Tüm kavramların yer değiştirdiği bir dünyada ve doğrularla yanlışların profesyonel ellerle karıştırıldığı bir Türkiye’de bazı önemli ve hassas kavramlar vardır ki değişmeye başladığı anda eylemlerle tecavüze yeltenilir.
Bu kavramların kutsiyeti, soyut varlıklarında ve anlamlarında korunur, tartışılmaya başlanan veya esnetilen bunlar olduğunda da somut varlıkları ciddi bir tehdit altına girer ve hatta korumasız kalır.
Ahlaki ve içtimai bazı kavramların yanı sıra, diğerleri ve en önemlileri de; vatan, bayrak, namus, milli egemenlik gibi kavramlardır. Bunların anlamları, varlık nedenleri, korunma gerekçeleri tartışılamaz. Bunların herhangi birinden tavizler verilmesi veya bazılarının şu veya bu nedenle esnetilmesi kabul edilemez, hoş görülemez, böyle bir teşebbüse tahammül dahi edilemez.
Tarih boyunca bütün savaşlar bu kavramlar için yapılmış, bütün direnişler bu değerler uğruna gerçekleştirilmiştir. Her türlü zorluğa ve imkânsızlığa bu tartışılamaz ve esnetilemez değerler uğruna katlanılmıştır.
Bir ülkeyi işgal etmek, bir milleti ilhak etmek işte bu yüzden son derece zordur ve karşılığında bedel ödemeyi gerektirir. Türk milleti insanlık tarihi boyunca bu değerler için ödenen en ağır bedelleri ödemiş ve mütecavizlere de en ağır bedelleri biçerek hiçbir zaman vatanına, bayrağına ve namusuna leke sürmemiş, sürdürmemiştir.
Teknolojinin ilerlemesi ve korkunç bir hızla gelişen iletişim olanaklarının, askeri maksatlarla kullanılmaya başlanması savaş taktiklerini de değiştirmiştir. Artık bir ülkeyi fiilen işgal etmek hem çok kolaylaşmış ve hem de zorunluluk olmaktan çıkmıştır.
Askeri işgalin temel nedenleri olan topraklarını, yeraltı zenginliklerini kullanabiliyor ve halkını asimile edebiliyorsanız eğer, üstelik bunları askeri güç kullanmadan yapabiliyorsanız fiilen askeri işgalin bir anlamı ve gerekliliği yoktur. Çünkü işgalin tüm gerekleri yerine gelmektedir.
Silahsız işgalin nasıl yapıldığına gelince; aslında bu da bir askeri operasyondur. Tek farkı askeri amaçlarla kullanılan sivil araçlardır. Bu araçlar, basın ve yayın organları, kültürel(?) faaliyetler, sivil toplum örgütleri, bankalar, devlet kurum ve kuruluşları ve hatta bireyler olarak değişkenlik gösterebilir. Hepsinin bu operasyona, kendilerine özgü bir iştirak biçimi ve kullanılma zamanı vardır.
Öncelikle işe psikolojik harekât ile başlarsınız. Yapacağınız operasyon için toplumu hazırlamanız, başka bir değişle her bireyin kafasında sizin için gerekli olan algı dizgelerini oluşturmanız gerekir. Onların dostu olduğunuza ve yapacağınız herşeyi onların iyiliği için yapacağınız fikrine onları alıştırmanız ve inandırmanız gerekmektedir. Geçmişteki tüm düşmanlığınıza rağmen bunu başarabilmeniz, eğer karşınızdaki toplum geçmişini çabuk unutan bir toplum ise hiçte zor değildir.
Örneğin; neredeyse Sevr anlaşmasından farksız olan Chester imtiyazının reddine mukabil Amerikan senatosunun hala Lozan barış anlaşmasını imzalamamış olduğu gerçeğini yani sınırlarımızın, yani milli egemenliğimizin Amerika tarafından hala resmen kabul edilmemiş olduğunu unutan bizler için Amerika’yı dost ve müttefik kabul etmek son derece kolaydır. Bunun için hiçbir şey yapmasanız da sürekli olarak dost olduğunuzu söylemeniz yeterlidir.
Bu dostluğu sağladıktan sonra operasyonun esas hedefine yönelik çalışmalara başlarsınız. Artık kullanmadığınız ve sizin için asla tehdit olmayacak olan askeri araç ve gereçlerinizi askeri yardım adı altında ama yine de belli bir karşılıkla hibe edersiniz. Bu yolla hem hedef ülkenin dostluğunu kazanırsınız hem de kendi savunma sanayisini geliştirmesini engellersiniz.
Sürekli olarak verdiğiniz borç ve kredilerle ekonomik olarak size bağımlı hale gelmesini sağlarsınız ama o paralarla yine sizin ürettiğiniz ürünleri almasını sağlayarak paranın başka yere gitmesini engellediğiniz gibi üretimi de durdurmuş olursunuz.
Halkın sevgisini kazanmak ve bu işbirliğinin gerekli olduğuna inandırmak için yine kendi paranızla finanse ettiğiniz düşmanlar yaratır ve ülkenin başına musallat edersiniz. Bu düşmana karşı sergilediğiniz stratejik müttefik tavrı ile de dostluğunuzu daima sıcak tutarsınız.
Toplum mühendisleriniz tarafından hazırlanan program ve filmler ile ülke insanı üzerinde uygulanan kültürel yozlaşma, kutsalların değerlerini kaybetmesine ve dokunulmazların dokunulabilir hatta değiştirilebilir olmasına olanak sağlayacaktır.
Elbette ki tüm toplum bu kadar kör olmayacak oynadığınız bu kirli oyunu gören ve fark eden birileri çıkacaktır, merak etmeyin onları en ilkel askeri yöntemlerle ortadan kaldırmanız bile bu toplumda tepki görmeyecektir.
Evlerinin önünde kurşunlayabilir veya arabalarını kilolarca patlayıcı ile havaya uçurabilirsiniz, tercih sizin zevkinize ve topluma vermek istediğiniz mesaja kalmıştır.
İlk anda oluşan saman alevi misali tepki ve bazı iddialı ağızların verdiği sözler, çok kısa bir süre sonra unutulacak ve hatta inkâr edilecektir.
Çünkü toplum sizin gibi yaşamaya başlamıştır artık. Mezuniyet törenlerinde havalara atılan papaz takkeleri veya mezuniyet baloları ülkede asli kültürün kadim alışkanlıklarını dahi bertaraf ederek, olmazsa olmazlar arasına girmiştir artık.
Çünkü toplumun büyük bir bölümü dizdiğiniz dizilerin karşısına dizilmiştir artık. Artık hakkı batıl, batılı hak diye anlatabilirsiniz herkes size inanacaktır.
Sonra yine bu savaş için kiraladığınız kalemler marifetiyle, yukarıda bahsettiğimiz kutsallar ve dokunulmazlar hakkında konuşmaya ve fikirler üretmeye başlarsınız. “Egemenliği paylaşmak”, “istiklal marşını başka dilde okumak”, “eğitim dilini değiştirmek”, “bayraktaki ay yıldızın yönünü değiştirmek”, vs, vs, vs.
Sakın tepki alınır diye korkmayın, bu kadar hazırlığı boşuna mı yaptınız? İlk zamanlar gelecek bazı tepkiler sizi aldatmasın, siz belirli aralıklarla bu teklifleri dillendirmeye devam edin.
Dedik ya kanıksamadan önce toplumun algı dizgelerini düzenlemelisiniz diye. Birkaç tekrardan sonra tepkisiz toplum zihinsel olarak ta bu değişimlere hazırlanmış olacaktır ki bundan sonrası sadece değişikliği hayata geçirmeye ve bu değişiklikleri çağdaşlaşmaya mal etmeye kalacaktır.
Mesela kendi ülkemizden örnek verecek olursak, 7 Mayıs günü bir grup vatanseverin taksimde söylediği İstiklal marşına rağmen yürümeye devam eden hatta hiç umursamayan gençlik zihinlerin işgalinin tipik bir örneği olabilir.
Artık satın aldığınız bankalar kimsenin dikkatini çekmeyecek, yok pahasına satın alıp kullandığınız madenler birilerinin dikkatini çekse de umursanmayacak, hatta ülkenin askerlerinin kafalarına çuvallar geçirip esir de etseniz alacağınız tepki “baklava bizimdir” diyenlere gösterilen kadar bile olmayacaktır.
Bazı tepki grupları oluşsa da bu grupların tepkileri zamanında sizin finanse edip başlarına musallat ettiğiniz taşeronlara karşı gelişeceği için bırakın size karşı cepheleşmeyi sizin işinize bile yarayacaktır.
Nasıl mı?
Elebaşlarını bir uçağa koyup ellerine verirsiniz sizden iyisi olmaz. Sonra siz nasıl olsa onun yerine bir yenisini koyacaksınızdır.
Tüm bunları yapabilmenin en temel başlangıç noktası ise kritik noktaları işgal eden ne kadar adamı(?) devşirebildiğiniz gerçeğidir. Bu devşirmeler olmadan yukarıdaki eylemlerin hiçbirini gerçekleştiremezsiniz. Dolayısı ile ne kadar fazla adamı devşirip işbirlikçi yaparsanız o kadar başarılı olursunuz.
Beyinleri devşirmenin en sağlıklı yolu ise eğitim sistemine nüfuz etmektir, bunun için kuracağınız okullarda kendi dilinizle eğitim yaptırarak genç beyinlere ulaşabilir, onları istediğiniz gibi şekillendirebilirsiniz.
Eğitim yoluyla devşirilmek için yaşı geçmiş olanları ise biraz pazarlık yaparak satın alabilirsiniz, unutmayın ki kutsallarını yitirmiş toplumların tek kutsalı paradır.
Parayı merak etmeyin, buralara harcadığınızın kat be kat fazlasını geri alacağınızdan hiç şüpheniz olmasın. Çünkü bu harcadığınız paralar yaptığınız karlı yatırım için lafı bile edilemeyecek miktarlardır.
Çünkü bir defa para harcadığınız veya devşirdiğiniz herkes ömrünün sonuna kadar size para kazandırmak için çalışmaya devam edecektir.
Düşünün bir kere, siz olsanız bu duruma getirdiğiniz bir ülkeyi silahla işgal etmeye gerek duyar mıydınız?
Azınlık da olsa, hala varlığını devam ettiren çılgınlarla yeniden savaşmaya ve can kaybı vermeye ne gerek var.
Tüm bunları nereden mi biliyorum?
Mezun olunurken havaya fırlatılan keplerin, spor müsabakalarında kalçalarını sallayan pon pon kızlarının, öğretmenlerin dövüldüğü okulların, egemenliği paylaşabiliriz diyen yazarların yazı yazdığı gazetelerin, yabancı dil bilmediği için işsiz kalan gençlerin, bayrakları yırtılırken seyreden insanların olduğu bir ülkede yaşıyorum ben.
Türk’çe konuşulmayan, belki de çok yakında Türkçe bile konuşulamayacak bir ülkede yaşıyorum.
Gazi’nin sanki olacakları görmüşçesine söylediği sözleri ve yaptığı icraatları, kendilerini taklitçi maymunların yerine koyduran bir topluma, belki anlarlar umudu ile anlatmaya çalışan ve bunun yüzünden katledilen insanların olduğu bir ülkede yaşıyorum ben.
--"Türkiye bir maymun değildir ve hiç bir milleti de taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır; o sadece özleşecektir."
GAZİ MUSTAFA KEMAL
Ben söylemedim gazi söylemişti. Kulaklarına küpe olması umuduyla bazı batı hayranlarına, AB-D muhiplerine ve çağdaşlık budalası taklitçilere önemle hatırlatılır.
Özleşmek demişti.
Yani; Türk gibi düşünmek. Türk gibi davranmak. Türk gibi yaşamak.
Türk olmak demişti.
Özleşmek demişti.
Devşirilmek dememişti.
“VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”
OKTAY YILDIRIM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder