldan anayola fırlayan koca bir kamyon ile burun buruna geldim ve ona vurmamak için direksiyonu sola kırınca orta refüj denilen ve yolu ayırmaya yarayan orta kaldırımın üzerine çıktım. Sonuç olarak mutlak ve kuvvetle muhtemel yaralanmalı bir kazadan sadece maddi hasar ile kurtuldum. Sonra arabadan indim ve polisi aradım: kaza saat 13,00 da olmuştu ve 1,5 saat sonra polis teşrif etti. Olayı bizlerden bir defa daha dinledikten sonra alkol testi dahi yapılmadan rapor tutuldu. Bana tamamen haklı olduğumu asli suçlunun tali yoldan ana yola kontrolsüz bir şekilde çıkan kamyon olduğunu söyleyip imza attırdılar. Bu arada kamyon sürücüsünün yalvarmaları esnasında kamyon hakkında üç tane aranma kararı olduğunu ve otoparka götürüleceğini öğrendim. Tam bu sırada gayet iyi giyimli bir bey geldi ve polislere kamyonun üzerindeki yükün sahibi olduğunu söyledi. Ben ise hala tali kusurlu olarak tanımlanmamın gerekçesini öğrenmeye çalışıyordum. Polis bana” siz mutlak olarak suçsuzsunuz ama eğer kamyona çarpsaydınız tali kusurlu bile olmayacaktınız” dedi. “Bu şekilde yapmak zorundayım, çünkü size çarpmamış” dedi. Bana kaza raporunu yarın Ümraniye ilçe Emniyet Müdürlüğünden alabileceğimi artık gidebileceğimi söyledi. Ben de o sırada çekiciye yüklenen arabamı alarak ve kamyondaki malın sahibi ile polisleri baş başa bırakarak gittim. Benden sonra aralarında ne konuştuklarını duymadım ve umarım bundan sonra bu tür konuşmaları hiç duymam.
Ertesi gün;
Sabah saat 10,00 sularında raporu aldım ve şok geçirdim. Ben %60 oranında suçlu bulunmuş idim ve rapor diye imzaladığım o hengâmede de okumadığım şeyin alkol raporu olduğunu gördüm. Üzerinde kazaya sebep olan şahsa ait bir adet telefon numarasından başka hiçbir bilgi olmayan bir rapor ile kalakaldım.
Şimdi soruyorum;
1. Bir gün önce haklı olduğum ve mağdur olduğum kazanın, nasıl oldu da suçlusu oldum?
2. Ben gittikten sonra polisler ve mal sahibi aralarında ne konuştular?
3. Rapor neden ve nasıl değişti?
İşte bu, gerçek bir hikâyedir kıymetli okuyucu. Çok bilen Baş komiserin veya başka bir polisin bu konu ile ilgili yorumu nasıl olur acaba? Benim mi? Elbette bir yorumum var ve sizin yorumlarınızı da duyar gibiyim.
2004 Yılının Temmuz ayında Van Emniyet Müdürlüğünün basılarak gözaltındaki bir şahsın kurtarılması esnasında tokatlanan polisleri hatırlıyorum. Ya da 2006 Haziranında Akepe Edirne Milletvekili Ali Ayağ'ın oğlunun, Şile'de aldığı trafik cezası nedeniyle tartıştığı polisleri ve Mebus babanın, Emniyet Genel Müdürü Aydıner'i telefonla araması sonucunda 4 polisin açığa alınmasını hatırlıyorum Hüseyin Mümtaz’ın yazısından. Sonra diyorum ki acep bu olaylar yukarıda saydığı gerekçelerden ve bu gerekçelerle açtığı davadan daha fazla rahatsız etmedi mi her şeye vakıf(?) baş komiseri? O olaylar ile ilgili de dava açmış mıydı?
Benim geçirdiğim kazada değişen raporu değiştiren gerçeklik ile yukarıda ki tokatlanmalara ve açığa alınmalara sebep olan gerçeklik aynı mıdır? Vicdanı ile cüzdanı arasına sıkışmak deyimini yargı ile ilgili olarak duymuştuk yıllar önce. Burada bu raporun değişmesine sebep olan vicdan mıdır, yoksa……?
Zira bu ülkede askerler asla silahlarını namlularından tutup havaya kaldırarak açız demedi. Maaşları yetmiyordu, çoğu geçim sıkıntısı içinde idi ama kan tükürüp dosta ve düşmana kızılcık şerbeti içtik dediler. Ben havaya kalkmış bazı namlular hatırlıyorum, ya sen kıymetli okuyucu sen de hatırlıyor musun?
Sonra bu rapor nasıl oldu da bir günde şekil değiştirdi diyorum.
Rapora itiraz edebileceğimi öğrendim sonra ve bir avukat arkadaşımla adliye’ye gidip dilekçe yazdım fakat bunun da ortalama bedelinin 300 YTL olduğunu öğrendiğim noktada vazgeçtim. Çünkü adalet mülkün temeli olmakla kalmamış parayı veremeyenin hakkını arayamayacağı, uğradığı haksızlığa bile itiraz edemeyeceği bir hal almıştı ve benim o kadar param yoktu. Haksızlığa uğramak daha hesaplı ve ekonomikti hakkını aramaktan.
İşte kıymetli okuyucu bu an polisin tuttuğu ve hukukun hakkı hakladığı andır. Sen ey çete masalları anlatan ve insanları suçlayan polis, benim başıma gelen bu tamamen gerçek olayla ilgili bir yorumun var mı?
Efendim, duyamadım!
Ama benim için Türk polisini ne sen ve ne de iki gün önce o raporu yazan değil, gerçekten varını bu vatana vakfetmiş ve benim dostluklarından onur duyduğum tanımadıklarım içinde tanımaktan onur duyacağım polisler temsil etmektedir.
Şimdi Baş komiser’e düşen bu iddialarını rakamlar ve istatistiklerle destekleyerek ve benim uğradığım haksızlığa başkalarının uğramamasını sağlayarak vatanına daha iyi hizmet etmenin yollarını aramaktır. Baş komisere, başındakilere ve ne kadar varsa üzerine alınanlara duyurulur, daha önce duymuş olanlara da önemle hatırlatılır.
“VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”
OKTAY YILDIRIM
03–08–2006
Blogda Ara
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder