Hıyar, salatalarda kullandığımız ve turşusunu bulgur pilavı ile afiyetlendiğimiz bir yiyecek olup on, on beş santimetre uzunluğunda bir yaz sebzesidir. Görünüş itibariyle, bilinen anti personel mayınların hiç birisi ile benzeşmez.
Hıyar ile mayın arasındaki ilişki ise Suriye hududumuzda başlar.
Gazetelerin ve internet medyasının yoğun ilgi gösterdiği bir konu olan ve tarıma son derece elverişli olan mayınlı arazi buradadır. Ama bizim fiili sınırlarımız içinde değil, Suriye sınırı içinde kalan bölgede ve Suriyeli sınır köylülerinin kullanımındadır.
Nasıl olur?
Olur, hem de bal gibi olur. Artık hiçbir şeye şaşırmamaya alışmış olan milletimiz, bu duruma da şaşırmamalıdır. Fiili sınır dedim, çünkü hali hazırda sınır olarak kullanılan hat gerçek sınır değildir.
Normal şartlarda ülkelerin sınırlarını korudukları, hudut fiziki güvenlik hattı (eğer varsa) uluslar arası anlaşmalarla belirlenen hudut çizgisinin, yani coğrafi sınırın bir santimetre bile ihlal edilmeden tam üzerinden geçer.
Bu hattın her iki tarafında kalan ülkeler hudut güvenliklerini kendi imkân ve kabiliyetleri doğrultusunda, dost tarafına doğru ( kendi bölgelerinin derinliklerine) tesis ederler. Ancak arazinin topoğrafik durumuna göre savunma ve hudut muhafazası bakımından uygun olmayan yerlerinde bu hat, dost tarafına kaydırılsa bile muhafaza, gerçek hudut hattı esas alınarak uygulanır.
Belli mesafe aralıklarıyla birinci, ikinci derece kara askeri yasak bölge olarak adlandırılırlar ve her bölge için farklı prosedürler uygulanır.
Bu bölgelerin derinliği her iki ülke arasında bir ahitname yok ise kendi makamları tarafından belirlenir.
Merak edenler, 2565 sayılı askeri yasak bölgeler ve güvenlik bölgeleri ile ilgili kanunda ve yine Bakanlar Kurulu tarafından 17.01.1983 Tarih ve 83/5949 numara ile kararlaştırılan askeri yasak bölgeler ve güvenlik bölgeleri yönetmeliğinde bu konu ile ilgili her ayrıntıya ulaşabilirler.
Bizim konumuz ne kanunun ayrıntıları ne de yönetmeliğin, bizim konumuz hıyar ve hıyarın mayınlı sahanın içinde ne işi olduğu.
Açıklamak gerekirse durum şu ki;
Biz hangi akla hizmetle olduğunu anlayamadığım bir şekilde hudut fiziki güvenlik sistemini --ki bu kavramın ne olduğu ve nasıl uygulanması gerektiğini de yukarda adı geçen yönetmeliğin 28'inci ve 29'uncu maddeleri belirler-- önce mayınlı sahayı oluşturup daha sonrada mayınlı sahanın dost tarafından geçirmişiz.
Tekrar ediyorum; Hududu koruyan teller, aslında bize ait olan mayınlı sahanın dost tarafından geçirilmiş.
Bu durumda aslında bize ait olan ve hudut güvenliği adına mayınlanan bu topraklar Suriye tarafında ve Suriye'nin arazisi gibi kalmıştır. İşte sözü edilen 1,5 Kıbrıs adası büyüklüğündeki alan bu alandır(257.420.000 metrekare).
Ve ne yazık ki kayıp alandır. Yanlış anlamayın kayıp alan olmalarının sebebi mayınlı alan olmalarından kaynaklanmamaktadır, zira bu arazilerin büyük bir kısmı mayınlı filan değildir. Buralara döşenen T.S.K envanterindeki anti-tank ve anti-personel mayınlar, zaman içinde yağışlardan kaynaklanan toprak kaymaları, kaçakçıların can siperane çabaları ve Suriyeli köylülerin şark kurnazlıları nedeniyle yok olarak muazzam tarım arazilerine dönüşmüştür. Bu şark kurnazlığının adı "anız yangınıdır".
