Blogda Ara

1.09.2008

BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT

Friedrich Nietzsche

***


Herkes için ve hiçkimse için bir kitap

İnzivaya çekilmekmi istersin kardeşim?
Aramak mı istersin kendine giden yolu?
Biraz durakla ve dinle beni?


Zerdüştoloji'de yayınlanan seçme bölümlerle derlenmiştir.


1
Ölüm Öğütleyenler Hakkında

Ölüm öğütleyenler vardır.Dünya , hayattan çekilmelerini önerdiğimiz böyleleriyle
doludur.İşte böyle gereksiz insanlarla doludur dünya.Bu fazlalar yüzünden hayat
bozulmuştur.Bunları "sonsuz hayat" sözleriyle kandırıp bu dünyadan ayırmak gerek.


Ölüm öğütleyenlere sarı veya kara diyorlar.Fakat ben onları size başka renklerde de
göstermek istiyorum.


İşte içlerinde vahşi hayvan taşıyan , keyfetmek ve kendini yemekten başka birşey
yapamayan korkunçlar.Onların keyifleri de , bir kendini yemedir.Bu korkunçlar daha
insan bile olamamışlardır.Varsın ölüm vaat etsinler ve kendileri de göçsünler.


İşte ruhu veremliler : Daha doğmadan , ölmeye başlarlar ve yorgunluktan bir tarafa
çekilip kendi kendine özlem çekerler.Onlar ölmeyi istiyorlar.Bizim de onların bu
arzusunu onaylamamız gerekir.Bu ölüleri diriltmekten ve bu canlı tabutları
zedelemekten sakınalım.


Karşılarına bir hasta , bir ihtiyar , bir cenaze çıksa hemen "hayat boştur" derler.Fakat
kendileri ve varlığın yalnız bir yüzünü gören gözleri boştur.


Yoğun bir kedere bürünmüş ve ölüm getirecek küçük rastlantılara inanıp böyle
beklerler ve dişlerini gıcırdatırlar.Yahut şekerlemelerine uzanırlar ve çocuklarıyla alay
ederler : Bir saman çöpü gibi olan hayatlarına asılırlar.Ve bir saman çöpüne asılı
durmakla alay ederler.


Onların hikmeti şudur : "Yaşamak isteyen delidir.İşte biz bu kadar deliyiz ve hayatta en
büyük delilik budur."


"Hayat yalnız acıdır" ; Bazıları böyle derler ve bu yalan değildir.


Öyleyse bu hayatın bitmesine çalışın. Öyleyse yalnız acı olan bu hayatın bitmesine
çalışın.
Erdemleri onların şu öğüdü vermelidir: "Sen kendini öldürmelisin. Sen kendini bu
hayattan çekmelisin."


Ölüm öğütleyenlerden bazıları, "Şehvet günahtır" derler. "bırakın kenara çekilelim ve
çocuk yapmayalım."


Bazıları da: "Doğurmak güçtür," derler. Ve niye doğurmalı? "Bütün doğanlar mutsuz
oluyorlar" Bunlar da ölüm öğütçülerdir.


Yine bir kısımları: "Acımak gerek. Neyim varsa alın. Ben ne isem alın ki hayata daha az
bağlanayım." der.


Fakat tam merhametli olsalardı en yakınlarını hayattan bıktırırlardı. Kötü olmak,


2
onların gerçek iyilikleri olurdu.

Fakat bunlar hayattan çekilmek isterler. Başkalarını zincirleri ve armağanlarıyla hayata
daha sıkı bağlamaktan ne bekliyorlar?

Hayatları vahşi bir çalışma ve huzursuzluktan ibaret olanlar, sizler, hayattan pek
yorgun değil misiniz? Ölüm öğütçüleri için pek olgun değil misiniz?

Vahşi çalışmayı, aceleyi, yeniyi, yabancıyı seven sizler, kendinizden memnun
değilsiniz. Çalışmanız, kendinizi unutmak için arzu ve bir kaçmadır.

Hayata daha fazla inansaydınız, kendinizi "An"a bu kadar kaptırmazdınız. Fakat
beklemek için, hatta tembellik etmek için bile yeteri kadar isteğiniz yok.

Her yerde ölüm öğütleyenlerin sesi çınlıyor ve dünya, kendilerine ölüm öğütlenmesi
gereken böyle insanlarla doludur. Ya sonsuz hayat? Bence onlar için uygun, yeter ki tez
göçsünler.

Zerdüşt böyle dedi.

Çocuk ve Evlilik Üstüne

Kardeşim , senin için bir sorgum var. Bunu bir sonda gibi ruhunun dibine
atıyorum.Derinliğini anlamak için.

Sen gençsin , evlilik ve çocuk arzu ediyorsun.Fakat sana soruyorum ; çocuk istemeye
ehil bir adammısın?

Sorarım ; zafere erişmişmisin? Kendi kendini zorlayan mısın? Duygularının hakimi
misin? Erdemlerinin efendisi misin?

Yoksa arzun , hayvanlıktan ve zina ihtiyacından mı? Kendinle geçinememekten mi
geliyor?

İsterim ki , zaferin ve özgürlüğün çocuğu özlensin.Zaferine ve mutluluğuna canlı
anıtlar dikesin.

Kendinden ötesi için inşaa etmelisin.Fakat önce , kendin beden ve ruhça tam yapıda
olmalısın.

İşin yalnız üretmekten ibaret olmamalıdır.Kendinden üstün bir varlık yaratmalısın.Bu
iş için sana evlilik bahçesi yardım etmelidir.

Daha yüksek bir varlık , bir ilk hareket , kendiliğinden dönen bir tekerlek , bir yaratıcı
yaratmalısın.

3
Evlenmek ; ... iki kişinin bütün yarattıklarından daha üstün bir varlık getirme
iradelerine derim.Böyle bir iradenin sahibi oldukları için , iki kişinin birbirini
saymasına derim.

Senin evliliğinin anlamı ve tek gerçeği bu olmalıdır.Fakat şu gereksizlerin evlilik
dediği şey ... Buna ne ad vereyim?

Ah bu iki kişinin karşılıklı ruh yoksunluğu! Ah , bu iki kişinin karşılıklı ruh kirliliği!
Ah , bu iki kişinin acınacak rahat düşkünlüğü!

Bunları herbirine evlilik diyorlar ve nihaklarının gökte kıyıldığını söylüyorlar.
Bu gereksizlerin göğünü istemem.Bu ilahi ağda kucaklaşan hayvanları istemem.

Birbiri için yaratmadığı bu iki insanın nikahını onaylamak için topallayarak gelen
Tanrı da bana uzak olsun.

Böyle evliliklere gülmeyin! Hangi çocuk ana babasının haline ağlamak için neden
sahip değildir?

Şu adam , bana olgun ve dünyanın anlamını kavramaya yetkin göründü. Fakat karısını
görünce , dünyayı bir tımarhane sandım.

Evet! Ben isterdim ki bir azizle bir kaz çiftleştikleri zaman dünya sarsıntıyla çırpınsın.

Şu adam , bir kahraman gibi gerçekleri aradı ve sonunda , küçük ve süslü bir alan
yakaladı.Buna evliliğim diyor.

Şu adam , ilişkilerinde pek çekingen ve çok güç beğenirdi.Fakat birdenbire sonsuz
olarak derneğini bozdu.Buna evliliğim diyor.

Şu adam , melek erdemlerine sahip bir hizmetçi arıyordu.Fakat birdenbire bir kadının
hizmetçisi oluverdi.Şimdi yalnız , bir melek olması kaldı.

Bütün alıcıları dikkatli görüyorum.Hepsinin hilekar gözleri var.Fakat en hilekar adam
bile karısını torbada alıyor.

Çok kısa delilikler ; siz buna "aşk" diyorsunuz.Ve evliliğiniz , uzun bir budalalık
halinde olan bu deliliklerinize son veriyor.

Kadına olan secginiz ve kadının erkeğe olan sevgisi ... Bu , acı çeken ve gizlenen
Tanrılara bir acıma olsaydı.Fakat çoğu kez i iki hayvan birbirini buluyor.

Sizin en iyi aşkınız bile şaşkın bir sembol ve acıklı bir alevden ibarettir.O ise , daha
yüksek yolları aydınlatacak bir fenerdir.

Birazda kendinizden ötesi için sevin.Böyleyi sevmeyi öğrenin.Bunun için aşkınızın acı

4
kadehini içmelisiniz.

En iyi aşkın kadehinde bile acılık vardır.Böylece İnsanüstü'ne sıcaklık getirir.Böylece
yaratıcı , sana susuzluk verir.

Yaratıcıya susuzluk , İnsanüstü'ne özlem ve ok. Kardeşim söyle ; evlilik iraden bu mu?
Bu iradeyi ve evliliği kutsarım.

Zerdüşt böyle dedi.

Dağdaki Ağaç Üstüne

Zerdüşt, bir delikanlının kendisinden kaçındığını görmüştü. Bir akşam, 'Alaca inek'
dedikleri kenti çevreleyen tepelerde yalnız gezinirken, işte: bir ağaca yaslanmış oturur
ve yorgun bakışlarla vadiyi seyreder buldu o delikanlıyı.

Zerdüşt, altında delikanlının oturduğu ağacı kavradı ve şöyle buyurdu: 'Bu ağacı
ellerimle sallamak istesem, sallayamam.Oysa bizim görmediğimiz yel, onu dilediği
gibi üzer ve eğer. Bizi en çok, görünmeyen eller eğer ve üzer. '

Bunun üzerine delikanlı, şaşkınlık içinde doğruldu ve dedi: 'Zerdüşt'ü işitiyorum, ben
de tam onu düşünüyordum şimdi!

' Zerdüşt cevap verdi: 'Ne korkuyorsun öyleyse? -insan da ağaca benzer.Ne denli
yükseğe ve ışığa çıkmak isterse, o denli yaman kök salar yere, aşağılara, karanlığa,
derinliğe -kötülüğe.'

'Öyle ya, kötülüğe!' diye bağırdı delikanlı. ' Sen nasıl oldu da benim gönlümü açığa
çıkardın?'

Zerdüşt gülümsedi ve dedi: ' Nice gönüller açığa çıkarılmaz hiç bir zaman, meğerki biz
onları bulalım önce.'

'Öyle ya, kötülüğe!' diye bağırdı delikanlı bir daha.

'Doğru söyledin, Zerdüşt. Yükseğe çıkmak isteyeli artık kendime güvenim kalmadı,
nasıl oldu bu?' 'Pek çabuk değişiyorum: bugünüm, dünümü yadsıyor.

Merdivenleri çıkarken, basamakları atladığım oluyor sık. Sık, ve hiçbir basamak
bağışlamıyor bunu. Yukardayken, kendimi hep yalnız buluyorum. Kimse benimle
konuşmuyor, yalnızlık ayazı titretiyor beni. Ne arıyorum yükseklerde?Benim
horgörmem ve özlemim birlikte büyüyorlar; ne denli yükseğe çıkarsam, o denli
horgörüyorum yükseleni. Ne arıyor yükseklerde! Nasıl utanıyorum yükselmemden ve

5
sendelememden! Nasıl alay ediyorum çabuk çabuk solumamla! Nasıl nefret ediyorum
uçandan! Nasıl yoruldum yükseklerde?'

Delikanlı burada sustu. Zerdüşt, altında durdukları ağaca baktı da, şöyle buyurdu: ' Bu
ağaç tek başına duruyor şu dağ başında; insan ve hayvan üzre yükselmiş.Ve konuşmak
istese, kendisini anlayacak kimse bulunmaz: öylesine yükselmiş. işte bekler de bekler,
-nedir beklediği? Bulutlar otağına pek yakın barındığı yer: yoksa ilk şimşeği mi
bekler?'

Zerdüşt bunu dedikte, delikanlı, elini kolunu hızlı hızlı sallayarak bağırdı: ' Evet
Zerdüşt, doğru söylersin. Ben yıkımımı istemiş oldum yüksekleri islediğimde,
beklediğim şimşek de sendin! Bak, sen aramızda görüneli neyim ben? Seni kıskanma
m dır beni yıkan!' -Böyle dedi delikanlı, acı acı ağladı. Fakat Zerdüşt, kolunu beline
doladı ve onu götürdü.

Bir süre yürüdükten sonra Zerdüşt, şöyle demeye başladı: Yüreğim parçalanıyor, içinde
bulunduğun tehlikeleri, sözlerinden daha iyi anlatıyor bana gözlerin.
Sen daha özgür değilsin; özgürlüğü daha arıyorsun. Pek uykusuz kalmışsın araman
yüzünden, pek uyanık.Açık yükseklikleri özlersin, yıldızlara susamış gönlün. Ama
kötü itkilerin de özgürlüğe susamış. Azgın köpeklerin özgürlük isterler; ruhun bütün
zindan kapılarını açmaya uğraşırken, mahzenlerinde sevinçten havlaşırlar.Sen benim
gözümde, özgürlüğü düşünen bir mahpussun daha: ah, kurnaz, ama aldatıcı ve kötü
olur gönül bu türlü mahpuslarda.Ve özgürleşen ruh dahi kendini artırmak zorundadır
daha. İçinde daha pek çok zindan ve küf vardır: gözünün arınması gerektir daha. Evet,
içinde bulunduğun tehlikeyi biliyorum. Fakat sevgim ve umudum hakkı için
yalvarırım sana: sevgiden ve umudundan yüz çevirme!

Kendini soylu buluyorsun daha, başkaları dahi seni soylu buluyorlar daha, sana hınç
bağlasalar, kötü gözle baksalar da. Bil ki herkesin yolunu bir soylu kişi tıkamaktadır.

İyilerin dahi yolunu bir soylu kişi tıkamaktadır: ona iyi dedikleri zaman bile, onu
ortadan kaldırmak için öyle derler.Yeni bir şey yaratmak soylu kişi, ve yeni bir erdem .
Eskiyi isterler iyiler ve eski saklansın isterler.

Fakat soylu kişinin içinde bulunduğu tehlike, iyi bir kişi olması değil, arsız, alaycı,
yıkıcı olmasıdır.Ah! En yüksek umutlarını yitiren soylu kişiler tanıdım. Derken bütün
yüksek umutlara kara çaldılar.Gelgeç hazlar içre arsızca yaşadılar derken, erekleri
günün sınırını pek aşmaz oldu.

"Ruh şehvettir de,' -böyle diyorlardı onlar. Derken kırıldı ruhlarının kanatlan; ve
ruhları şimdi yerde sürünüyor ve kemirdigi her şeyi kirletiyor. Eskiden kahraman
olmayı kurarlardı; şehvet düşkünü oldular şimdi. Kahraman üzgü ve yılgıdır onlarca.
Fakat sevgim ve umudum hakkı için yalvarırını sana: içindeki kahramandan yüz
çevirme! En yüksek umudunu kutsal tut!-

Böyle buyurdu Zerdüşt.

6
Kendini Yenmek Hakkında

"Gerçek iradesi" ey en akıllılar! Sizi yöneten ve ayartan şey bu , öyle mi?

Oluş halindeki herşeyi düşünebilmek iradesi ; sizin iradenize ben bu adı veriyorum.

Oluş halindeki herşeyi anlaşılır yapmak istiyorsunuz.Çünkü onun düşünülmesi
mümkün olduğundan , haklı bir güvensizlikle şüpheleniyorsunuz.
Fakat o size itaat etmeli ve eğilmelidir.İradeniz bunu ister. Ruhunuzun bir aynası ve
yansıması gibi düz ve zekaya kul olmalı.


Ey en güçlüler! Sizin kudret iradeniz tüm iradeniz bu : İyiden , kötüden ve değer
biçmekten bahsettiğiniz zaman da bu.


Önünde diz çökebileceğiniz bir dünya yaratmak istiyorsunuz. Sizin son umudunuz ve
bu yiyici olmayanlar , yani halk , üstünde bir sandalın yüzmeye devam ettiği ırmak
gibidir.Ve bu sandalda susan ve debdebeli değer ölçüleri bulunur.


Siz iradenizi ve değerlerinizi , oluşan ırmağın üstüne koydunuz.Halkın iyi ve kötü diye
iman ettiği şeyler bana eski bir kudret iradesini açıklar.


Ey en güçlüler! Böyle konukları bu sandallara yerleştiren ve onlara süslü ve gururlu
isimler veren sizdiniz.Sizin egemen iradenizdi.


Irmak , sandalımızı daha ileri taşıyor ve onu taşımaya mecburdur.Kırılmış dalgaların
köpürüp öfkeyle tekneye kafa tutmasından ne çıkar?


Ey en güçlüler! Karşı karşıya olduğunuz tehlike , iyilik ve kötülüklerinizin sonu ; bu
ırmak değildir.Tersine bizzat o , kudretin iradesidir. Tükenmeyen , yaratan hayat
iradesidir.


Fakat benim iyilik ve kötülük hakkındaki sözlerimi anlamanız için size hayat ve tüm
canlılar hakkındaki fikrimi söyleyeyim.


Ben canlıyı izledim. Canlının özelliklerini bulmak için en büyük ve en küçük
yollardan geçtim.


Ağzını kapadığı zaman , yüz katlı ayna ile bakışını yakaladım.Ve o göz benimle
konuştu.


Fakat canlı bulduğum her yerde buyruğa uyma buldum.Her yaşayan , bir buyruğa
uyandır.


İkinci nokta şudur : Kendi buyruğuna uymayan , emir altına girer.Hayatın gidişatı
böyledir.


7
İşittiğim şylerin üçüncüsüde şudur : Emretmek , buyruğa uymaktan güçtür.Bunun
nedeni , yalnız emredenin bütün buyruğa eğenlerin yükünü taşıyışından ve bu yükün
onu kolayca ezmesinden değildir.


Her emir verme bence bir deneyim ve cesarettir.Canlı , emir verdiği zaman daima
kendini zorlar.


Evet! O , kendine emir verdiği zaman emrin cezasını çekmeye mecburdur.O , kendi
yasasının hakimi, intikan alanı ve kurbanı olmaya mecburdur.


"Bu neden böyle oldu?" diye kendime sordum.Canlıyı boyun eğmeye , emretmeye ve
emrederken buyruğa uymaya kandıran şey nedir?


Sözümü dinleyin yiyiciler , acaba hayatın sırlarını çözüp köklerine ulaşabiliyor muyuz?


Canlının bulunduğu heryerde kudret iradesi buldum.Ve hizmet edenin iradesinde de
efendi olmak arzusunu buldum.


Daha zayıfın daha güçlüye hizmet etmesi için , zayıfın iradesi kendinden daha zayıfa
hakim olmaya ikna eder.Fakat o , bu isteğe sahip çıkmaz.


Küçük , büyüğün buyruğuna uyarken daha küçüğe hakim olmanın keyfini taşır.En
büyükte kudret iradesi uğruna canına kıyar.


En büyüğün vazgeçmesi , cüreti , ölümle ve ölüm tehlikesiyle oynamaktır.
Özveri , hizmet ve sevgi bulunan yerde egemen olmak iradesi vardır.Zayıf olan ,
dolambaçlı yollardan kuvvetlinin kalbine ve kalesine sokulur , kudret çalar.


Yaşam bana şu sırrını verdi :" Bak , ben kendini daima yenmeye mecbur olanım!"
Siz ona üreme iradesi , hedefli bir içgüdü daha yükseğe , daha uzağa ve daha yukarıya
yönelen bir içgüdü dersiniz.Fakat bunların hepsi birdir ve bir sırdır.
Şu noktayı reddedeceğime ölmeyi tercih ederim : Nerede aşağılama ve yaprak dökümü
varsa , orada hayat kendini kudret uğruna feda eder.


Ben bir savaş , bir oluş , bir hedef ve çelişkiler hedefi olmaya mecburum.Benim irademi
keşfeden , onun hangi eğri yollardan gitmeye mecbur olduğunu da bulur.


Ne yaratsam ve ne kadar sevsem az.Sonunda ona ve sevgime düşman olmaya
mecburum.İradem böyle ister.


Ve ey sen anlayan! İrademin bir patikası ve ayak izisin.Gerçekten , benim kudret
iradem , senin iradenin ayakları üstünde gerçeğe doğru yol alır.


Var olmak iradesini ortaya atan , gerçeği söyleyememiştir.Böyle bir irade yoktur.
Çünkü var olmayan bir şey , isteyemez.Ve varlığı olan bir şey daha ne varlığı
isteyebilir?


8
Nerede yaşam varsa , orada irade vardır.Fakat yaşama iradesi değil , kudret iradesi.Ben
bunu öğretiyorum.


Yaşayan için bir çok şey hayattan daha değerlidir.Ve değer biçen gibi konuşan ,
kudretin iradesidir.


Bir zamanlar yaşam bana bunu öğretti.Siz en egemenler! Kalbinizdeki bilmeceyi
bununla çözüyorum.


Evet size söylüyorum : Sonu olmayan bir iyilik ve kötülük yoktur.O daima kendini
yenmeye mecburdur.


Siz değer biçenler , iyi ve kötü hakkındaki sözleriniz ve değerlerinizle yanlışlık
yapıyorsunuz.Bu gizli sevginizle ruhunuzun parlayışı , titreyişi ve coşması bundandır.


Fakat değerlerinizden daha güçlü bir kuvvet ve daha büyük bir zafer doğar.Yumurta ve
kabuğu , buna çarpılarak kırılır.


İyilik ve kötülükle bir yaratıcı olmak isteyen , önce bir yıkıcı olmaya ve değerleri
yıkmaya mecburdur.


En büyük kötülük,en yüksek iyilik için gereklidir.Bu iyilik ise yaratıcılıktır.
Acaba bu kötü birşey midir?Bunu konuşalım ey güçlüler , susmak daha
kötüdür.Gizlenen bütün gerçekler zehirli olurlar.Bizim gerçeklerimizden parçalanacak
herşey , varsın parçalansın!


Daha kurulacak nice yapılar var!


Zerdüşt böyle buyurdu...


Kurtuluş Hakkında

Zerdüşt birgün büyük köprünün üstünden geçerken etrafını sakatlar ve dilenciler aldı.
Bir kambur ona şöyle dedi:

"Bak Zerdüşt, halk da senden birşeyler öğreniyor ve senin mezhebine inanıyor. Ama
halkın sana tamamen inanması için birşey daha gerekir: Biz sakatları da ikna etmelisin.
Bak içimizde her çeşidi var. Körleri gördürebilirsin, kötürümleri yürütebilirsin,
kamburları biraz düzeltebilirsin. Zannederim ki sakatların Zerdüşt'e inanması için en
iyi çare budur."

9
Zerdüşt konuşana şu cevabı verdi: "kamburun kamburluğunu alsak canı da alınmış
olur. Halk buna inanır. Ve eğer körün gözünü geri versek, dünyada kötü şeyleri çok
görür ve bu yüzden kendisine şifa verene lanet eder. Kötürümü yürüten, ona en büyük
zararı verir, çünkü yürümeye başlayınca günahlar da onunla beraber harekete geçer.
Halk kötürümler için böyle der. Ve eğer halk, Zerdüşt'ten birşey öğreniyorsa Zerdüşt
halktan niye birşey öğrenmesin?

Fakat ben, insanlar arasında bulunalı beri görüyorum ki, birinin tek gözlü, öbürünün
sağır, bir üçüncüsünün de topal oluşu ve başka birinin dilini, burnunu veya kafasını
kaybetmiş olması önemsiz şeydir.

Ben daha kötü şeyler gördüm ve görüyorum. Öyle ki, hepsini anlatamam. Bazıları
hakkında da susmam. İnsanlar vardır ki, herşeyleri eksiktir, fakat yine de birşeyleri
fazladır. İnsanlar vardır ki; büyük bir gözden, büyük bir ağızdan, büyük bir karından
veya herhangi bir organdan başka birşey değildirler. Bunlara ters kötürümler derim.

Yalnızlığımdan dönüp de ilk defa bu köprü üzerinden geçerken gözüme inanamadım.
Bir baktım, bir daha baktım. Sonunda şöyle dedim: " Bu bir kulaktır, bir insan kadar
büyük bir kulak."

Daha dikkatli baktım; kulağın altında bir şey kımıldıyor ki, acınacak kadar küçük ve
çelimsizdi. Gerçekten o muazzam kulak küçük ince bir sapın üstünde oturuyordu. Sap
bir insandı. Gözünün önüne bir mercek koyan onda; küçük, kıskanç bir surat ve
bulanık bir ruhçuk ta görebilirdi. Fakat halk bu büyük kulağın yalnız bir insan değil,
büyük bir insan, bir dahi olduğunu söylüyordu.

Fakat ben halka, büyük insandan söz ettiği zaman hiçbir şekilde inanmadım. Ve büyük
insan dedikleri şeyin bir kötürüm olduğuna ve bir çok şeyinin eksik, yalnız bir şeyinin
fazla olduğuna hükmettim."

Zerdüşt, kambura ve onun temsil ettiklerine bu sözleri söyledikten sonra derin bir
kederle çömezlerine döndü ve şöyle dedi :

Gerçekten dostlarım ben insanlar arasında, insan kırıntıları ve oranları arasındaymışım
gibi dolaşıyorum.

Gözüm için en korkunç şey, insanı paramparça olmuş; bir savaş sahasında veya kasap
dükkanındaymış gibi görmektir.

Gözüm bugünden geçmişe kaydığında da aynı şeyi görür. Parçalar, organlar ve korkunç
rastlantılar. Fakat hiçbir insan göremiyor.

Dünyanın şimdiki ve geçmişteki hali; ah dostlarım, benim en tahammül edemediğim
şey budur. Eğer ben gelecek şeyleri de gören bir veli olmasaydım nasıl yaşardım?

Bir görücü, bir isteyici, bir yaratıcı, bizzat bir gelecek ve geleceğe bir köprü. Ve

10
üzgünüm bu köprünün üstünde bir kötürüm. Zerdüşt işte budur.

Siz de çok defa soruyorsunuz. Zerdüşt kim? Bu bizim neyimiz. Bana olduğu gibi
kendinize de soruyorsunuz.

O, bir adayıcı mıdır, bir gerçekleştirici midir, bir fatih midir, yoksa bir varis midir, bir
güz müdür, yoksa bir sapan demiri midir, bir hekim midir yoksa bir şifa bulan mıdır?

Bir şair midir yoksa bir gerçek midir? Bir kurtarıcı mıdır yoksa bir bağlayıcı mıdır? Bir
hayır mıdır yoksa bir şer midir?

Ben insanlar arasında geleceğin parçaları arasındaymışım gibi dolaşıyorum, gördüğüm
geleceğin.

Benim bütün şiirim ve düşüncem : Parçaları, bilmeceleri ve korkunç rastlantıları tek
parça haline getirmektir.

Ve eğer insan; şair, bilmece çözen ve rastlantıdan kurtaran olmasaydı , insan olmaya
nasıl dayanabilirdim?

Geçmişleri kurtarmak ve bütün "Böyleydi "leri " Böyle istiyordum" haline getirmek.
Bence kurtuluş budur.

İrade kurtarıcı ve sevinç getiricinin adı budur. Dostlarım size bunu öğrettim. Fakat
şunu da öğrenin; bizzat irade henüz hapistir.

İrade kurtarır. Fakat kurtarıcıyı da zincire vuran şeyin adı nedir? "Böyleydi" iradenin
diş gıcırtısı ve en çileli derdi budur. Olmuş şeylere karşı iktidarsız olan için, bütün
geçmişlere karşı kötü bir seyircidir.

İrade geriye gitmesini istemez. Zamanı ve zamanın tutkularını kıramaması, iradenin en
çekilmez derdi budur.

İrade kurtarır. Kederinden kurtulmak ve zindanın alayından kurtulmak için irade ne
bulur?

Ah, her tutsak bir çılgın olur ve tutsak irade de kendisini çılgınca kurtarır.

Zamanın geri gitmemesine kızar. Geçmiş, onun yuvarlayamadığı taştır. O böylece gam
ve hiddet taşları yuvarlar ve kendisi gibi gam ve öfke duymayandan intikamını alır.

İrade, böylece bir kurtarıcı ve bir acı verici oldu. Ve acı çekebilen herşeyden de geriye
gidemediği için ,intikam alıyordu.

İntikam : iradenin zamana ve geçmişe karşı tiksintisinden ibarettir.

Gerçekten, irademizde de büyük bir delilik var. Ve bu iradenin espri öğrenmesi her

11
insani şeye bir lanet oldu.


Kin ruhu: Dostlarım, insanları şimdiye kadar en çok düşündüren buydu. Ve acı olan
her yerde ceza bulunmalıydı.


Bu ceza, intikamın kendi kendisine verdiği addır. o, bu yalan söze sığınarak iyi
vicdanlı görünmek ister.


İrade, geçmişi kapsamadığı için ıstıraplıdır. Onun için bizzat irade ve hayat birer ceza
olmalıdır.


Sonunda ruhun üzerine bulutlar yığılır ve şu çılgınlık hükmü meydana gelir: "Herşey
sona eriyor, onun için herşey bitmeye layıktı. Zamanın çocuklarını yemesi yasası bizzat
adalettir." Delilik bunu telkin eder.


"Herşey hukuk ve cezaya göre ve ahlaki bir sıraya uydurulmuştur. Öyleyse olayların
akışından ve varlık cezasından kurtuluş nerede?" delilik bunu söyler.


" Sonsuz bir hukuk varsa kurtuluş olabilir mi? Ah 'böyleydi' taşı, kımıldatılmaz. (Yani
geçmişe etki edilemez) O halde, bütün cezalar sonsuz olmalı", delilik bunu söyler.


"Hiçbir eylem yok edilemez, ceza ile nasıl olmamış hale gelir. Varlık denen ceza şundan
dolayı sonsuz: O daima eylem ve suç olmaya mecburdur. Meğer ki irade kendini
kurtarsın ve istemek, istememek haline gelsin". Fakat kardeşlerim, bu bir çılgınlık
masalıdır.


Ben, irade yaratıcır, dediğim zaman sizi bütün bu masallardan uzaklaştırmış oldum.


Yaratıcı irade "Böyle istiyordum, böyle isteyeceğim" deyinceye kadar "Böyleydi"
hükümleri bir kırıntı, bir bilmece ve bir korkunç rastlantıdan ibarettir.


Fakat böyle konuşuyor muydu, bu ne zaman olacak? İrade kendi deliliğinden
korunabilir mi?


İrade bizzat kendisinin kurtarıcısı ve sevinç getiricisi oldu mu? Kini ve diş bilemeyi
unuttu mu? Ona zamanla barışmayı ve bütün barışmaların daha üstünde olan şeyi kim
öğretti?


Kudret isteyen irade, barışmaktan daha üstün bir şey istemelidir. Bu nasıl oluyor?
Geçmişi istemeyi ona kim öğretti?"


Zerdüşt sözünün burasında birdenbire durdu. Pek fazla korkmuş gibi bir hal aldı.
Korkmuş gözlerle şükredenlere baktı. Bakışı, onların fikirlerini ve içlerinde saklananı
bir ok gibi deldi, fakat az sonra yine gülümsedi ve tatlılıkla şöyle dedi:
" İnsanlarla beraber yaşamak güç; çünkü susmak güç, hele bir geveze için."


Zerdüşt böyle dedi. Fakat kambur, konuşmayı dinlemiş ve bu sırada yüzünü örtmüştü.


12
Fakat Zerdüşt'ün güldüğünü duyunca soran bakışlarla gözünü açtı ve yavaşça şöyle
dedi:

- " Fakat Zerdüşt şükredenlerine neden bizimle konuştuğu gibi konuşmuyor? "
Zerdüşt cevap verdi: "Bunda şaşacak ne var? Kamburlarla kamburca konuşulabilir.
– "Pekala " dedi kambur, "öğrencilerle de okul dedikodusu yapılır. Fakat Zerdüşt
neden öğrencileriyle kendisiyle konuştuğu gibi konuşmuyor?"
Ayaktakımı Hakkında

Bir haz pınarıdır hayat; fakat zehirlenir ayaktakımının içtiği tüm pınarlar.
Temiz, açık seçik olan herşeye bayılırım; ancak sırıtan ağızları ve pislerin susuzluğunu
sevmem.


Gözlerini aşağıya, pınara diker onlar: ondan sonradır ki, iğrenç gülüşleri, pınardan
yukarı doğru yansır bana.


Kutsal suyu şehvetleriyle zehirlediler ve kirli rüyalarını haz diye tanımlarken,
sözcükleri de zehirlediler.


İştahı kesilir kıvılcımların, tutsalar yaş kalplerini ateşe; kaynamaya ve tütmeye başlar
ruhun ta kendisi, ne zaman yaklaşsa ayaktakımı ateşe.


Buruşur ve içi geçer meyvenin onların elinde; rüzgar karşısında dayanaksız kılar
bakışlarıyla meyve ağacını, kurutur tepesini.


Ve bazıları, sırtını dönüp hayata, özünde ayaktakımına sırtını dönmüş oldu: paylaşmak
istemedi pınarı, alevi ve meyveyi ayaktakımıyla.


Ve çöle gidip yırtıcı hayvanlarla birlikte susuzluk çeken bazıları oturmak istemediler
sarnıcın başına, pasaklı devecilerle. Ve yok etmek üzere gelen ve meyve bahçelerinin
üzerine dolu sağanağı misali boşalan bazıları, ayaklarını ayaktakımının boğazına
tıkamak ve seslerini kesmek niyetindeydiler sadece.


Bana en çok bulantı veren lokma, hayatın ta kendisinin düşmanlık,ölüm ve azap
çarmıhları gerektirdiğini bilmek değildir.


Tam tersi; bir gün şu soruyu sordum kendime ve az kalsın boğuluyordum bu sebeple:
Ne? Hayatın ayaktakımına da mı ihtiyacı var?


13
Zehirlenmiş pınarlara mı ihtiyaç var? Berbat kokan ateş, kirlenmiş rüyalar ve hayat
ekmeğinin içindeki kurtlar da mı bir ihtiyaç?

Nefretim değil, tiksintim kemirip bitiriyor hayatımı, aç kurtlar gibi! Ah, bezdirdi beni
ruhtan[zekadan], ayaktakımının dahi bir ruhu[zekası] olduğunu görmek.
Ve döndüm sırtımı hükümdarlara, neyi kasteddiklerini öğrendikten sonra
hükmetmekle: hükmetmek diyorlar, iktidar uğruna pazarlık yapmaya ve çekişmeye
-ayaktakımıyla.

Dilini bilmediğim yabancı halklar arasında kulakları tıkalı yaşadım: duymayayım diye,
iktidar uğruna yapılan pazarlık ve çekişmeyi.

Burnumu tıkayıp gönülsüzce geçtim, tüm dün ile bugündeki herşeyin
içinden.Hakikaten,muharrir ayaktakımın tüm dün ile bugünü berbat kokusunu
yayıyor.

Bir dilsiz, bir sağır, bir kör ve kötürüm gibi, -böyle yaşadım, uzun bir süre; uzak
kalmak için iktidar-ayaktakımı, muharrir ayaktakımı ve haz ayaktakımından.
Zahmetle tırmandı merdivenleri ruhum, ihtiyatla; haz sadakalarıyla ferahladı ve
sürünerek geçti ömrü körün.

Ne oldu bana böyle? Nasıl kurtardım kendimi tiksintiden? Kim gençleştirdi gözümü?
Ve nasıl ulaştım, pınar başlarında ayaktakımının bulunmadığı yüceliğe?

Tiksintim mi verdi bana, kanat takıp, pınarı bulma gücünü? Hakikaten, yeniden
bulmak için haz pınarını, en yüksek irtifalara yükselmem gerekti!

Ah, buldum onu kardeşlerim! Burada, en tepede kaynıyor benim için haz pınarı. Ve
sularından hiçbir ayaktakımının içmediği bir hayat var burada!

Ey haz pınarı, pek şiddetle akmaktasın gibi geliyor bana! Ve doldurmak isterken çok
defa, boşaltıyorsun kaseyi.

Benimse çok daha tevazu göstererek yaklaşmayı öğrenmem gerek sana: hala şiddeletle
akmakta kalbim sana doğru.

İçinde yazımın yandığı kalbim; o ömürsüz, kızgın, kara sevdalı ve mesut yazımın:
Nasıl da hasretlik çekmekte serinliğine, benim yaz kalbim!

Gelip geçti baharımın dingin hüznü! Geçti hırçınlığı, haziranda görülen kar
yumaklarının! Tepeden tırnağa yaz kesildim, hatta yaz öğlesi.

Bir yaz ki, en yüksek irtifada, soğuk pınarlar ve bahtiyarlık veren bir sükunet içinde:
ah, geln dostlarım, gelin de daha da bahtiyar olsun sükunet!

14
Zira bu, bizim zirvemiz ve bizim yordumuzdur: burada, tüm pislik ve onların
susuzlukların ötesinde, sarp bir yerde yaşıyoruz.

Dostlarım, sizler ey, dikin duru gözlerinizi haz pınarıma! Nasıl olur da bulanır
bununla! Gülüşünüze, kendi temizliğiyle karşılık verecektir pınar. Yuvamızı istikbal
ağacının üstüne kurarız; kartallar gagalarında, biz yanlızlara, yiyecek getirir!

Hakikaten, temiz olmayanların bizimle paylaşabileceği bir yiyecek değil bunlar! Onlar
ateşi yiyebileceklerini sanıp yakarlar ağızlarını!

Hakikaten, kalacak bir yer hazırlamıyoruz temiz olmayanlar için! Buz mağarası gibi
gelir saadetimiz, onların bedenleri ve ruhlarına!

Ve sert rüzgarlar gibi yaşamak isteriz onların üstünde; kartallara komşu, kara komşu,
güneşe komşu: böyle yaşar sert rüzgarlar.

Ve bir gün, sert bir rüzgar misali eseceğim aralarında ve ruhumla keseceğim soluğunu
ruhlarının: böyle olmasını arzular benim geleceğim.

Hakikaten, sert bir rüzgardır Zerdüşt, tüm düzlüklerde; şu öğüdü verir tüm
düşmanlarına, tüm tüküren ve kusanlara : "Sakının rüzgara karşı kusmaktan!"

Zerdüşt böyle buyurdu...

Merhamet Edenler Hakkında

Dostlarım, dostunuza şöyle bir yergi yöneltmişler: "Zerdüşt'e bakın! Sanki biz
hayvanmışız gibi dolaşmıyor mu aramızda?

Ama şöyle dense daha iyi olur: " Gören kişi insanlar arasında, hayvanlar arasındaymış
gibi dolaşır."

İnsanın kendisi, gören kişi için nedir: al yanaklı bir hayvan.

Bu, insanın başına nasıl gelmiştir? Pek sık utanmak zorunda kalmasından değil midir?

Ey dostlarım! Şöyle der gören kişi: utanç, utanç, utanç, -insanın tarihi budur!

Ve bunun için soylu kişi, başkalarını utandırmamayı buyurur kendine: bütün acı
çekenlerin önünde utancı buyurur kendine.

Gerçek, sevmem onları, o acıyanları, o acırken mutlananları: utançtan yana pek eksik

15
onlar.

Acımam gerekirse, bana acıyan kişi denmesini istemem; ve acıyan kişiysem, uzaktan
olmasını yeğ tutarım.

Ve yeğ tutarım başımı örtmeyi ve daha tanınmadan kaçmayı: sizin de böyle yapmanızı
isterim, dostlarım.

Yazgım yoluma hep sizin gibi dertsizleri çıkarsın, kendileriyle umut ve yemek ve bal
bölüşebileceğim kişileri!

Gerçek, o dertliler için şunu bunu yaptım: fakat daha iyi sevinmeyi öğrendiğimde, hep
daha iyi şeyler yapmışım gibi geldi bana.

İnsanlığın var olduğu günden beri insan pek az sevinmiştir: yalnız bu, kardeşlerim,
bizim ilk günahımızdır!

Daha iyi sevinmeyi öğrenirsek, başkalarına zarar vermeyi ve zarar düşünmeyi daha
kolay unuturuz.

Bunun için elimi yıkarım acı çekene yardım edince; bunun için gönlümü dahi silerim.

Çünkü acı çekeni acı çeker görünce, onun utancından ötürü utandım; ve ona yardım
edince, gururunu pek yaman incitmiş oldum.

Büyük borçlar insanları değer bilmeye değil, kin beslemeye yöneltir; küçük bir iyilik,
unutulmazsa, kemiren bir kurt olur çıkar.

"Çekingen kabul edin! Kabul ederken kendinizi gösterin!" -bunu salık veririm armağan
edecek şeyi olmayanlara.

Ama ben, armağan edenim: dostun dosta vermesi gibi armağan etmeyi severim. Fakat
yabancılarla yoksullar, meyveyi ağacından kendileri koparabilirler; daha az utandırır
bu.

Ama dilencilerin kurutmalı kökünü! Gerçek, onlara vermek kişiyi tedirgin eder, onlara
vermemek dahi kişiyi tedirgin eder.

Günahkarlarla tedirgin vicdanlar da öyle! Bana inanın, dostlarım: Vicdan yarası,
yaralanmayı öğretir kişiye.

Ama en kötüsü, küçük düşüncelerdir. Gerçek, kötülük işlemek, küçük düşmekten
yeğdir.

Elbet, siz dersiniz: "küçük kötülüklerin verdiği haz, bizi nice büyük kötü işlerden
esirger." Fakat burda kişi esirgenmek istememeli.

16
Çıban gibidir kötü iş: kaşınır ve sinirlendirir ve patlar, -dürüst konuşur.

"Bak, ben sayrılığım," der kötü iş: bu onun dürüstlüğüdür.

Oysa mantar gibidir küçük düşünce: sokulur ve saklanır ve hiçbir yerde olmak istemez,
-ta ki bütün gövde küçük mantarlarla çürür, sararır, solar.

Ama cin tutmuş kişinin kulağına şu sözü fısıldamak isterim: "cinini büyütsen iyi
edersin! Senin için bile daha büyüklük yolu bulunur!"

Ah kardeşlerim! Kişi herkesi biraz fazla tanır. Ve nice kimseler bize göre
saydamlaşırlar, yine de biz onların içine hiçbir zaman giremeyiz.

İnsanlar arasında yaşamak güçtür, susmak çok güçtür de ondan.

Ve biz zıddımıza gidene haksızlık etmeyiz en çok, bizi hiç ilgilendirmeyene ederiz.

Fakat acı çeken dostun varsa, acısına dinlenme yeri ol; sert bir yatak gibi ama asker
yatağı gibi: onun en çok böyle yararsın işine.

Ve dostun biri sana kötülük ederse, şöyle de: "Bana ettiğini sana bağışlıyorum; ama
kendine ettiğini, - onu nasıl bağışlarım!"

Böyle buyurur her büyük sevgi: o bağışlamayı da, acımayı da alteder.

Kişi yüreğini sıkı tutmalı: onu bir koyverdin mi, kafanı da pek çabuk kaçırırsın!

Ah, dünyada acıyanların deliliklerinden daha büyük delilikler nerede görülmüştür? Ve
dünyada acıyanların deliliklerinden daha çok acı doğurmuş ne vardır?

Yazık bütün o seven, fakat acımalarının üstüne çıkmayan kişilere!

Birgün bana şöyle dedi şeytan: "tanrının dahi kendi cehennemi vardır: bu, insana
sevgisidir."

Ve şöyle dediğini işittim geçenlerde: "Tanrı öldü: insana acımasından öldü tanrı."

Böylece acımadan sakının: o yandan insan üstüne bir kara bulut gelecek daha! Gerçek,
ben havanın dilinden anlarım!

Ama şu sözü de belleyin: her büyük sevgi, bütün acımasının üstündedir: çünkü o,
sevileni yaratmak ister!

Kendimi sunuyorum sevgime,"komşumu da kendim gibi" -konuşması da böyledir,
bütün yaratıcıların.Ama bütün yaratıcılar çetindirler.

Böyle buyurdu Zerdüşt.

17
Armağan Eden Erdem Hakkında

Zerdüşt, gönülden bağlandığı, adı "Alaca İnek" olan kentten ayrıldığında, onu,
kendilerine Zerdüşt'ün öğrencileri diyen birçok kimseler izlediler, ona eşlik ettiler.
Böylece bir dörtyol ağzına geldiler: derken Zerdüşt onlara, artık yalnız yürümek
istediğini söyledi; çünkü yalnız yürümeyi severdi. Fakat ayrılırken, öğrencileri ona bir
asa armağan ettiler: altın kabzasında, güneşin çevresine bir yılan sarılıydı. Zerdüşt
asaya sevindi ve on dayandı; derken şöyle buyurdu öğrencilerine:

Söyleyin bana: nasıl oldu da altın en yüksek değere ulaştı? Az bulunur ve yararsızdır
ve parıldar ve tatlı bir parlaklığı vardır da ondan; hep kendisini armağan eder.

Ancak en yüksek erdemin simgesi olarak erişti altın en yüksek değere. Altın gibi
parıldar armağan edenin bakışları. Altın parlaklığı, ayla güneş arasında barış kurar.

Az bulunur en yüksek erdem ve yararsızdır, parıldar ve tatlı bir parlaklığı vardır:
armağan eden erdem en yüksek erdemdir.

Gerçek, anlıyorum sizi öğrencilerim: siz de, benim gibi, armağan eden erdem için
çırpınıyorsunuz. Sizin kediler ve kurtlarla ortak neyiniz olabilir ki?

Kendiniz kurban ve armağan olmaya susamışsınız: bundandır bütün zenginlikleri
gönlünüzde toplamaya susamanız.

Doymak bilmeden çırpınır gönlünüz hazineler ve mücevherler için, çünkü erdeminiz
armağan etmek isteğine doymuyor.

Bütün nesneleri kendinize ve içinize dolmaya zorluyorsunuz, sevginizin armağanları
olarak yeniden aksınlar diye çeşmenizden.

Gerçek, böyle armağan eden sevgi, bütün değerlerin hırsızı olmalıdır: ama ben sağlam
ve kutlu derim böylesi bencilliğe.

Bir başka bencillik daha vardır, züğürt mü züğürt ve aç, hep çalmak isteyen, -sayrıların
bencilliği, sayrı bencillik.

O, her parlayan şeye hırsızın bakışlarıyla bakar; yiyeceği bol olanı, açların tutkusu ile
süzer; hep armağan edenlerin masalarına sokulur.

Bu tutkuda sayrılık dile gelir, ve görünmez yozlaşma; bir sayrı gövdeden söz eder bu
bencilliğin hırsız tutkusu.

Söyleyin bana kardeşlerim, bizce kötü ve en kötü nedir? Yozlaşma değil mi? -Ve
armağan eden gönlün olmadığı yerde hep yozlaşmadan kuşkulanırız.

Yükselen bir yoldur bizimki, türden üst türe doğru. Fakat "herşey benim için" diyen

18
duygu ürperme verir bize.

Yükseğe uçar bizim duygumuz: gövdemizin bir simgesi olur böylece, bir yükseliş
simgesi. Bu türlü yükselişlerin simgeleri, erdemlerin adlarıdırlar.

Böyle geçer gövde tarihten, oluşarak savaşarak. Ya ruh, -nesidir gövdenin? Savaşlarının
ve zaferlerinin habercisi, yoldaşı ve yankısı.

Simgelerdir, iyi ile kötünün bütün adları. Onlar açık söylemezler, ancak çıtlatırlar.
Delidir onlardan bilgi isteyen!

Ruhunuzun simgelerle konuşmak istediği her saati kollayın kardeşlerim: ordadır
erdeminizin kaynağı.

Yükselir o zaman gövdeniz ve dirilir; sevinciyle kendinden geçirir ruhu; o da böylece,
yaratan ve değerlendiren ve seven ve herşeyin yardımcısı olur.

Yüreğiniz ırmak gibi dolup taşarcasına aktığında, -dolaydakiler için bolluk ve tehlike:
ordadır eyleminizin kaynağı.

Övgünün ve yerginin üstüne yükseldiğinizde ve isteminiz, seven birinin istemi gibi,
bütün nesnelere buyurmak istediğinde: ordadır erdeminizin kaynağı.

Hoş şeyleri ve yumuşak döşeği horgördüğünüzde , döşeğinizi yumuşak yüreklilerden
yeterince uzağa serdiğinizde: ordadır erdeminizin kaynağı.

Bir tek istemle istediğinizde; ve bu, bütün gereksinmeleri giderene "zorunluluk"
dediğinizde: ordadır erdeminizin kaynağı.

Gerçek, yeni iyi ve kötüdür o! Gerçek, yeni bir derin çağıltı, yeni bir kaynağın sesi!

Güçtür bu yeni erdem; bir egemen düşüncedir o, ve çevresinde bir uyanık can: bir altın
güneş ve çevresinde bilgi yılanı.

Burda biraz durdu Zerdüşt, öğrencilerine sevgiyle baktı. Ve şöyle sürdürdü
konuşmasını: -sesi değişmişti.

Yeryüzüne bağlı kalın kardeşlerim, erdeminizin gücüyle! Armağan eden sevginiz ve
bilginiz yeryüzünün anlamına hizmet etsin! Bunu diler, yalvarırım size.

Yersel şeylerden kaçırtıp da, sonrasız duvarlara çarptırmayın kanatlarını! Ah, öteden
beri hep öyle çok erdem kaçmıştır ki!

Siz de, benim gibi, kaçmış erdemi geri döndürün yeryüzüne, -evet, gövdeye ve hayata:
yeryüzüne kendi anlamını versin diye, -insanca bir anlam versin diye!

Ruh da erdem gibi yüzlerce kez kaçmış ve yanlışlara saplanmıştır şimdiye dek. Ah,

19
bütün bu delilikler, bu yanlışlar gövdenizde barınır daha: gövde ve istem olmuştur
orda.

Ruh da erdem gibi yüzlerce kez denemiş ve yorulmuştur şimdiye dek. Evet, denemeydi
insan. Ah, biz de pek çok bilgisizlik ve yanılgı gövdeleşmiştir.

Binlerce yılın yalnız usu değil, çılgınlığı da kopar bizim içimizde. Tehlikelidir mirasçı
olmak.

Adım adım raslantı deviyle çarpışıyoruz daha; bütün insanlığa şimdiye dek
anlamsızlık, anlam yokluğu buyruk yürütmüştür.

Ruhunuz ve erdeminiz yeryüzünün anlamına hizmet etsin kardeşlerim: ve herşeyin
değeri sizce belirlensin yeniden! Bundan ötürü savaşçı olmalısınız siz! Bundan ötürü
yaratıcı olmalısınız siz!

gövde bile arıtır kendini; bilgiyle deniyerek kendini yükseltir; gören kişide bütün
içgüdüler kutsallaşırlar; yükselen kişide can sevinçli olur.

Hekim, kendine yardım et sen: böylece sayrılarına da yardım etmiş olursun. Onun en
iyi yardımı, kendi kendini iyi edeni kendi gözüyle görebilmesi olsun.

Binlerce yol var daha ayak basılmadık, hayatın binlerce sağlıkları ve gizli adaları. İnsan
ve insanın dünyası tükenmemiştir, açığa çıkarılmamıştır daha.

Uyanın da dinleyin ey yalnızlar! Yeller esiyor gelecekten gizli kanat vuruşları ile,
duyarlı kulaklara iyi haberler açıklanıyor. Siz ey bugünün yalnızları, ey çekilenler, siz
ilerde bir ulus olacaksınız: sizden, kendini seçmiş kişilerden bir ulus doğacak: -bu
ulustan da üstinsan.

Gerçek, bir iyileşme yeri olacak yeryüzü daha! Şimdiden bir yeni koku var çevresinde,
kurtuluş getiren, -ve yeni bir umut!

Zerdüşt bu sözleri söyledikte, daha son sözünü söylememiş biri gibi durdu; asasını
uzun bir süre tarttı elinde kuşkuyla. Sonunda şöyle buyurdu: -sesi değişmişti.

Artık yalnız gidiyorum öğrencilerim! Siz de gidin, yalnız gidin! Öyle istiyorum ben.

Gerçek, size salık veririm: benden ayrılın da Zerdüşt'e karşı koyun! Daha iyisi: ondan
utanın! Belki o sizi aldatmıştır.

Bilgi eri düşmanlarını sevebilmekle kalmamalı, dostlarından da nefret edebilmeli.

Kişi salt bir öğrenci olarak kalırsa, öğretmenine borcunu iyi ödememiş sayılır. Ve siz
sanki neden benim çelengimi yolmayasınız?

Beni sayıyorsunuz; ya saygınız birgün çökerse? Sakın bir heykelin altında

20
kalmayasınız!

Zerdüşt'e inandığınızı mı söylüyorsunuz? Fakat ne önemi var Zerdüşt'ün! Bana inanan
kişilersiniz: fakat ne önemi var bütün inanan kişilerin!

Daha kendinizi aramamıştınız: beni buldunuz derken. Bütün inananlar böyledirler;
bütün inançların önemi bu yüzden bu kadar azdır.

Artık beni yitirmenizi ve kendinizi bulmanızı istiyorum; ancak hepiniz beni
yadsıdığınız zaman döneceğim size.

Gerçek, o zaman başka bir gözle arayacağım yitik kişilerimi kardeşlerim; o zaman
başka bir sevgiyle seveceğim sizi.

Ve dostlarım olacaksınız bir daha, ve bir tek umudun çocukları: o zaman, büyük öğleyi
sizinle kutlamak için, üçüncü bir kez olacağım aranızda.

Şudur büyük öğle: insan, hayvanla üstinsan arasındaki yolunun ortasındadır ve akşam
yolunu en büyük umudu olarak kutlamaktadır: çünkü bu, yeni bir sabah yoludur.

O zaman kutsar kendini batan kişi, karşıya ve öteye geçen olduğu için; ve bilgisinin
güneşi tam tepesinde durur.

"Öldü bütün tanrılar; üstinsanın yaşamasını istiyoruz artık." -O büyük öğlede son
arzumuz bu ola!

Böyle buyurdu Zerdüşt.

Bedeni Küçümseyenler Hakkında

Gövdeyi horgörenlere yöneltmek istiyorum sözümü. Ne yeniden öğrensinler, ne
yeniden öğretsinler bana, kendi gövdelerine hoşçakal desinler yalnız, ve böylece
sussunlar.

"Gövdeyim ben, ve can" -böyle der çocuk. Fakat neden çocuklar gibi konuşmamalı?

Oysa uyanmış, bilen kişi der:" Baştan aşağı gövdeyim ben, başka hiçbirşey değilim; can
da ancak gövdedeki bir şeyin adıdır."

Gövde büyük bir ustur, tek anlamlı bir çokluk, savaş ve barış, sürü ve çoban.

Senin küçük usun dahi gövdemin bir aracıdır kardeşim, o senin "ruh" dediğin, -büyük
usunun küçük bir aracı ve oyuncağıdır.

21
"Ben" diyorsun ve bu sözden gurur duyuyorsun. Oysa daha büyüktür ondan -senin
inanmak istemediğin- gövden ve gövdenin büyük usu: o "ben"
demez, "ben" eyler.


Ne ki duyu duyar, ne ki ruh bilir, kendi başına erek değildir hiçbir zaman. Oysa duyu
ve ruh seni, herşeyin ereği olduklarına inandırmak isterler: öylesine kendini
beğenmiştir onlar.


Araç ve oyuncaktır duyu ve ruh: arkalarında "kendi" vardır daha. Bu "kendi", duyuların
gözleriyle arar, ruhun kulakları ile dinler.


Hep dinler "kendi" ve arar: karşılaştırır, boyun eğdirir, yener, yıkar. Egemenlik sürer ve
"ben"in dahi egemenidir.


Düşüncelerinin ve duygularının gerisinde kardeşim, zorlu bir hakan, bilinmeyen bir
bilge vardır, -ona "kendi" denir. O senin gövdende barınır, o senin gövdendir.


Senin gövdende, değme bilgeliğinden daha çok us vardır. Ve gövden kimbilir neden
ille de bu değme bilgeliğini gereksinir.


Kendi'n, ben'ine ve onun mağrur sıçrayışlarına güler: "Düşüncenin bu sıçrayışlarından
ve uçuşlarından bana ne?" der kendi kendine. "Amacım için dolambaçlı bir yol. Ben
yöneten ipiyim ben'in ve kavramlarını fısıldayanım."


Kendi, ben'e der: "Ağrı duy!" Derken ben acı çeker ve daha fazla acı çekmemenin
yolunu düşünür, -ve düşünmesi yanız bunun içindir.


Kendi, ben'e der: "Sevinç duy!" Derken ben sevinir ve sık sık sevinmenin yolunu
düşünür, -ve düşünmesi yalnız bunun içindir.


Bir çift sözüm var gövdeyi hor görenlere. Horgörmelerini doğuran saygılarıdır. Saygıyı
ve horgörmeyi ve değeri ve istemi yaratan nedir?


Yaratıcı kendi, saygıyı ve horgörmeyi yarattı kendine, sevinci ve acıyı yarattı kendine.
Yaratıcı gövde, istemine el olsun diye, kendine ruhu yarattı.


Deliliğinizle ve horgörmenizle dahi, ey gövdeyi horgörenler, kendi'nize hizmet
ediyorsunuz. Size diyorum: kendi'nizdir ölmek ve hayattan ayrılmak isteyen.


En çok yapmak istediği şeyi yapamıyor artık: -kendinden öte yaratmayı. En çok istediği
budur, bütün özlemi budur.


Oysa bunda çok geç kalmıştır: -bu yüzden kendi'niz batmak istiyor, ey gövdeyi
horgörenler.


Batmak istiyor kendi'niz; ve siz bu yüzden gövdeyi horgörenler oldunuz. Artık
kendinizden öte yaratamıyorsunuz da ondan.


22
Bu yüzden kızıyorsunuz hayata ve yeryüzüne. horgörmenizin şaşı bakışında bilinçsiz
bir kıskançlık var.

Ben sizin yolunuzdan gitmiyorum, ey gövdeyi horgörenler! Siz bence üstinsana köprü
değilsiniz!

Böyle buyurdu Zerdüşt.

Yeni Putlar Hakkında

Bazı yerlerde daha uluslar ve sürüler vardır, ama bizde yoktur kardeşlerim: burda
devletler vardır.

Devlet mi ? O da ne ? Peki ! Şimdi bana kulak verin, size ulusların ölümünden söz
açacağım.

Bütün soğuk canavarların en soğuğuna devlet denir. Soğuk soğuk yalan söyler o ve
ağzından şu yalan sürüne sürüne çıkar: "Ben, devlet - ulusum ben."
Yalan! Yaratıcılardı ulusları yaratanlar ve onların üstüne bir inanç ve sevgi asanlar:
böylece hayata hizmet ettiler.

Yıkıcıdırlar, nicelere tuzak kuranlar ve buna devlet diyenler: onların üstüne bir kılıç
ve yüzlerce arzu asarlar.

Nerde daha ulus varsa, orda devlet anlaşılmaz; kem göz ve yasalara, törelere karşı
işlenmiş bir günah sayılarak ondan nefret edilir.

Size şu belirtiyi veririm: her ulus kendi iyilik ve kötülük diliyle konuşur: komşu
anlamaz bunu. O, dilini yasaları, töreleri içre yaratılmıştır kendine.

Fakat devlet bütün iyilik ve kötülük dilleriyle yalan söyler ve ne söylese yalandır - ve
nesi varsa hepsi çalıntıdır.

Düzmedir onda her şey; çalınmış dişlerle ısırır bu ısırgan. Bağırsakları bile düzmedir
onun.

İyilik ve kötülük dillerinin karışıklığı: devletin belirtisi olarak bu belirtiyi veririm size.
Gerçek ölüm istemini gösterir bu belirti! Gerçek, ölüm vaizlerini çağırır o!

Gereğinden arta insan doğuyor: gereksizler için yaratılmıştır devlet!

Hele bakın, devler nasıl ayartıyor bu gereksizleri! Nasıl yutuyor, çiğniyor da çiğniyor
onları!

"Yeryüzünde benden büyüğü yoktur: düzenleyen parmağıyım ben tanrının" -böyle
böğürür o canavar. Ve yalnız uzun kulaklılar ve kısa görüşlüler değildir diz çökenler!

Ah, size de fısıldar, ey ulu canlar, karanlık yalanlarını o! Ah, kendilerini harcamayı

23
seven zengin gönülleri bulur çıkarır o!

Evet, sizi de bulur çıkarır o, ey eski tanrıyı yenenler! Siz savaştan yorgun düştünüz,
şimdiyse yorgunluğunuz yeni puta yarıyor!

Çevresine kahramanlar ve onurlu kişiler dizmek ister o, yeni put! İyi vicdanların
günışığında ısınmayı sever o, -soğuk canavar!

Siz ona taparasanız, herşeyi verir size, bu yeni put: böylece erdemlerinizin parıltısını
ve gururlu gözlerinizin bakışını satın alır.

Gereksizleri ayartmada sizi yem olarak kullanır. Evet, cehenneme vergi bir araç
uydurulmuştur burda, tanrısal şereflerin süslü koşumu içre şıngırdayan bir ölüm atı!

Evet niceler için bir ölüm bulunmuştur burda, kendini hayat gibi över: gerçek,
yürekten bir yardım bütün ölüm vaizlerine!

Devlet derim ona, herkesin ağı içtiği yere, iyilerin ve kötülerin: devlet, herkesin
kendini yitirdiği yer, iyilerin ve kötülerin: devlet, herkesin ağır ağır kendi canına
kıymasına "hayat" denen yer.

Şu gereksizlere bakın hele! Türeticilerin eserlerini ve bilgelerin hazinelerini çalarlar:
kültür derler hınzırlıklarına, -ve herşey sayrılık ve sıkıntı gelir onlara!

Şu gereksizlere bakın hele! Hep sayrıdır onlar; safralarını kusarlar ve buna gazete
derler. Birbirlerini yutarlar ve kendilerini dahi sindiremezler.

Şu gereksizlere bakın hele! Servet edinirler ve bununla züğürtleşirler. Güç isterler,
en çokta güç kaldıracını, bol parayı isterler, -bu yetersiz kişiler!

Tırmanışlarına bakın şu çevik maymunların! Birbirinin sırtına binerek tırmanırlar,
böylece çamura ve uçuruma yuvarlanırlar.

Hepsi de tahta ulaşmak ister: bu onların çılgınlığıdır, -tahtın üstünde sanki mutluluk
otururmuş gibi! Çokluk çamur oturur tahtın üstünde, -tahtta çokluk çamurunun
üstüne oturur.

Bna hepsi çılgın görünür bunların ve tırmanan maymun ve azgın görünür. Burnuma
kötü kokar putları, o soğuk canavar: hepsi de kötü kokar burnuma, bu
putperestlerin!

Kardeşlerim, bunların ağızlarının ve iştahlarının dumanında boğulmak mı
istiyorsunuz? Pencereleri kırıp dışarı fırlasanız.

Kötü kokunun yolundan çekilin! Gereksizlerin putperestliğinden uzak durun!

Kötü kokunun yolundan çekilin! Bu insan kurbanlarının buğusundan uzak durun!

Yeryüzü ulu canlar için açık duruyor daha. Nice yerler- çevresinde durgun denizlerin
kokusu yüzen -yalnızlar ve yalnız çiftler için boş duruyor daha.

Ulu canlar için özgür bir hayat açık duruyor daha. Gerçek, malı az olanın köleliği az

24
olur: ne mutlu küçük yoksulluğa!

Orada, devletin bittiği yerde, orada başlar gereksiz olmayan insan: orada başlar
gerekli kişilerin türküsü, o eşsiz, o benzersiz ezgi.
Oraya, devletin bittiği yere, -oraya bak, kardeşim! Görmüyor musun gökkuşağını ve

köprülerini üstinsanın?
Böyle buyurdu Zerdüşt.

Zehirli Örümcek Üstüne

Bak, bu zehirli örümcek mağarasıdır. onu kendin görmek ister misin? Ağ şurada
asılıdır. Dokun da titresin. Nah işte kendiliğinden geliyor. Hoş geldin örümcek!


Sırtında bir işaret, bir kara üçgen var. Ben, ruhunda ne olduğunu da bilirim.
Senin ruhunda öç vardır. Isırdığın yerde siyah kabuk biter. Senin zehrin, kiniyle ruha
baş dönmesi verir.


Ey eşitlik öğütleyenler, ruhu titreten sizler için bu sembolü kullanıyorum. Siz bence
zehirli örümceklersiniz ve kendini saklayan kincilersiniz.


Fakat ben sizin saklandığınız şeyleri açığa vuracağım. Onun için yüzünüze karşı
yüksekliklerin kahkahasıyla gülüyorum.


Onun için ağınızı koparıyorum ki öfkeniz sizi yalancılık mağaranızdan çıkarsın. Ve
hakkaniyet sözünüzün arkasındaki kininiz ortaya çıksın.


Çünkü insanın kinden kurtulması, en yüksek umuda götüren köprü ve uzun süren
kötü havalardan sonra görülen gökkuşağıdır bence.


Fakat zehirli örümcekler bunu istemezler. "Dünyanın, kinimizin fırtınalarıyla dolması
bizce hakkaniyettir," birbirleriyle böyle konuşurlar.


Onların örümcek kalpleri; "Bize eşit olmayan herşeyden intikam almak ve küfretmek
isteriz," diye sözleşir.


"Ve eşitlik iradesi." Bundan sonra erdemin ismi bu olmalı ve kudreti olan her şeye
haykırmalıyız.


Ey eşitlik öğütleyenler, kudretsizliğin zalim çılgınlığı sizde eşitlik diye haykırıyor. En
gizli, zalim şehvetleriniz erdem kelimelerine bürünüyor.


25
Zedelenmiş kibir, saklanmış kıskançlık, belki babalarınızın kini ve kıskançlığı. Bunlar
sizden ateş ve kin halinde çıkıyor.

Babanın gizlediği şey, oğlunda açığa çıkar. Çok defa oğul, babanın açığa çıkmış sırrıdır.

Onlar heyecanlı gibidirler, fakat onları heyecana getiren kalp değil, kindir. İnce ve
soğuk göründükleri zaman onları böyle yapan kıskançlıktır.

Kıskançlıkları onları dalgın dalgın düşünenlerin yoluna da yöneltir. Kıskançlıklarının
işareti şudur: Daima aşırı giderler.Öyle ki; yorgunlukları sonunda, kar üzerinde
uyumaya mecbur olurlar.

Her şikayetlerinden kin sesi duyulur. Her övgülerinde bir ceza vardır ve yargıç olmak
onlara mutluluk gibi gelir.

Fakat dostlarım, size şu öğüdü veririm, içlerinde ceza verme eğilimi kuvvetli olanlara
güvenmeyin.

Bunlar özü ve kaynağı bozuk halktır. Suratlarından cellat ve polis köpeği bakar.
Adaletten, haktan çok bahsedenlere güvenmeyin. gerçekten, ruhlarının eksiği yalnız
bal değildir.

Kendilerine iyiler ve adiller, diyorlarsa da unutmayınız ki, ikiyüzlü olmaları için
iktidardan başka eksikleri yoktur.

Dostlarım, başkaları ile karıştırılmak, başkalarına benzetilmek istemem. Öyleleri
vardır ki, benim hayat ilkemi telkin ederler ve aynı zamanda eşitlik öğütleyen ve
zehirli örümceklerdir.

Bu zehirli örümcekler mağaralarında oturup hayata sırtlarını çevirdikleri halde hayatı
överler. Bundan amaçları acı vermektir.

Şimdi iktidarda olanlara acı vermek isterler. Çünkü bunlarda ölüm öğüdü geçerlidir.

Böyle olmasaydı örümcekler başka türlü öğütleyeceklerdi: Bizzat onlar daha önce
dünyayı en fazla inkar eden ve tanrıya ortak koşanlara ceza verenlerdi.

Bu eşitlik öğütleyenleriyle karıştırılmak istemem. Çünkü bence hakkaniyetli hüküm
şudur : İnsanlar eşit değildir. Ve eşit olmamalıdırlar da. Eğer böyle demeseydim
İnsanüstü'ne olan sevgim ne olurdu?

İnsanlar, bin türlü köprü ve patika üstünden geleceğe koşuşmalıdır. Ve aralarında daha
fazla savaş ve eşitsizlik olmalıdır. Büyük sevgim bana bunu söyletir!

Düşmanlarında sahneler ve hayaletler yaratmalıdırlar. Ve bu hayaletlerle birbirlerine
karşı en çetin bir savaşa girişmelidirler.

26
İyi ve kötü, zengin ve fakir, büyük ve küçük ve bütün diğer değer yargıları, bunlar
bizzat hayatın kendisini yenmesi için silah ve akıl olmalıdır.

Bizzat hayat, okları ve merdivenleriyle yükseklere çıkmak ister. Uzak mesafelere
bakmak ve tatlı güzelliklere yönelmek ister. Onun için yüksekliklere muhtaçtır.

Yüksekliklere muhtaç olduğu için merdivenlere; merdivenler ve çıkıcılar arasında
zıtlıklara ihtiyaç vardır. Hayat, yükselmek ve yükselerek kendini yenmek ister.

Dostlarım, bana bakın, bu örümcekler mağarasının bulunduğu yerde eski bir tapınağın
yıkıntıları yükseliyor. Ona dikkatli bakın!

Gerçekten, bir zamanlar burada fikirlerini taş halinde yükselten ; en akıllı bir insan
gibi, hayatın bütün sırlarını biliyordu.

Güzellikte de savaş ve eşitsizlik olmasını ve iktidar ve üstün iktidar için harp
yapılması zaruretini o burada bize en açık işaretlerle gösteriyor.

Burada kubbe ve kavis bir güreş yapar gibi, nasıl ilahi bir şekilde bağdaşıyor. Bu ilahi
sütunlar ışık ve gölge aracılığı ile nasıl birbirlerini aşıyorlar.

Dostlarım, bizde böyle güzel ve emin bir düşmanlık yapalım, birbirimize karşı ilahi bir
şekilde yükselelim.

Vay eski düşmanım, örümcek, beni ısırdı.Parmaklarımı ilahi bir güven ve güzellikle
ısırdı.

"Bu bir ceza ve adalet olmalı" o, böyle düşünür. O burada düşmanlık şerefine
şarkılarını boşuna söylemiş olmamalı"

Evet o öcünü aldı. ve eyvah, şimdi intikam ile başımı da döndürmek istiyor.
Fakat dostlarım, başımın dönmemesi için, şu sütuna beni sıkıca bağlayın.

Kindarlık kasırgası olacağıma, sütunlara bağlı azizlerden olurum daha iyi!
Gerçekten, Zerdüşt, dönen bir kasırga değildir. O, bir dans edense de bir örümcek
dansör asla değildir.

Zerdüşt böyle dedi.

Hiç yorum yok: