Son zamanların modası kavramlarla oynamak. Her önüne gelen aklıevvelin, her tuttuğu kavrama yeni ve kendince bir anlam yükleme telaşı teorisyen olma hevesinden kaynaklanmıyorsa eğer, verilmiş bir sipariş üzere yapılan iştir. Bir alışveriştir yani, kalemlerini en fazla parayı ve nüfuzu vaat edene kiralayanlar ile parayı ödeyenler arasında yapılan bir alışveriştir. Bu kalem mevzuu ancak kalem erbabını bağlamakla beraber bir de yazmadan konuşan muhteremler var ki on-ların durumunun bundan bir farkı var mı tartışılır.
Ve bu alışverişe en fazla konu olan kavram ise milliyetçilik veya ulusalcılıktır.
Önceleri ulusalcılık denmezdi, milliyetçilik denirdi sadece, sonraları ulusalcılık denmeye başlandı. Fikrin kabul ve ret ettiği şeyler değişmiyorsa bir sakıncası da yoktu aslında. Ancak her değişimin diğer değişimlerin zeminini hazırladığı gerçeği, bu değişimleri kendi istek ve emelleri doğrultusunda kontrol altında tutmaya veya belirlemeye çalışan, tarihi hesaplarını henüz tamamlamamış ulusların müdahalesi ile bir kez daha doğrulanmış oldu.
Zira kavramların taşıdıkları anlamlar, temsil ettikleri fikrin kabul ettiği veya karşı çıktığı şeylere inanan bir toplumu oluşturacağından, kabullerin ve retlerin kendi çıkarlarına uygunluğu noktasında mütecaviz uluslar için kavramlar; kendi ulusal hedeflerine giden yolda, bize karşı yürüttükleri savaşın siklet merkezi olma özelliğine bürünürler.
Bu kadar önemli midirler? Evet, bu kadar önemlidirler.
Düşünsenize aynı mahallede birlikte oturduğunuz komşularınızın kafa yapılarını, doğacak çocuklarının omurgalarının şeklini hatta tüm vücut biçimlerini belirlemek gibi bir imkânınız var. Bunun için çabaladığınız ve başardığınız birkaç yılın sonunda; hiçbir komşunuz arabasını sizin yerinize park etmeyecek. Canınız bir şey çektiğinde onu size sağlamak için gerekirse hayatını feda edecek, siz rahat uyuyasınız diye kapınızda nöbet tutacak, canınız sinemaya gitmek istediğinde çocuklarınıza bakacak, tuvaletlerinizi temizleyip yemeklerinizi pişirecek, bulaşıklarınızı yıkayacak kısacası tüm varlıklarını size adamak için bir biriyle yarışacak komşular. Düşüncesi bile tahrik edici ama insanlar için değil. İnsanlıklarını yitirmişler için. Kendisinden başka kimseye insan değeri vermeyenler için. Bireysel bazda yapılan bu benzetmenin ulusal açıdan bakıldığında yaşananlara ışık tutacağı ümidindeyim.
Kavramlarla ve ideolojilerle yapılan bu tehlikeli ve çirkin oyunda en çok dikkat edilmesi gereken şey ise bahsi geçen anlam değişikliklerinin bizzat bu kavramların sözde savunucuları tarafından yapılmasıdır.
Çünkü bu ülkede her fikri savunanın, savunduğu fikir ile ilgili tasarruf sahibi ve hatta belirleyici olduğu gibi bir yanılsama mevcuttur. Sözgelimi kamuoyunda tanınan bir akademisyen, sanatçı, türkücü, şarkıcı, ressam ve hatta devlet adamı; “ben bu konuda şu şekilde düşünüyorum” dediğinde kendi izleyici veya taraftar kitlesinin büyük bir bölümü söylediklerinin doğruluğunu bırakın araştırmayı, sorgulama gereği bile duymaksızın inanmaktadır.
Başı her sıkışanın kendini Atatürkçülüğün kollarına atmasının yanı sıra bir de Atatürkçülük adına saçmalayanlar var.
Geçenlerde bir arkadaşım bir televizyon kanalının sabah kuşağı programlarının birinde, sinema oyuncusu Sibel Kekilli’nin islamda kadın ve kadın hakları ile ilgili bir projede yer almak istediğini söylemesi üzerine sunucunun; “ siz dindar biri misiniz?” diye bir soru sorduğunu ve Sibel hanımın “ hayır, Atatürkçüyüm” dediğini duyduğunu söyledi ve bana “ söyle bakalım kardeşim, nedir bu Atatürkçülük?” dedi.
Aslında bu soruya cevap vermek benim için hiç de zor değil ama bu soru, aşırı sanatsal yapımlara imza atmış bir hanımın, Atatürkçülüğün ne olduğunu bilerek veya bilmeyerek kurduğu “Dindar mısınız? Hayır, Atatürkçüyüm” cümlesindeki Hayır kısmının üzerine bina edilmiş olunca durum bir hayli değişiyordu.
Aslında adam Atatürkçülüğün ne olduğunu sormuyor, adam bana bu ne rezalet kardeşim diyordu, bu ne boz bulanıklık, burası neresi, bunlar kim ve nereden çıktı bu frengili entelektüelizm takıntısı diyordu. Kurulan cümlenin insanların kafasında Atatürkçülük ile dindarlık arasında bir ayırım yaratacağını, cümleyi kuranın biliyor veya bilmiyor olmasının önemi, yaratacağı bilinç ve imgeleme etkisi yanında hiç sayılır.
Bu noktada; bu kadar önemli bir cümlenin, konu hakkında herhangi bir bilgisi olmayanlar tarafından bile refleks olarak kurulduğu gerçeği ortaya çıkar ki bu cehaletin bizi getirdiği noktanın ne kadar tüyler ürpertici olduğu konusunda sanırım bir fikir verebilir. Çünkü aynı cahilce bilinç, kutuplaşmaya sebep olabilecek karşı görüşün insan ve beyin envanteri içinde de oldukça önemli bir orandadır.
Daha ne oluyor diyemeden basın bültenlerini; Alanya ADD şubesinin 29 Ekim kutlamaları için dağıttığı bir kitapçıkta yer alan ifadeler kaplıyordu.
Papanın başlattığı islam dinine hakaret kampanyasının bir devamı niteliğindeki bu açıklamalar, Atatürk’ün adı kullanılarak yapılıyor ve açıkça bir cepheleşme yaratılıyordu. Aklıma, bu yaz hasbelkader konuşma fırsatı bulduğum ve sorma gereği duyduğum için sorduğum “Nutuk’u okudunuz mu” sorusunun muhatabının; Yozgat’ın ilçelerinden birinin ADD başkanı olduğu ve sorduğum soruya “hayır” cevabı verdiği geliyordu bir anda.
Düşünsenize; Marks’ın manifestosunu ezbere bilen ama Nutuk’u okumamış ve sıfatı ADD şube başkanı olan bir sözüm ona aydın, toplum içinde sıfatını taşıdığı fikri temsil ediyor.
Eyvahlar olsun, kıymetli okuyucu, eyvahlar olsun!
Daha sonra basın bültenlerini, sabık reis-i cumhurumuz muhterem ve muhteşem Süleyman Demirel’in “En büyük Kürt şehri İstanbuldur” cümlesi kaplıyordu ve benim dikkatimi yine “Kürt Şehri” kavramı çekiyordu. Ne demekti bu Kürt şehri?
Başka Kürt şehirleri mi vardı ki en büyüğünün hangisi olduğunu konuşuyorduk? Burası federal bir ülke miydi?
Süleyman Demirel gibi bir siyaset adamı ağzından çıkanın ne anlama geleceğini hesaplamamış mıydı? Ya da bir şeyler değişiyordu da bizim haberimiz mi yoktu? Burası Türkiye Cumhuriyeti Devleti değil miydi? Cumhuriyetin başka bir biçime dönüşümünün düğmesine basılmıştı da sıra insanların kafalarındaki, o neredeyse her kapı gıcırtısına oynayan ikinci sınıf mahalle çengisi kıvamındaki algı dizgelerini değiştirmeye mi gelmişti?
Sesimi duyan var mı ey Türk milletinin aydınları, algı dizgesi nedir ve nasıl değiştirilir, değiştirilince neler olur bilen var mı?
Bilmem ne filminin sanatsal veya siyasal yorumu ile aydın olma sınavı verdiğini zanneden safdiller, neredesiniz ve neden bu konuda söyleyecek bir sözünüz yok?
Bir delinin hatıra defteri monologunun Kürtçe sürümünün İngilizce olanı ile arasında bir fark olmadığını zannederek oyun performansını konuşan okumuş cahiller, esas konuşmanız gereken konu hakkındaki cehaletinizi gizlemek için oyunun niteliği ile ilgili konuşup sisleme mi yapıyorsunuz?
Ya da İstanbul’un Kürt şehri olduğunu iddia eden Demirel de tıpkı bu oyunun yaratacağı etkinin bir benzerini yaratmaya sebep olacak bu cümleyi kendi hür iradesi ile mi kurdu? Bu rüzgar nereden esiyor, ülkemin üzerine doğru?
Bunlar cevabı bizce malum sorular ve bu soruların cevaplarını, muhatapları tarihe verecekler.
Biz daha bu konularda yaşadığımız şoku atlatamamışken, Yunanistan’dan buraya bir ses geliyordu, iki kaşımın arasından başıma saplanan bir mermi gibi.
Türk, evet Türk Genel Kurmay Başkanı Atatürk’ün Türk milletini tarifen söylediği bir cümleyi, kendince tefsir ederken; cumhuriyeti Rumlarla, Araplarla, Çerkezlerle beraber kurduğumuzu söyleyiveriyordu Yunan basınının önünde.
Kafasındaki algı dizgeleri ikinci sınıf mahalle çengisine dönen ortalama vatandaşın bile “yok artık daha neler” diyeceği bu açıklamaya konuyu yani Türk İstiklal harbini bilenler -ki bu güne kadar Yaşar Büyükanıt’ın da bu konuyu bildiğini düşünürdüm, en azından bir iki kitap okumuş olabileceğini hayal ederdim- çok daha sert cevaplar vererek yorumladılar konuyu.
İlk önce karşılıklı kız alınıp verilen yerli dizilerle başlayan ve daha sonra kurtuluş günlerinde temsili olarak yunan askerinin denize dökülüşünün ve yurttan kovuluşunun canlandırıldığı küçük açık hava piyeslerinin kaldırılması ile devam eden süreç Türk- Yunan ortak taburunun kurulmasının Türk genelkurmay başkanınca kabulü ile neticelendi mi acaba?
Bu adımdan sonra tıpkı eş başkanlarımız, eş ve karma parlamentolarımız gibi eş birlik komutanlarımız mı olacak?
İstiklal marşı bir ay Türkçe bir ay Yunanca olarak dönüşümlü söylenecek?
Kürdiyapolis mi olacak İstanbul’un yeni adı ve yeni başkentimiz mi olacak?
Ankara’nın taşı, Cumhuriyet’in mezar taşı mı olacak yoksa?
Ratzinger cenaplarının papa sıfatı ile gelerek Katolik- Ortodoks ittifakını hayata geçirmesi,
Kekilli’nin sınırlarını bir cümle ile belirlediği ve Atatürkçülüğün dışına ittiği dindarlık-laiklik ittifakının bir evrensel yansıması mı olacak?
Ali Kaya ile Özcan İldeniz’i Beyazıt meydanında vatanı bölmeye çalışmak suçundan asıp, bebek katili Apo’ya Nobel barış ödülü vererek; en çok Nobel alan ülke sıfatı ile Guiness rekorlar kitabına mı gireceğiz?
Bu yaşananlar rüya değilse eğer yukarıda anlattıklarım da çok yakında hayata geçecek olan şimdinin rüyaları mıdır?
Ben korkulu rüya görmektense uyumamayı tercih ederim. Ve uykusuzluk bu bünyede gerginliğe sebep olur bilesiniz ey kavram mimarları.
Ben ve benim gibiler bu uykusuzluğun verdiği gerginlik ile sizin bugün kavramlar üzerinde oynamaya çalıştığınız belirleyicilik ve değiştiricilik oyununu, gördüğümüz, gördüğünüz ve görmemiz muhtemel olan ama bizim görmek istemediğimiz rüyalar üzerinde oynamaya başlayabiliriz.
Rüyalarınızı değiştirmeye çalışmak yabancı olduğumuz bir olay değildir, en son seksen üç yıl önce anavatanda ve otuz iki yıl önce yavru vatanda yapmıştık.
Tekraren hatırlatmakta fayda var zira bazı kafalar biraz zor anlayacak görünüyor;
* Ulusalcılık ve milliyetçilik arasındaki tek fark farklı dillerde oluşlarının dışında Milliyetçiliğin aynı zamanda dinsel bir birlikteliği de öngörüyor olmasıdır ki Türk olan ve başka dinlere mensup soydaşlarımızın hiç birisi açısından bir sakınca teşkil etmez.
* Atatürkçülük dindarlığa engel veya dindarlık Atatürkçülüğe engel değildir ve olamaz.
* İstanbul bir Türk şehridir ve bu durum tam 553 yıldır devam etmektedir.
* Biz bu cumhuriyeti ne Rumlarla ne Çerkezlerle ve ne de başka milletler ile değil sadece ve sadece Türk milleti ile kurduk ve aynı millet ile korumaya devam edeceğiz.
Hangi kavram sihirbazı, hangi kavramı bu milletin beynine işlemeye çalışırsa çalışsın ve hangi gafil bu kavramları ve sahiplerini dikkate alırsa alsın.
“VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”
OKTAY YILDIRIM
11–06–2006
Blogda Ara
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
Ulusalcılık
Ne zamandan beri yazmayı düşündüğüm bir konudur. Fazla beklemeyim..
En başta Ulus kelimesinin tarihine ve aslına bakarak başlayalım; çünkü bu konuda saçma sapan bilgiler ve bilgisizler cirit atmakta.
"Millet" sözcüğü aslen Arapça olup (Ar: ملة), "din veya mezhep; bir din veya mezhebe bağlı olan cemaat" anlamındadır. Osmanlı Türkçesinde 20. yüzyıl ba؛larına kadar bu anlamda kullanılmı؛tır. 19. yüzyıl ortalarından itibaren aynı sِzcük Fransızca/İngilizce nation kavramına kar؛ılık olarak kulanılmı؛tır. Moğolca'dan alınan "ulus" sِzcüğü, 1932 yılında aynı kavramın Yeni Türkçesi olarak benimsenmi؛tir.
Latince kِkenli olan "nation", kِk anlamı itibariyle "aynı atadan gelenler topluluğu" demektir. Dolayısıyla esasen Türkçe kavim veya a؛iret kar؛ılığıdır. Moğolca ulus ise siyasi amaçla bir araya gelmi؛ olan boylar konfederasyonunu ifade eder (ayrıca kâdim Türkçedeki budun kelimesi de aynı anlamı verir).
İsviçre’de dِrt ayrı dil konu؛ulmasına rağmen yüzyıllardan beri payla؛ılan ortak tarih güçlü bir ulusal duyguyu ayakta tutabilmi؛tir. Amerikan ulusu farklı kِkenlerden gelen gِçmenlerin ortak bir siyasi yapıda bir araya gelmesinden olu؛ur.
Eski Türk kavimlerinden birinden moğolcaya geçmi kelimedir, bu sebeple moğolcada deniyor, ancak fark etmez çünkü Türkçe kurallarına gِre ِz Türkçe bir kelimedir. Bu kavramla moğollar ayrı ayrı ırktan olsalar bile tüm halkları bir arada tutmanın sırrını Türklerle karı؛arak ِğrenmi؛lerdir, bِylece güçlü bir devlet kurmu؛lardır tarihte.. Aynı zamanda moğolca ve Türkçe aynı dil ailesindendir; yani Türkçe ne ise bu dilden alınacak kelimelerde aynı kurallarla olu؛tuğu için Türkçedir. Zaten moğolların dilini ve kültürünü zenginle؛tirip onları yükselten Türkler olmu؛tur. ضz Türkçe bir kelime olan Ulusalcılık, büyük bir Uygarlığın, Türk tarihinin milliyetçiliğinin tanımıdır. Ulusalcılık kavramı, Milliyetçilik, Devlet ve Halk harmanlanmasıyla ifade edilen saf, berrak, akla ve mantığa uygun, gerçeğe uygun milliyetçilik kavramıdır. Ulusalcılığa hakaret Türk Milletine , Türçeye , Tarihi birliğimize , kurduğumuz büyük devletlere hakarettir. Ulusalcılık Solun Sağın ideolojisi veya uydurması değil gerçektir.
***********
***********
Dil alanındaki bazı uzmanlar kelime olarak “ulus” un tam olarak “millet”in kar؛ılığı olmadığını anlatır. Ulus kavramı Orta Asya dan Türklerin eski yurtlarından gelir; halk, devlet, ülke bütünlüğünü anlatan kelimedir. Daha çok bir devletin bütünlük halindeki bir coğrafyada yِnettiği toplumu ifade etmekte, bir ülkede ya؛ayan toplum, halk i؛aret edilmekte ve aynı ülkenin menfaati değerlerinde, inancında birle؛erek bu anlamda bir milliyetçiliği ifade etmektedir.
Amerika da uygulanan Ulusalcı bir yakla؛ımdır, yani Amerika Ulusalcılık anlayı؛ındaki bir ülkedir, bu yüzden onların milliyetçiliği Ulusal anlayı؛taki devlet,ülke ve içindeki insanların birliğinden olu؛an bir milli ruhtur, bayraklarıda bunu simgeler. Hadi Ulusalcı olalım demekle sadece anlayı؛ını Ulusalcı yaparsın, uygulaması ise Amerikadaki sisteme benzer bir sistemdedir. Onların sistemi Ulusalcıdır, bu imar etmektedir ülkelerini. İ؛in komik yanıda Ulusalcılık sava؛ı verenlerin Amerikanın sistemini savunduğunu bilmemesidir. Sağ ve sol kolumuz gibi sağ sola, sol sağa hizmet eder, bِyledir..
Millet ve milliyet kelimesinin kِkeni ise Arapçadır ve o dilde bugün bizim kullandığımız nationalite (millet, ulus) değil, aynı dine inanan insanlar topluluğu yani kısacası ümmet manasına gelir. Arapça kِkenli kavramları kullanmakta ısrar edenler, hiç ku؛kusuz bu kavramların asıl anlamlarını da çok iyi biliyor olmalıdırlar. Yani millet kelimesi ümmet demekten gelmektedir. Fazlasıyla müslüman olsakta dini bozup diğer bütün milletler gibi paramparça etmekten uzağızdır. Bir ülke demekte, halk demekte, insan ve devlet demekte dini bir taraf yoktur kimsede buna itiraz etmez, bu doğaldır, ancak ne zaman dini alet edip kendi emellerini gerçekle؛tirmeye çalı؛anlar ortaya çıktıysa o zaman kavramlar, toplum ya؛amı ve dini inanı؛lar deforme olmu؛ hangisi dünya hangisi değil karı؛tırılmı؛, insanlar ayaklarını yere sağlam basamamı؛lardır.
Türklüğümüzü i؛aret ettiği müddetçede milliyetçiyim, bu kavramıda kullanırım ve bu anlamda milliyetçiyim, sonuçta Türk milletinin kültürel, duygusal ve inanç bakımından bir farkı vardır ve bu farkı millet ve milliyetçilik olarak adlandırmakta bir sakınca yoktur, ta ki birileri çıkıp milletle ümmetçiliği iç içe geçirene kadar, i؛te o zaman Türk kalmaz ortada.. Olsun tüm Türk milleti müslüman olsun, sonuçta bizde müslümanız, ayrıca inanca kimse karı؛amaz, laik yani adam gibi inançlı kimseleriz. Herkes istediği ؛ekilde dine ve gerçeğe adanır ve bِyle ya؛ar. Müslümanım ve Ayetlerimizi severim ama onu oyuncaklamam ve ba؛ka kalıplara sokupta din diyede sunamam din değil diyede sunamam. Ayrıca millet kelimesi her؛eye kullanılır sadece dini olarak değil, mesela; çocuk milletide hep bِyledir , burda millet niye toplanmı؛ acaba , millete bak ne yapıyor... gibi.
Yani Ulus demekle Devlet,ـlke ve Vatanda؛ kastedilmi؛ oluyor, bunların çelikle؛mi؛ ifadesi Ulus tanımıdır.
Millet demekle tarih,kültür,inanç,vatan,din,dil,kan,akrabalık ve sınırsız yani sınırı olmayan bir yapı kastedilmi؛ oluyor.
Kısaca iki kavramda farklı kavramlardır, ikisinede ayrı ayrı ihtiyaç vardır.
Yorum Gönder