Köylü anız yakmak bahanesi ile gece vakti tutuşturduğu kurumuş otların, döşenmiş mayınları patlatarak verimli bir tarım arazisine dönüşmesini sağlamış ve kullanmaktadır. Hatta Kilis bölgesinde genişliği normal şartlarda ortalama 600 metre olması gereken mayınlı saha, bu yangınlar nedeniyle genel olarak 50-100 metreye, bazı yerlerde ise tamamen sıfır noktasına kadar daralmıştır.
Çok iyi biliyorum ki, Öncüpınar hudut bölüğü bölgesinde Suriyeli çiftçilerin çalışma alanları bizim dikenli tellerimizle başlar. Ve hıyar ile mayının ortak hikâyesinin de başlangıç noktası burasıdır.
Bu hudut öylesine komik uygulamalara sahne olmuştur ki, yazsam belki birçoğunuz inanmazsınız.
Mesela Akıncı köyü camisi vardır.
Fakat bildiğiniz camilerden farkı şudur; camiye Türkiye'den girersiniz, namazı Suriye'de kılar çıkarsınız. Tabii canınız Türkiye'ye dönmek istiyorsa. Çünkü pencereleri Suriye'ye açılır. Hudut fiziki güvenliğini sağlamak için çekilen tel engelleri tam olarak caminin ortasına denk düşmektedir.
Komik olan bu değildir, komik olan; kilometrelerce kare araziyi mayınlı saha diye Suriye'ye bırakırken, tamamen kendi inisiyatifimizle döşediğimiz engellerin kurulumunda gösterilen metraj hassasiyetidir.
Bu yazdıklarım benim gözlerimle tanık olduğum Kilis bölgesindeki hudut taburu sorumluluk sahası olan ortalama 60-70 kilometrelik bir alan için geçerlidir, ama diğer bölgelerinde çok farklı olmadığını anlamak için seyyah olup gezmeye de ermiş
olmaya da gerek yoktur.
Suriye hududu ile ilgili yazacak çok şey var ama hıyarın hakkını yememek adına konumuza dönelim.
Konumuz Kilis, Şanlıurfa, Gaziantep, Mardin ve Hatay bölgelerinde bulunduğu varsayılan veya kâğıt üzerinde varmış gibi görünen toplam 1 milyondan fazla kara mayının yedi yıl içinde temizlenmesi için İsrailli bir şirkete ihale edilmiş olması. Bu tasarı kamuoyunun gündemine geldiği zaman aldığı tepkiyi hatırlamayanınız yoktur herhalde. Bu tepkilerden dolayı ana muhalefet partisinin çıkarılan kararnameleri
Danıştay'a götürdüğünü ve konu ile ilgili davanın hala sürdüğünü biliyoruz.
Ancak AKP Kilis Milletvekili Veli Kaya, Suriye sınırındaki arazilerin mayından temizlenmesine Mardin"den başlandığını ve 7 yılda tamamlanması planlanan işlemin uluslararası bir şirkete ihale edildiğini açıklayıverdi geçenlerde.
Malum basın tarafından yeterince ilgiye, sanırım malum sebeplerden dolayı mazhar olamayan haber arada kaynayıp gitti ancak geride kaynatılamayacak bazı sorular bıraktı ki bu soruların cevapları, bizim geleceğimizi kaynatacaktır.
Evvela bu mayın nasıl temizlenir, bu ne menem bir iştir ki biz yapamayız da gelir eloğlu yapar?
Bahse konu bölgede bir araştırma ve ölçüm yapılarak, gerçekten kayıtlarda geçtiği kadar mayın olup olmadığı belirlenmiş midir?
Eğer var ise Suriyeli köylülerin bu mayınları "ehlileştirip" kendileri için zararsız hale getirmek gibi bir yetenekleri mi vardır?
Bu bölgede mayın temizleme işlemi yapılırken hudut güvenliği nasıl sağlanacaktır? Şu haliyle bile kalbur vaziyetli hudut, o vakit yolgeçen hanı mı olacaktır?
Yedi yıl gerçekçi bir süre midir ve bu yedi yılın sonunda hudut nasıl korunacaktır?
İhaleyi alan şirket, bu işi ne karşılığında yapacaktır?
Bu soruların cevaplarının büyük bir kısmını ben biliyorum, bilmediklerimi ise bu uygulamanın siyasi müsebbipleri biliyor. Ve ben bildiklerimi yazacak bilmediklerimi soracağım.
Cevaplar hıyar ile mayın arasındaki ilişkiyi mi ortaya çıkaracak yoksa hıyarın başka bir ilişkisi mi ortaya çıkacak bu yorumu kıymetli okuyucuya bırakıyorum.
Mayınlardan arındırma işlemi dünyada, askeri mayın temizleme ve insani mayın temizleme olarak iki tanımlama altında ele alınır.
Genel anlamda ilk çağrışım yapan veya bilinen bu işi askerlerin yapması gerektiğidir. Ama maliyet, askerlerin asli görevlerinde meydana gelecek zafiyet ve askeri metotların %80 oranında mayın temizleme veya geçit açmayı yeterli bulması ( ki bu tanrı buyruğu değildir pekâlâ değişebilir ve değiştirilebilir, zira iç güvenlik harekâtında da dünya normları bizim ulaştığımız rakamlar karşısında dumura uğramıştır) insani mayın temizleme kavramını ortaya çıkarmıştır ( bu kavram askeri metotlarla insani metotları ayırmakla, askerlik değer ve standartlarının insanlık değer ve standartlarının dışında ve altında olduğu gibi etimolojik bir yanılsamaya yol açabilir).
İnsani mayın temizleme askeri yöntemlere göre daha yüksek bir başarı oranına %99,6 'ya ulaşmıştır. Birleşmiş milletler kriterlerine göre temizlenen bölgeden siviller istifade edeceği için yapılan temizliğin son derece titiz olması ve devamında bir
kalite kontrol işlemini de öngörmektedir.
Mayın temizleme veya bularak imha etme işi aslında Türk ordusunun hiç yabancı olmadığı bir iştir. Kilis'te görev yaptığım sırada bahse konu mayınlı sahada, mayınların bir kısmını temizleyerek, hudut hattındaki araç yolunu genişletmek üzere görevlendirildim ve bunu birkaç şiş ve bir takımla yaptım. Hatta birlik envanterindekiler eski tip mayın detektörleri olduğu için(yoğunluğa duyarlı) işimize yaramadı ve daha yeni teknoloji ürünü olan, hatta terörle mücadelede de kullanılan detektörler olmadığı için bu işi en güvenilir yöntemle yaptık.
Şiş ile arayarak.
Örnek şiş, Amerikan malı olup muhtemelen Marshall yardımı bünyesinde gönderilen ve benden dahi yaşlı olduğunu tahmin ettiğim alüminyumdan mamul iki parçalı bir şeydi. Alüminyum olması şişin ucu bir şeye dokunduğunda hissetmeyi kolaylaştırmak içindi. Ancak eldeki birkaç adet şiş bütün takımın çalışmasına yetmeyeceği için, aldık elimize ve bir demirciye gittik.
Demirci bize şişin benzerini demirden yapmayı başardı. Oldukça da ucuza mal olmuştu. Üstelik demirden yapılma mayın arama şişleri ile aradığımız mayınlar, mayınlı sahanın bizim sınırımıza yakın tarafında bulunan anti-personel mayınları idi. Yani bulunmaları, küçük olduklarından ve daha az bir basınçla patlama ihtimallerinden dolayı hem daha zor ve hem de daha riskliydi.
Kaldı ki bu mayınlı sahanın geri kalan yarısı kocaman anti-tank mayınları ile döşenmiştir, kör olsanız bulursunuz, üstelik bir insanın ağırlığı o mayını patlatmaya yetmez. Lafı uzatmaya gerek yok, biz bu imkânlarla ve sadece otuz kişi civarında bir kuvvetle( tam olarak sayıyı hatırlamıyorum, belki birkaç kişi eksik veya fazla olabilir) 11 metre genişliğinde bir alanda günde 60-70 metrelik bir ilerleme hızı ile çalıştık. Temizlediğimiz yerde bir tek mayın kalmadı ve çalışma sırasında bir tek kaza olmadı.
İşin bir de başka boyutu var ki bu daha ilginç.
Biz terörle mücadelemizi daima ve yeri belli olmayan bir mayın ve tuzaklama tehdidi
eşliğinde sürdürürüz.
Fakat bildiğim kadarı ile bu zamana kadar hiçbir yerli veya yabancı şirketten "siz şu mayınları temizleyin, biz terörle mücadele edelim" diye hizmet veya teknik destek alınmadı. Şimdi ne değişti. Üstelik adı geçen bölgedeki mayınların her ne kadar yerleri değişse de alan olarak belli.
Gelelim eloğluna, eloğlu da bu mayınları bulmak için T.S.K envanterinde bol miktarda bulunan detektörleri kullanacak.
Define avcılarının bile yerin yedi kat dibindekileri gördüğü sistemlerin üç otuz paralara satılacağı kadar teknolojinin geliştiği bu dönemde Mars'tan özel alet getirmeyeceklerse tabi.
Ne kadar ilkel olursa olsun, en güvenilir yöntem olduğu için mutlaka şiş kullanacak. Buldukları mayınları bizim de çok iyi bildiğimiz basit yöntemlerle imha edecekler, gözlerinden ışın çıkararak veya kıçlarından elektrik çıkararak imha etmiyorlarsa tabi.
İş makineleri kullanarak yüzeyi belli bir derinlikte kazıyarak çıkan toprağın içinden aramakta bir yöntem veya ağır buldozerlerle veya mayın patlatma araçları ile aramakta. Tüm bunları pekâlâ biz de yapabiliriz. Bunun için maliyet araştırmaları,
stratejik sakıncaların maliyet üzerindeki etkisini ve alternatif yerli çözümler düşünmek gereklidir.
Gelelim gerçekten belgelerde geçtiği kadar mayın olup olmadığına ve detaylı bir araştırma yapılıp yapılmadığına.
Demiştim ya bildiklerimi söyleyip bilmediklerimi soracağım. Sayın iktidar, gerçekten oraya bir mebus, bir bakan, bir heyet, bir ilgili yolladınız mı?
Ben bildiğimi ve görev yaptığım bölge içinde bizzat gördüklerimi söyleyeyim asla belgelerde yazıldığı kadar mayın çıkmayacaktır. Çünkü yoktur, tarladır oralar şimdi hıyar tarlası.
Hıyar vardır ama hıyar da kayıtlarda geçmemektedir. Şu halde ortada bir hıyarlık vardır. Bu hıyarlığa en son muhatap ise, mayınları ehlileştirebildiklerinden dem vurarak, bizi ağlanacak halimize güldüren, bedava toprak üzerinde yaptığı tarımla
kendisine ve ülkesine katma değer kazandıran şark kurnazı Suriye köylüsü ve yetkilileridir. Öbür muhatapları her kimlerse durumdan anlasınlar artık.
Gelelim en önemli konulardan birine Hudut güvenliği.
Bu arada AKP Kilis milletvekilinin "Yapılan uluslararası anlaşma ile 7 yıl içerisinde Suriye sınırındaki tüm mayınlar kaldırılmış olacak. Biz mayınların kaldırılma işinin Kilis"ten başlanmasını arzuladık. Ama olmadı. Sonuç itibariyle mayınlar temizleniyor. 1.5 Kıbrıs Adası büyüklüğündeki bir araziyi tarıma kazandırmak Türk ekonomisine büyük katkı sağlayacak. Mayınların verdiği zararlardan dolayı eli kolu kopan binlerce insanın dramı filmlere dahi konu olmuştur. Yörede mayından ölen ve sakat kalanlar için türküler yakılmıştır" (İHA)
açıklamasını yazmalı ve söz verdiğimiz gibi sormalıyız muhtereme; Mayından eli kolu kopan, sakat kalan ve türküler yakılıp, filmler yapılan insanlar vatanı savunurken mi mayına basmışlardır da mağdur olmuşlardır? Yoksa kaçakçılık yaparken, yasadışı yollardan hududu geçmeye çalışırken mi basmışlardır mayına?
Yasadışı yollardan hududu geçerek kaçakçılık yapan adamın(ki teröristlerde aynı yollarla geçiyor hududu) memlekete faydası mı vardır zararı mı?
Uyuşturucu hangi yollarla ve en çok nerelerden girmektedir memlekete? Adı geçen bölgede son on yılda yakalanan "asit an hidrit" ve muhtelif uyuşturucu madde miktarı konusunda Sayın mebusun bir fikri var mıdır? Kaçakçılıktan kazanılan paranın (Suriye'de) terör örgütüne bir katkısı var mıdır veya bu kaçakçılık işini kim organize etmektedir?
Bence Sayın Mebus bu soruların cevaplarını vermeden "mayına basanlara için ağıt yakmasın", yanlış anlaşılabilir zira.
Her neyse konuya dönelim, hudut güvenliğine. Son yıllarda kullanılmaya başlanılan termal kamera sistemleri ile eskiye nazaran daha iyi olmakla beraber yetersizdir ve zaten adamı hudutta yakalasanız bile "pasaport kanununa muhalefet" suçu ile suçlanmakta ve ertesi gün sizinle Kilis sokaklarında karşılaşıp selam vermektedir.
Hal böyle olunca biz mevcut halde bile olması gerektiği kadar güvenliği sağlayamamışız, bir de bilmem nerenin mayın arama şirketine bağlı hariçten gazel ordusu hududa yerleşirse, iki taraf arasında tarifeli seferler başlar bilesiniz. Ve unutmayınız ki kalbura dönmüş hududun en sadık müdavimleri ise terör örgütünün üst düzey yöneticileridir.
Yedi yıl gibi bir zamanın bu bölgeyi arındırmak için gerçekçi bir süre olup olmadığını ve bu hizmet karşılığının, ilgili firmalara nasıl ödeneceğini ise bu kadar laftan sonra bir zahmet biri çıkıp anlatırsa "hah işte bak, bizde de ilgili sıfatlı birileri varmış" diyebiliriz. İlgili ile bilgili arasındaki uçurum büyümeden lütfen biraz ilgi ve kamuoyuna bilgi.
Hudut ile ilgili sorunlar yazmakla bitmez çünkü bu zamana kadar yapılması gerekip yapılmayan çok şey var.
Mesela birinci derece kara askeri yasak bölge kapsamındaki yerler kamulaştırılmış mıdır? Kamulaştırılmadı ise sebebi nedir? Hudut hattı çizilirken Suriye'de kalan insanların Türk tarafında kalan toprakları için bir kira bedeli ödemekte miyiz?
Aynı şekilde Türk tarafında kalan vatandaşlarımızın Suriye'de kalan toprakları için Suriye bir kira bedeli ödemekte midir?
Hudutlarda serbest ticaret bölgeleri tesis etmenin kaçakçılığın önüne geçeceği en azından azaltacağı bilinmekle beraber neden bu uygulamanın yapılması bu kadar gecikmiştir?
Biz bu hudutlardaki mayın temizliği işini petrol yasası ile birlikte mi düşünmeliyiz? Hesap böyle miydi yoksa? Önce hudutlarda mayın temizliği, sonra petrol yasası.
Fazla uzatmaya gerek yok kıymetli okuyucu, anlayan anladı zaten hıyarı da yazdık mayını da. Geleceğimize mayın tarlaları döşemeyin, biz hıyarlarla yaşamaya alıştık zira.
Biz hududu korurken askerlerimize şöyle derdik ve bunu her yere yazardık;
"HUDUT MİLLİ NAMUS VE ŞEREFİN KORUNDUĞU YERDİR".
Orası, yani hudut İsrailliye namahremdir efendiler. Elin İsraillisi sırf para kazanmak için yedi sene toprağa şiş sokmaz.
Konuyu burada kapatmıyoruz, gelecek makale cevaplanmamış soruların cevapları, alternatif çözüm önerimizi, konu ile ilgili rakamsal verileri ve bu konuda son derece engin birikime ve tecrübeye sahip Türk subaylarının bize verdikleri çok kıymetli bilgileri içerecektir.
OKTAY YILDIRIM
23-03-2007
Blogda Ara
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder